Seçimden çıkardığımız derslerle 1 Mayıs’a yürüyelim! – Komün Gücü

Seçimler bitti. Bu yerel seçimlerde esamemiz okunmadı. Bağımsız bir cümlemiz, dilimiz olmadı. Ne rant ve talana açılan, neoliberal sermaye birikiminin konusu olan kentlerimizi savunduk. Ne kentlerimizle birlikte yaşamlarımızı yeniden üretmemizin araç ve koşullarının her yönüyle piyasalaşmasına, sermayeleşmesine, mutfaktaki yangını körükleyen fahiş zamlara, derinleşen yoksulluk ve sefalete sesimizi çıkardık. Adeta yok kıldık kendimizi. Adeta burjuva faşist devlete ve saray rejimine karşı kendimizi dilsizleştirdik. Savunma çizgisinin bile gerisine düştük. Yetmedi, çıkan sonuçlardan, CHP’nin zaferinden kendimize sevinç devşirdik! Türkiye Devrimci Hareketi ilk kez sinik ve silik bir seçim süreci geçirdi. Bunun muhasebesi ve özeleştirisini daha bütünlüklü vermek durumundayız.

Seçim sahnesinde yaşananlar ve perde arkası

CHP’si de AKP’si de burjuva kliklerin temsilcisidir. Faşist saray şefinin 17 yıllık iktidarına çizik atmak anlamına gelecek bir seçim sonucu elbette önemsiz gösterilemez, yoksayılamaz. AKP’nin almış olduğu seçim yenilgisi rejim krizini derinleştirecektir. Tayyip, faşist kurumsallaşma yönünde attığı adımlara, güçlü bir toplumsal desteğin olduğunu cümle aleme göstererek ilerlemeyi hep önemsedi. Bu şekilde muhalifleri yenilgi psikolojisine gark edip mecalsiz bırakabildi. Bu anlamda faşizmin kitle tabanını meydanlar, yürüyüşler ve burada olduğu gibi sandıklar yoluyla zinde tutmayı hedefledi. Ancak bu sefer gösteriyi tam kotaramadı. Güçlü iktidar, yenilmez iktidar miti bozuldu. Faşist şefin tüm gövdesiyle sahaya indiği bir seçim olduğu ve beka sorunu olarak konulduğu için açığa çıkan tablo bir yerden sonra onu ve iktidarını tartışılır kılacaktır. Ancak Tayyip’in bu durumda geri basacağını düşünmek bile abestir. Geri basmayacak, daha da saldırganlaşacaktır.

Seçim sonuçları ve sonrasında yaşanacaklar ekonomik krizin derinleşmesine yol açacaktır. Böyledir çünkü, özellikle yoksul emekçi kitlelerin büyük bir nüfusunu barındıran şehirleri, özellikle İstanbul, Ankara’yı kaybetmiştir. Ve bu, belediyelerin önemli bir yer tuttuğu yoksulluk yönetişimi politikalarını sekteye uğratacaktır. Böyledir çünkü, kent rantlarını yandaş sermayeye peşkeş çekebilmesi güçleşmiştir. Bu aynı zamanda inşaat sektöründe toplaşan ve yandaş olan abdestli burjuvazi için ciddi bir darboğaz demektir. Hele de krizin derinleşeceği şu günlerde.

AKP ve faşist şefi, ağırlıklı olarak emekçi sınıflardan oluşan tabanını muhafazakarlık-dindarlık-milliyetçilik bayrağıyla; Kürt halkına karşı yüzlerce kez sefer eyleyip, Suriye topraklarını işgal etmiş olarak yükselttiği şoven histeriyle mobilize etmeye çalıştı. CHP ve İyi Partinin oluşturduğu Millet ittifakı da hem aday seçimlerinde hem de seçim stratejilerinde bu hattın devamı olan bir çizgiyi benimsedi. Yarışanlar sağcı-muhafazakarlıkta, milliyetçilikte birbirini aratmayan iki farklı burjuva kliğin siyasi temsilcileridir.

AKP, tüm devlet imkanlarını kullanarak; başta Kürt halkı ve temsilcileri olmak üzere devrimci-demokratik kesime gözaltı, tutuklama terörüyle saldırarak, olanca yasaklamalarla sesini kısmaya çalışarak; tüm muhalefete karşı medya ablukasını işleterek seçimlerde faşist iktidarının icraatlarına yüksek bir toplumsal onay almayı hedefledi. Alabildiğine kutuplaştırıcı, kendisinden olmayan herkesi terör destekçisi veya terörist ilan eden bir seçim politikası izlemesi, muhalif kesimleri baskı ve zor yoluyla paralize etme isteği ters tepti. Hala, Cumhur ittifakı olarak Türkiye genelinde %51’lik bir oy almış olsa da Akdeniz kıyı şeridini, İstanbul ve Ankara’yı kaybetmiş olması ile ciddi bir yenilgi almış oldu. Çok açıktır ki, tam da ağır bir ekonomik kriz yaşanır, Tanzim kuyrukları ile yoksulluk daha görünür hale gelirken ne basit ne de yüksek matematik hesaplarıyla üstü örtülemeyecek bir yenilgidir bu. Büyü bozulmuş, yenilmezlik miti yıkılmıştır. Bundan sonrasında emekçi sınıflarda artan öfke birikimini, Kürt halkının özgürlük mücadelesini kolay kolay bastıramaz. Bu yönde atacağı her adım karşı tepkiyi çok daha yoğun bir biçimde açığa çıkartacaktır.

Büyükşehir belediyelerini kaybetmiş olması tam da ekonomik krizin faturasını seçime kadar ötelediği bir kesitte yaşandı. Önünde şimdi bu geciktirilmiş fatura sözkonusu. Diğer yandan bundan sonrası için kitlelerde Erdoğan’ı geriletmiş olmanın verdiği özgüven de yeşerecektir. Keza Tük tekelci burjuvazisi, Erdoğan’ın yandaş sermayenin önünü açma ve sermaye tekelleşmesi yönünde attığı adımlara karşı artık bu kadar alttan alır olmayacaktır. Krizi yapısal reformlarla aşma yoluna girmesi için uluslararası tekellerin ve sermaye kuruluşlarının ağır “telkin”leri, olmadı kulak çekmeleri de daha fazla devreye girecektir. Tüm bunlar yaşanmakta olan ekonomik, siyasal ve toplumsal krizin daha da derinleşmesi anlamına gelecektir.

Ekonomik krizin toplumsal etkilerinin daha derin ortaya çıkacağı bir dönemdeyiz. Ve bunun yaratacağı birçok sonuç var. Bunun yaratacağı toplumsal krizi derinleştirmektense durumu konsolide etmeye ayarlı burjuva siyasete yedeklenme, HDP’nin son seçim stratejisiyle daha da güç kazanmış bir eğilim olarak gelişmektedir. Bu, faşist diktatörlüğe karşı aslında çare olarak burjuva demokrasisini işaret etmenin ötesine geçilemediğinin bir ifadesidir.

HDP’ye çıkan hesap defteri

Kürdistan’da kayyum siyaseti yenilgiye uğradı. Kayyum atanan belediyelerin çoğu alındı. Kaybedilen illere dair ise şunları söyleyebiliriz: HDP, Dersim’de yanlış süreç yönetimi ve ittifak politikası (İttifak sorununa yaklaşımda hatalı olan bir tek HDP değildir; SMF’nin sol çevreler içinde ulusal-şovenizmi bir ayrım çizgisi olarak sivrilten TKP ile yapmış olduğu ittifakı da ayrıca anmak gerekir) nedeniyle kaybetmiştir. Ancak birleşik devrim mücadelesinin bir ittifak gücü tarafından kazanılmış olması, belediyenin kayyumdan alınmış olduğunu söyleyebiliriz. Ağrı, Muş, Bitlis, Şırnak’ta ise hem faşist kuşatma ve terör, hem taşıma oylar, hem de HDP’nin emekçi halka değmeyen politikaları buna neden olmuştur. İlk ikisine karşı teşhir ve mücadelemizi yükseltmeli, ancak sonuçları salt bunlarla açıklama kolaycılığına da kapılmamalıyız. HDP’de hiç oy kaybı olmamış olsaydı bile (burada yüzdelikleri değil gerçek oy sayısını kastediyoruz, ki bir oy kaybı vardır) AKP’nin bunca Kürt düşmanlığına rağmen AKP’ye giden her bir Kürt oyu üzerinde ayrıca düşünmesi gerekir. Zira AKP’ye giden tüm Kürt oyları korucu aşiretlerinin vb. oyları değildir. Bu anlamda ciddi bir özeleştiri yapması gerekir.

HDP’nin bir diğer özeleştirisi ise Kürt halkına ve devrimci demokratik çevrelere milliyetçilik-muhafazakarlık yarıştıran bir CHP’yi adres göstermiş olması nedeniyle olmalıdır. (Kuşkusuz en başta faturayı kendimize çıkarmalıyız. Eğer batıda TDH güç olmuş olsaydı, HDP CHP’ye yönelmek durumunda kalmazdı.) Bu seçimler şunu göstermiştir; HDP, burjuva siyasetini belirler bir güç olarak seçimlere etkide bulunmuştur. Bu, gündem oluşturabilecek bir güç olması yönüyle bir olumluluk olarak okunabilir. Öte yandan son seçim stratejisi nedeniyle burjuva siyasetine eklemlenme yönüyle de bir olumsuzluk olarak ifade edilmelidir. Evet, HDP’nin kitleleri yönlendirebilme ve harekete geçirebilme açısından ciddi bir karşılığı mevcut, kitlesi üzerindeki bu etkisinin, savaş politikalarına rağmen devam ettiğini görmüş olduk. Ancak “demokrasi için fedakarlık” söylemleriyle anlatılan taktik, tecrite karşı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevlerinin ve feda eylemlerinin olduğu bu süreçte, yoksulluğun ekonomik krizin derinden hissedildiği ve krizin toplumsal boyutta ağırlaşacak olan gidişatı içerisinde neyin fedakarlığı ve neyin demokrasisi sorularını daha bir yakıcı sordurtuyor. Halihazırda, tüm ülkede bir kırım politikası uygulanırken ve faşizme karşı sistem içi çözümler anlatılır ve aslolanın devletin bekası olduğu vurguları yapılırken yapacağımız şey normalleşmeye izin vermeden devrimci siyaseti örmek olmalıdır.

Bir diğer özeleştiri konusu ise HDP’nin temsil ettiği belediyecilik anlayışı olmalıdır. HDP’ye uygulanan baskı ve engellemeleri, kayyum siyasetini gözden kaçırmaksızın şunu söyleyebiliriz; yerel yönetimler üzerinden toplumun örgütlemeye dair bir bakış ve hareket kazandırmakta eksik kalmıştır. Ne Kürdistan’da ne de Türkiye metropollerinde sadece Kürt kimliği, Alevi kimliği, ezilenin mağduriyet ortaklığı üzerinden yapılan politika hiçbir zaman yeterli ve kalıcı olmayacaktır. AKP’nin gelmiş olduğu milli görüşçü gelenek yükselişini yerel yönetimlerin sunduğu imkan üzerinden toplumsal meşruiyetini sağlayarak oldu, özellikle emekçi semtlerle derin bağlar kurdu. Bunu sadece dincilik üzerinden açıklayamayız. Kimlik siyaseti ile sosyal politikaları (sadaka kültürünü geliştirmiş olması vb. onun sosyal politikadan anladığıdır, derdimiz uyguladıkları sosyal politikaların niteliğine girmek değil bir ihtiyacı iyi okumuş olduklarına değinmektir) birleştirmiş olmasıyla bu mahallelere değdi. HDP, halkçı bir belediyecilik anlayışı ile hareket etseydi; toplumun yaşamsal, siyasal, toplumsal, kültürel ihtiyaçlarını karşılamayı önceleyen bir hat izleseydi; “birlikte üretip birlikte yöneteceğiz”, “söz, yetki, karar halka” diyebilseydi ve bunun örgütsel ayağını oluşturabilseydi, kayyum saldırısı bu kadar sessiz karşılanmazdı. Bugün tam da kazandığı belediyelerde izlemesi gereken yol budur.

Bize kalan devrimci siyaset

Seçimler, toplumu değerlendirebilmek açısından önemli veriler sunuyor. Bunları anlayıp kullanabilmek, olası olumsuzluklara ve olası gelişmelere uygun, doğru pozisyonu almak tüm güçler için belirleyici olacaktır. Seçim sonrası faşist saray rejiminin ekonomik, siyasal ve toplumsal artacak olan tüm saldırılarına karşı, toplumsal öfke birikimini derinleştirip patlatacak bir mücadale hattı elzemdir. AKP’nin kitlelerde ekonomik krizden dolayı artacak olan hoşnutsuzluğu, gelişecek muhalefeti baskılamak ve hedef şaşırtmak için gerici-şoven dalgayı yükseltmeyi hedefleyeceği ise sır değildir. Rojava ve Güney Kürdistan’a dönük işgal saldırı planlarına, Kürt özgürlük mücadelesini topyekun çökertme planına karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz. Bu anlamda, devrimci-demokratik hareketin şovenizme karşı mücadelesi net olmalı, kendi içerisinde her daim varlığını sürdüren burjuva ulusalcı, sosyal şoven damarla amansız bir mücadele yürütmelidir.

AKP’nin almış olduğu bu yenilgi, kitlelerin ekonomik krize ufaktan ufağa reaksiyon verdiklerini gösterdi. İstanbul, Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerdeki yenilgisinde artan yoksulluk ve sefaletin ve işsizliğin büyük bir etkisi var. Bugüne kadar hep açık ara farkla kazandığı Bursa ve Kocaeli’de seçimin CHP ile kafa kafaya gitmiş olması da yine bundan dolayıdır. Zira krizin etkileri, ilk sanayi kentlerini vurur; işsizlik en çok buraları etkiler. Bu kentlerde son zamanlarda artan işçi direnişleri de krizin bir başka göstergedir.

Tüm bunları gören bir yerden, bir cevap olarak, 1 Mayıs’a bakmamız gerekiyor. 1 Mayıs, direnişin ve mücadelenin günü. Ve o günü anlamına ulaştırabilmek için, bizler sokakla bütünleşen, sokağın nabzıyla yaşayan bir pratik sergileyebilmeliyiz. Bu süreci; düzen içi çözüm arama eğiliminin bertaraf edilmesi ve biriken öfkenin, çaresizliğin politikleştirileceği bir süreç olarak önümüze koymalıyız. Asıl kazandıracak olan, ekonomik krizin derinleşen etkisini, sadece AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden değil sınıf karşıtlığını kurarak karşılamak, sınıf örgütlülüğünü yaratmaktır.

Bir yanımız baharda bizim

Seçimler, 17 yıllık AKP iktidarının sarsıldığını somut göstergesi olmuştur. Bugün işçi ve emekçilerin , özgürlük arayışı içindeki ezilen Kürt halkının faşist iktidara karşı geliştireceği bir kımıltıyı dahi burjuva siyasetine heba etmemeliyiz. Bu, elbetteki sağın sağı ya da sağın solu her ne ise, burjuva siyaseti üretmek veya üretimine destek atmakla olabilecek bir şey değil, her kımıltıyı devinime dönüştürmenin önündeki tüm engellerden sıyrılmakla olabilir. Bugün halk, değişme ve değiştirme gücünü bir esinti olarak da olsa hissetmiştir. Bu esintiyi fırtına yapmak, “yalancı bahara” aldanmadan gerçek bahara hazırlanmak için, şimdi kendi cümlelerimizi kuralım, 1 Mayıs’a sınıf düşmanımızla karşı karşıya olduğumuzun bilinci ile yürüyelim.

Kaynak: Komün Gücü