Şimdinin çaresiz göçmenleri geleceğin acımasız yıkıcıları olacak – Sinan Karacan

Roma imparatorluğu kendi medeniyeti dâhilinde olmayanlara ‘barbar’ derdi. Zaten tebaadan olup da soylu olmayanların  tek hakkı kölelik hakkıydı ki bunlar barbar dahi olamıyorlardı. Benzer şekilde Arap-İslam medeniyeti  de kendi dışında kalanlara ‘acem’ derdi. Acem nitelemesi döneme göre bazı farklı anlamlar içerse de genel kullanım biçimi barbar nitelemesi ile aynıydı. Tarihte burada sayma gereği duymayacağım; ancak ‘medeniyetten’  olmayanların medeniler tarafından benzer nitelemelere maruz bırakıldıkları  çok sayıda örnek vardır.

Günümüzde ise sınır içinde ya da sınır dışında, medeniyete dâhil olmayanların medeniyet ile geçinemeyenlerin  maruz bırakıldıkları genel niteleme ‘terörist’ kelimesidir. Terörist sözcüğü kendi içinde bir takım alt nitelemeler de barındırıyor elbette. Marksist terör,  ayrılıkçı terör, dinci terör gibi…  Bir de dönemsel yada lokal birtakım nitelemeler oluyor. Örneğin Gezi direnişçileri ‘çapulcu’ olarak nitelendirilmişti.  Ya da Trump yoksul göçmenleri ‘işgalci’ hatta ‘hayvan’ olarak niteliyor ve medeniyetini işgalcilere karşı korumaya yemin ediyor.

Tarihten bu güne barbar, acem, köle ya da çapulcu adına ne dersek diyelim  sınıfsal konumu itibariyle sömürülenler, toprakları işgal edilip kaynakları yok edilenler ve özgürlüklerinden vazgeçirilerek köleleştirilmeye çalışılan halklar; hep varsılların yani medenilerin saraylarını dışarıdan da burçlarını döve döve gelmişlerdir. Belki her bir dövme eylemi büyük oranda yenilgiyle sonuçlanmıştır; ama azımsanmayacak zaferleriyle ve kahramanca yenilgileriyle gelecek kuşaklara bıraktıkları  miras, giderek büyüyen biçimde ezilenlerin umudu, egemenlerin ise korkusu olmuştur. Bununla beraber, sınıfsal konumu itibariyle sömürülenler ve köleleştirilmeye çalışılan halklar tarihe ihanet, teslimiyet, çözülme, dilenme kavramlarını  da bırakmıştır.

Şurası bir gerçek ki; insanlık tarihi her ikisini de bağrında barındırmaktadır. Tarihte ilk taşı atan adsız savaşçı olduğu gibi, onu ihbar eden ilk adsız ihanetçi de vardır. Onun ediminin karşısında duran  ilk adsız bozguncu da vardır.  Başkaldırı ve devrim dönemleri olduğu gibi, teslimiyetçi ve gerici dönemler de vardır. Ezilenler, egemenlerin zalimce sömürücü yönetimlerine başkaldırdıkları ve o yönetimleri yıktıkları gibi; rıza gösterdikleri, boyun eğdikleri ve ağır ideolojik kuşatma altında  dini, milli ve sair politik sebeplerle egemenlerin safında yer aldıkları da olmuştur.  Başkaldırı, direniş, devrimci yıkıcılık ya da teslimiyet, siyasal gericilik ve rıza;  ezilenlerin ve sömürülenlerin salt kendilerine ait süreçler değildir. Direnişin ya da teslimiyetin, rızanın ya da itirazın  bağrında mayalandığı sosyal ve siyasal koşullar oldukça önemlidir. Bu sosyal ve siyasal koşulların önemli bir tarafı da siyasal öznenin varlığı/yokluğu ile nitel–nicel varlık durumudur.

Maalesef  günümüz dünyasında siyasal koşullar, öznenin varlığı/yokluğu ve nitel-nicel durumu bağlamında tablo ezilenler açısından hiç iç açıcı değil.  Ezilenlerin  20. yy.’ın ilk yarısında emperyalist – kapitalist kutba karşı elde ettikleri özgürlük ve bağımsızlık kaleleri yüzyılın sonuna doğru birer birer yıkıldı. Şimdilerde   kabaca ifade etmek gerekirse yukarı yarım küre aşağı yarım küreyi iliklerine kadar sömürüp, her geçen gün daha da artan oranda açlığa ve geleceksizliğe mahkûm ediyor. Bunu yaparken  aşağı yarım küreden çaldıklarını artık kendi emekçi sınıflarıyla paylaşmak konusunda giderek gönülsüzleşerek kendi yarım küresinde de açlar ve geleceksizler ordusunu büyütüyor.

Ama yine de güney yarım kürede açlıkla ve geleceksizlikle yüz yüze kalan ezilen yığınlar kuzeye doğru göç ederek/etmeye çalışarak, kendilerini açlığa ve geleceksizliğe mahkûm edenlerin varlıklı ülkelerinde gelecek ve karın tokluğu arıyorlar. Bir başka ifadeyle zalimden aman diliyorlar. Bunu yaparken de yine zalimlerin başkaca politik oyunlarına alet oluyor ve  vatanlarının onurlu ama direngen vatandaşları olamayarak zalimlerin sınır kapısında onursuz dilencilere dönüşüyorlar.  Yani kuzey yarım küreye barbar akınları düzenliyorlar; fakat bu akınlar tarihte olduğundan farklı olarak yıkma edimli akınlar değil yıkılmış vatanlarından kaçıp yıkıcılara sığınma edimli akınlar biçiminde tezahür ediyor.

Ülkemizde  5 milyon civarında sadece Suriyeli mülteci olduğu söyleniyor. Yine bir o kadarı da Yunanistan gibi Balkan ülkelerinde  bekliyor ya da ’medeniyete’ erişmiş bulunuyor. Ülkemizdeki Suriyeli mülteciler kendi ülkelerini yıkan zalimlerin varlıklı topraklarına ulaşmak için çıktıkları yolculukta bu durakta adeta egemenlerin kirli pazarlıklarının  rehinesi durumunda ve birçoğu sefil koşullarda yaşıyorlar. Bununla beraber  Afganistanlı, Iraklı, İranlı ve Türki cumhuriyetlerden sayısız mülteci yine ‘medeniyete’ ulaşmak için ülkemizde can çekişiyor. Bu arada bizim gibi duraklarda uğradıkları insanlık dışı muameleler  ve insanlık dışı çalışma ve yaşam koşulları çoğunun yanına kar kalıyor.

Akdeniz boydan boya (Ege de dâhil) her gün onlarca mülteciyi yutuyor. Biraz şanslı olanlar ya henüz çıktıkları kıyıda yakalanıyor ve rehine olmaya devam ediyor ya da ulaşabildikleri kıyılarda gemilerde ya da kamplarda  rehine olarak tutuluyor. Uzakdoğu’dan Hindistan’a,  Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar, her yerdeki yoksullar her gün kuzey Amerika ya da Avrupa hayalleriyle bilinmez yolculuklara çıkıyorlar.

Latin Amerika ve göçmen yürüyüşü

Latin Amerika, keşfedildiği ilk günden bu yana, bütün varlıklarıyla kesintisiz olarak yağmalanıyor. Sadece maddi değil; manevi kültürel varlıkları da yağmalanıp sömürülüyor. Diğer taraftan Latin Amerika,  yine ilk günden beri işgalci ve sömürücülere karşı direniş, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi veriyor. Sadece yağmalanıyor ve sömürülüyor olduğu savı üzerinden kendisinden bahsettirmiyor.  Aynı zamanda savaşı, direnişi ve özgürlük mücadelesiyle de bahsettiriyor.  Ama gelin görün ki; ezilenlerin aleyhinde şekillenen küresel politik konjonktür Latin Amerika ezilenlerinin de seçeneklerini azaltıyor.

Bu günlerde Latin Amerika’daki göçmen dalgası  gündemde. Geçen haftalarda yaklaşık 10 milyon nüfusu bulunan ve  halkının yaklaşık yüzde 65’i fakir olan Honduras’ta başlayan göçmen toplamı Guatemala ve El Salvador’dan geçerek ve geçtiği her yerden kendisine yeni katılımcılar ekleyerek sınırları aşıyor ve ABD’ye doğru yürüyor. Göçmenlerin sayısının 10.000 civarında olduğu söyleniyor ki; bu tek bir göçmen hareketi açısından büyük bir rakam olmakla birlikte dünyadaki (Latin Amerika’daki  de tabi ) toplam göçmen hareketi yanında devede kulak kalmaktadır.

Bu göçmen hareketi diğerlerinden biraz  farklı. Ülkelerinde somut bir savaş veya doğal yıkım türünden toplu göç dalgasına sebep olan etken olmadığı halde başlayan bir göçmen hareketi. Açıktan ülke sınırlarını geçme ve ABD’ye ulaşma  açık hedefiyle ilerleyen bir göç hareketi.  Bu biçimiyle ilk bakıldığında bir rest, bir başkaldırı olarak değerlendirilebilir; fakat maalesef böyle değil! Bu da bir zalimine sığınma durumudur. Buna rağmen  bu göç hareketi   kitlesel bir emrivaki olduğu ve ülke sınırlarını metazori aşarak ilerlediği için egemenleri fazlasıyla korkutmakta.  ABD devlet başkanı Trump her gün mültecilere tehditler ve hakaretler sıralıyor.  Bir yandan da Meksika sınırına duvar örüyor. Mülteciler  ABD sınırına yaklaştıkça da tehdit ve hakaretlerin sıklığı artıyor. Son olarak ülke sınırlarından zorla geçmeye kalkışmaya çalışmaları halinde mültecileri silahla durduracakları tehdidini  savurdu.

Şurası bir gerçek ki;  egemenler, hayatlarını mahvettikleri ve  mülteci haline getirdikleri ezilenlerin kendilerine sığınma halini bile bütünüyle kendi lütufları olmadığı ve kısmen ezilenlerin bir kalabalık halinde emrivakisini içerdiği için son derece tehlikeli buluyorlar. Bu barbar akınına,  özünde zalime sığınma akını olmasına rağmen, bir iradi tavır içermesi sebebiyle şiddetle karşı çıkıyorlar. Çünkü dünyadaki bunca yoksulluğun bunca açlığın bunca ölümün ve savaşın sebebinin kendileri olduğunun bilindiğini ve o biçare göçmenlerin bir gün dilenmek için değil yıkmak için geleceklerini çok iyi biliyorlar.  Bu bilinçle ezilenlerin kayıtsız şartsız biatını istiyorlar. 

Tarih daima göstermiştir ki; aslında ezilenler  zihinsel olarak başkaldırmaya sürekli hazır haldedirler. Bu zihinsel hazır bulunma durumu, bir örgütlülük ile buluştuğunda,  galibiyet ya da daha iyi bir mağlubiyet olacak… Şimdinin çaresiz göçmenleri, geleceğin acımasız  devrimci yıkıcıları olacak!