Seçimlere giderken Kürt sorunu – Zehra Çelik

Türkiye’de devlet sorunu vardır. Kürt meselesi siyaset gündemine yerleştiği son 30 yıllık zaman diliminde devletin kimyasını bozdu ve devleti çeşitli krizlere soktu. Koalisyonlar dahil olmak üzere iktidara gelen bütün partiler istese de istemese de Kürt meselesi ile muhatap olmak zorunda kaldılar. Kürt siyasi hareketine el altından mektuplar gönderildi ve ateşkesler istendi. Bir süre sonra daha da ileri gidilerek sorun kabul edildi; “Kürt sorunu var” denildi. “Çözüm süreci”, “açılım süreci” vb. isimlerle konu gündemde tutuldu. Diyarbakır adeta iktidara gelen ya da gelme ihtimali olan her partinin acaba ne mesaj verecek beklentilerine cevap vereceği bir miting alanı oldu. Demokrasinin, AB’nin, kardeşliğin yolu Diyarbakır’dan geçer deniliyordu. Her seçimde Kürt oylarına oynamak için esnek bir yaklaşım, ılımlı bir dil seçilirdi. Kürt hareketi ise ulusal sorunun gündemleşebilmesi ve demokratik alanın kullanılması adına yeni iktidarlara bir şans vermeyi uygun buluyordu. Çok şans tanındı ama kimsenin çözüm gücüne sahip olmadığı denenerek görüldü.

Kürt meselesi bütün burjuva partileri tarafından adeta “velinimet” olarak görülmektedir. Ya Kürt oyları için iki cafcaflı söz edilecek ya da toplumu “bölücü terörizmle” korkutup milliyetçi şovenizmle kışkırtarak iktidar için oy devşireceklerdir. Yani ya Kürtlere şirin görünecekler ya da Kürt karşıtı politika yaparak iktidar yolunda taş döşeyeceklerdi. Kısacası Kürt sorunu iktidar olmak için gökte ararken yerde buldukları bir malzemeydi. Nasıl olsa bu sorun kolay ortadan kalkmıyor, istediğin kadar kullan! Ya överek ya da söverek, döverek iktidarına yol yap. İsmet İnönü’nün “Eğer böyle bir Bitlis olmasaydı bile, bizim onu yaratmamız gerekirdi.” diye ünlü bir sözü var. Kürt meselesi de burjuva partileri için adeta yoksa bile yaratılması gerekilen bir sorun haline gelmiştir.

Benzer bir durum Komünizm, Moskof Komünizmi, Rumluk, Ermenilik, Sunni İslam, Alevilik vb. durumlar için de geçerliydi. İktidar krize girdi mi çıkış yolu olarak kendine bir düşman yaratır ve askeri çözüm uygun bulunurdu. Yıllarca verdiğimiz örnekler üzerinden devlet kendini defalarca yeniden dizayn etti. Toplumu kutuplaştırma, çeşitli gruplar arasında kavga, etnik ve dinsel çatışmaları provoke etme gibi yollarla darbelere zemin hazırladı. Darbenin görevi “düzeni tesis etmek”ti!

Kürt meselesi işte 30 yıldır iktidar güçlerinin kendilerini yaşatmalarının aparatı haline gelmiştir. Devletin bölgeye askeri yayılımı bu soruna dayandırılarak meşrulaştırılıyor. Aksi halde Irak, İran ve Suriye’ye hangi haklı sebeple girilebilir? Kürt meselesini kullanan nicesi köşeyi döndü, çeteleşerek siyasi ve ekonomik güç olan kesimler türedi. Kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, insan ticareti gibi hadiseler sınırların güven vermeyen ikliminden beslendi. Basın yayın medya kuruluşları, yazar-çizer takımı gece gündüz Kürt meselesi konuşup cebini doldurmaya baktı. Ama diğer tarafından yaydıkları şoven dalgalar ile toplumu da zehirlediler, pek çok çatışmanın suçu ve günahı da onlara bulaşmış oldu. Devlet içinde paralel devlet bu dönemde güçlendi. Mafyokratik organizasyonlar her kuruma sızdı.

Kürt sorunu var yok

Kürt sorunu gündeme yerleştiğinden beri her siyasi iktidar, hatta finans kapital ve devlet sınıfları da “Kürt sorunu var.” diyerek kabul ettiler. Adını koydular ama hemen ardından iklim değişti ve öyle bir sorun yok “terör sorunu var” demeye başladılar. Çünkü burjuvazinin bir çözümü, çaresi ilacı yoktur. Bu soruna el atmak kurumlar içerisinde farklı ses çıkarmak isteyenlerin bir kısmı bunun bedelini canıyla ödedi. Kimi tehdit edildi susturuldu ve siyaset dışına itildi. Dün var olan sorun yarın yok olabilmiştir. Özü itibariyle ne tartışılmış olursa olsun, hangi model incelenmiş gündeme getirilmiş olursa olsun egemenlerin yöntemi daima tasfiyecilik olmuştur. Ya askeri çözüm, güvenlik sorunu, terör belası olarak görülmüş ya da ılımlı dil düz ovada siyaset açılım vb. denilerek legal alana çekilerek tasfiye edilmek istenmiştir. Kürt özgürlük mücadelesi ile Türkiye kapitalizmi arasında bir orta yol yoktur. Bu iki sistemin mücadelesidir. Kaldı ki Kürt cephesi bir burjuva yapılanma olsaydı bile devlet tarafından kabul görülmezdi. Özerklik ya da ayrılık gibi konular Türk ulus devlet genetiğine aykırıdır. Türkiye’deki uluslaşma süreciyle kurulan hegemonyanın genetik yapısı tekçilik olarak ilkeleştirilmiştir. Buradan verilecek olan taviz dağılmaya yol açar. Farklılıklar akımı başlar ve cumhuriyetin kurucu ilkeleri tarumar olur. Bunu bilen devlet sınıfları ve devlet oligarşisi genetik kodlarının bozulmasını kabullenemez. Türkiye’deki bütün Kürtler çekip gitse ya da yok olsa iktidarın umurunda olmaz ama bir karış toprak istenirse ya da iktidara şirk koşulursa her tür şiddet gündeme gelir, taviz verilmez.

Önümüzde seçimler var. Kürt meselesi hala iktidar ve muhalefet için belirleyiciliğini korumaya devam ediyor. Egemen sınıflar cephesi oldukça dağınık. Mali oligarşi AKP-MHP iktidarından rahatsızdır ama değiştirecek güce sahip değil. Bir iki bildiri yayımlayıp korkudan ağız değiştirecek bir pısırıklığa sahiptir. Devlet askeri ve bürokratik olarak AKP-MHP denetimine alınmıştır. Kimse sesini yükseltemiyor.

Seçimlerde HDP’nin oy potansiyeli %10’nun üzerinde görünüyor. İktidar da muhalefet de bunu göz ardı edemez. Herkesin bir taktiği olacaktır elbette. Erdoğan Kürt sorunu yoktur noktasına geldi. HDP’ye kapatma davası açıldı, nice Kürt siyasetçi tutsak alındı. Tüm bunlar gösteriyor ki iktidar önümüzdeki süreçte provokasyonlar düzenlemekten geri durmayacak. AKP-MHP iktidarının Kürt sorunu konusunda esneklik göstermesi mümkün değildir. Ilımlı bir dili kullanmayı bile başaramazlar. “Vatan, millet, sakarya” edebiyatına sığınıp arkamıza ne kadar şovenisti alırsak o kadar iyi diyorlar. Ayrıca %51 için denemeyecekleri yol yoktur. Şimdilik ellerinde tek bir yol var; provokasyon ve şiddet.

Millet İttifakı da uzun bir süre bu konuda nasıl bir yol haritası belirleyeceğini bilemedi. Akşener’li İyi Parti Kürt sorununa ve legal muhatabı HDP’ye uzak durmaya ve araya mesafe koymaya devam etti. Lakin ortada %10’u aşan bir realite var.

HDP desteklemezse Millet İttifakı’nın oyu %40’larda kalır. Sonuç olarak İyi Parti esnemek zorunda kaldı. Kılıçdaroğlu, Kürt sorununu HDP ile Meclis’te çözeriz dedi. Kandil’i yerle yeksan edecek, İmralı’yı da meşru görmeyecekti!  Öyle ya da böyle Millet İttifakı ile HDP arasında bir köprü kurulmuştur. Kürt Cephesi bu sefer oylarının çantada keklik olmadığını kamuoyuna ilan etmiştir.

Her şeyden önce Erdoğan bu seçimi ister kazansın ister kaybetsin bu son seçimi olacaktır. Dolayısıyla AKP’nin ne olacağı belli değildir. MHP’de kemikleşmiş dar bir taban ve harekete geçirilecek genç bir nesil var ama AKP’siz onun da dibe vurması muhtemeldir. Seçimi kazanırlarsa mafyatik ilişkilerini daha da ilerleterek zenginliklerini artıracaklardır. Devlet içinde biraz kadrolaşırlar. Bu faşist bloğun Kürt sorununda hiçbir adım atma ve esneme şansı kalmamıştır.

Millet İttifakı seçimi kazanırsa, Kürt meselesinde adım atar mı? Kürt dinamiği bunları zorlayabilir mi? Devletin bütün kurumları kriz içinde, devlet gruplar elinde dağılmış vaziyette. Dağılmış bir devlet yapısı varken ülkenin en ciddi sorununda adım atmak mümkün değildir. Ki gelinen noktada bunu isteyen de yoktur. Devletin yeniden inşa edilmesi temel gündem olacaktır. Her ne kadar uzlaşır görünüyorlarsa da CHP ve İyi Parti devletin inşasında ve kadrolaşmasında karşı karşıya gelecektir. Kılıçdaroğlu’nu daha şimdiden istemiyorlar. Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesine dair söylediklerinde de aslında yeni bir şey yok. HDP’yi yanına almak isteyen Millet İttifakı adına birinin bu konuda vaatler sıralayıp, şirin gözükmesi şarttı. Kürt meselesini İyi Parti’ye havale etselerdi seçmen kitlesi uzaklaşırdı. İşte bu nedenle Kılıçdaroğlu öne çıktı. Kaldı ki Kürtlerden oy almadan Kılıçdaroğlu nasıl cumhurbaşkanı olacak?

Devlet, CHP-İyi Parti ortaklığında yeniden dizayn edilecek. Partiler güçsüzken devletin sahibi ordunun kimyası böylesine bozulmuşken kimse Kürt sorununda reformcu adımlar atmak için ortaya çıkamaz. Çıkmak isteyen olursa da devlet sınıfları içinde darbeci kıpırdanışları karşısında bulur. Peki Kılıçdaroğlu bu vaadleri verirken acaba ordu içinden destek almış mıdır? Ordunun bu sorunda adım atmak isteyeceğine dair en ufak bir işaret yoktur. Bütün mesele seçimlerde alınacak Kürt oylarıdır.

Kürt meselesi olduğu yerde bütün ağırlığı ile yeni hükümeti bekliyor. Bu mesele bırakalım siyasi iktidarı bir bütün olarak Türk egemen sınıflarının bile çözebileceği bir denklem değildir. Konu uluslararası bir denkleme sahiptir. NATO, Rusya, İran, Irak, Suriye hepsi demodedir. Bu nedenle seçim bir hikayedir. Ancak legal demokratik alanda sorunu gündeme taşımak ve demokratik gelişmelerin mücadelesini vermek için fırsatları değerlendirmek gerekir.

Seçimler esas olarak devlete yarayacaktır. Devlet yeniden inşa edilirken sazı Ergenekon çalacaktır. Ergenekoncular toparlanıp belli bir dizaynı gerçekleştireceklerdir. AKP’nin ordusu falan yoktur. Erdoğan’a ve H. Akar’a yakın isimler olabilir ama ordu içinde yaygın bir güçleri yoktur. Özellikle son yıllarda alt kademelere kadrolar yerleştirmişlerdir. Dolayısıyla bu seçim Ergenekoncuların derlenişiyle ve devletin eski ayarına döndürülmesi çabasına yarayabilir. Bunun anlamı; belli ölçülerde güçlenmiş ve yekpare bir devlet ile Kürt cephesinin taktik düzeyde büyük kapışmasının yaşanacağıdır.

Kürt cephesi, çeşitli nedenlerle Millet İttifakı’na bir şans vermek isteyecektir ve demokratik yolları zorlamak için çaba sarf edecektir. Fakat devlet cumhuriyetin kuruluşunda nasıl farklılıkları ezerek kendini inşa ettiyse bu yeni inşa sürecinde de farklı bir reflekse sahip olmayacaktır. Kürt cephesinin burjuva muhalefete tanıyacağı şans, devlet sınıflarının kendini dizayn etmesine yaraması oldukça muhtemeldir.