Simurg hikayesi masum değil; bizi hangi komünizm kurtarır? – Hikmet Acun

“Simurg hikayesi sandığımız gibi masum olmayabilir. Komünizm kendimizden gelip, bir daha asla kendimize gitmeyeceğimiz bir hikaye ile mevcut Sapiens’i ortadan kaldırabilir, kaldırmalı.”

Yerinde ve gerekli anahtar sorular bizi farklı bir komünizm gerçeğine götürebilir. Anahtar sorumuz şu; komünizm tarihte ilk kez ilkel topluluklarda tecessüm ettiyse ne oldu da “geriye dönüş” oldu? İkinci soru; komünizmin gerekliğinin itici gücü ‘sınıf mücadelesi’ midir? Üçüncü soru; komünizm politika ya da ideoloji aracılığıyla açıklanabilir sosyal vakıa mıdır?

L. Morgan’a göre toplayıcılık ve basit tarımla yaşayan ilkel komünal toplulukların sonu Neolitik “karşı devrim”le son buldu. Neolitik sınıflara, kastlara ve mülkiyet ilişkilerine dayanan bir toplum yapısı olarak, kapitalizmi de üreten tarihsel sürece yön verdi. Ancak tarihin böyle ‘geçişli’ anlaşımasının bir dizi yanılgılara neden olduğunu iddia etmemiz için sebeplerimiz var. Birincisi tarihte bir toplum daha yıkıcı bir toplum modeline ‘yatay’ geçiş yapamaz. Söz konusu mülkiyet ve sömürü ilişkileri olduğunda bu ‘geçişlerin’ cebir ve şiddet yoluyla mümkün olduğunu görmemiz mümkün. Eşit ilkel bir toplumdan, birden Neolitik diye anılan insan kölelerin oluşmasından söz ediliyorsa bu ancak cebir ve şiddet yoluyla mümkün olabilir. Ha keza cebir ve gasp olmaksızın mülkiyetin icadı ve uhdede tutulması da mümkün değil. Neolitik sonrası gelen bütün toplum modellerin de birinden diğerine ‘geçiş’ olmadı. Çünkü önceki toplumun biriktirdiği bilgi ve daha gelişmiş emek ve emeğin üretkenliği demek olan “gelişme” daha yüksek birikim demekti ve bu itkinin zorladığı ‘yeni düzen’ ancak boğazlaşmayla mümkün olabilirdi. Öyle de oldu. Biz bunun nasıl bir şey olduğunu en yakın tarih zamanımızdan biliyoruz; feodalizmden, kapitalizme geçişten biliyoruz. Kapitalizm, feodalizm çökerken ortada bıraktığı birikimleri gasp etti. Yeni bir köle sınıfı olan proletaryayı, zor ve şiddet yoluyla ilksel birikimle icat etti. İlkel komünal topluluklar hariç tarihte mülkiyet, sınıf, din, ticaret, devlet icat edilerek mümkün olmuştur. Bu hikaye şiddetin hikayesidir ve bu tamamıyla bir emek sorunudur…

Ancak biz ilk sorumuza cevap bulabilmiş değiliz. Ne oldu da ilksel komünal toplumlar çözülmeye uğradı? Bunun cevabı tarihte değil, Sapiens’te gizli. İnsanın tarihini insan yaptıysa insan dışında, insan kavramını dışarıya iterek tarih, mülkiyet, sınıf, emek tartışması yapmak nafile. Tarihte sonuçlar ne olursa, hangi toplum yapıları ortaya çıkmış olursa olsun, insandaki negatif değişimin kökenleri konuşulmadan tarihin anlaşılması mümkün değil. Buna sosyal mutasyon demek doğru olur. Zihnimiz bize sebep-sonuç ilişkisi kurdurduğuna göre; Neolitik, ilksel komünal toplumun sonucu muydu! Kapitalizm, feodalizmin sonucu olduğuna göre bunu ilksel toplum için de düşünebiliriz. İlksel toplum için bu akıl yürütmeyi boşa düşürecek bir farkla! İlksel komünal toplum, önce ilksel toplumdaki insanın imgesinde ve zihninde oluşmadı. Bugün bizdeki gibi -biz komünizmi bir yere kadar tasarlıyoruz- bir insan tasarımı değildi, o insanın doğasında vardı. Yani varoluşunda vardı. Peki ilksel toplumdaki bu komünal doğa nereden gelmekteydi. Cevap kesin ve şüphesiz dünyamızda gizli; bu dünyada bütün varoluş, bütün canlı yaşam formları komünizmden yani iyilikten yaratıldı ve mucizevi simbiyotikle birbirlerine bağlandı, ortak doğa oluştu. Bu bakımdan ilksel toplumdaki komün, akıl yoluyla değil, simbiyotik ile doğasının emri ile oluştu. Komünizm onun yeryüzündeki varoluş ve yaşama formuydu. Tıpkı ataları, hayvanlar ve bitkiler gibi… Demek ki komünizm tarihte hiçbir zaman politik bir tanım olarak yer almadı. Bundan sonrası için bildiğimiz tek şey, ilksel komünizmin dumura uğraması oldu. Yani insan, doğasından koparken önce kendi varoluş koşullarını imha ederek bunu mümkün hale getirdi. Bu yıkımla gelen sonuç; bize insana methiyeler düzme, hesaplaş diyor. Hesaplaşır gibi yapma, ortaya çıkan amorf Sapiens’i imha etmenin, doğanın ve tarihin dışına çıkartmanın yolunu bul diyor. İnsan, sınıflardan doğmadı, sınıflar insan icadı olarak doğdu. Sınıf biçim, insan sınıfın faili.  Yeri gelmişken sınıf mücadelesi üzerinde durmakta fayda var. Komünizmin sınıf mücadelesinden doğduğunu düşünmek ters bilinç değilse, oldukça sorunlu; sorunlu olduğu kadar dünya sol tarihini içinden çıkılmaz büyük yıkımlara ve başarısızlıklara götürmüş ve yenilgilere teslim etmiş yanılsamadan başka bir şey değil. Dahası, gelecek kuşakları da kendi yanılsamalarında boğmuş, onların kendilerini kurmalarını engellemiş bir döngüden başka bir şey değil. Konumuz ideolojide icat edilmesi ve kurgulanması mümkün olmayan komünizm. Ancak önce sınıf mücadelesi meselesi ve bu mücadeleye yüklenen ‘kutsallık’ üzerinde biraz durmak gerekiyor.  Çünkü kavramlar ile kavramlara yüklenen temsiller arasında oldukça yüksek gerilimler söz konusu. Konu ‘sınıf mücadelesi’ olduğunda temsil, ideolojide kaynayarak öznel yorumlara boğuluyor, ‘politik kutsal’lığın kurucusuna dönüşüyor. Solun “ilk emir”inin “sınıf mücadelesi” olması sandığımız kadar masum değil.

Sınıf mücadelesi

Modern sınıf mücadelesinin zikredilmesi proletaryanın mücadelesine dair kavramlar envanteri sunar. Bu envanter proletaryanın fiziki yaşam sürecinden ve üretimle kurduğu ilişkiden gelir. Bu fiziki süreç üretim ilişkilerini ve bu ilişkilere bağlanmış metanın fizik halinden, metafizik halini almasına dek sürer. Bu durum modern değişim ilişkisi üzerinden kapitalizmin kurucu sürecini de ifşa eder.

Ancak ‘proterya ve mücadele’ ilişkisi bu fiziki ilişkiler sürecinde özel bir yer tutar. Proletarya lanetlidir; meta-değer ilişkisinde ‘emek’ kurucudur ve bu emek kapitalizmin fiziğini kuran ve işleten bir emektir. Dolayısıyla proleterin asla engel olamayacağı bu emek süreci onun yalnızca kendi yaşam koşulları demek olan yoksunluğu üretmekle kalmaz, tüm toplumsal yaşam süreçlerinin yoksunluğunu da üretir.

Proletarya bir sınıf olarak cebir, şiddet, gasp ve zorla yaratılmış ‘sözde ilksel birikim’le sarihtir. Proletarya, ataları kent yoksullarının, kır yoksullarının, boşta gezerlerin zorla işçileştirilmesinden doğmuştur… Bu bakımdan sınıf mücadelesi proleterin, bir sınıf olarak proletaryaya karşı mücadelesinden başka bir şey değildir. Yani işçi sınıfının, işçi sınıfına karşı savaşından başka bir şey değildir. Proletarya zordan doğmuştur, bu zoru, karşı zorla imha etmekle karşı karşıyadır. Bu bakımdan sınıf mücadelesi, zorla kurulanın, zorla yıkımından doğan ilişkiden başka bir şey değildir ve ilksel birikimle lanetlidir. Sınıf mücadelesinin politik ve ahlaki hiçbir kutsallığı yoktur ve dahası bu mücadele toplumsal bakımdan geçici mücadeleden başka bir şey değildir.

(Buraya bir parantez açarak bir meseleye kısa değinmemiz gerekiyor. Sosyalizm, bizatihi proletaryanın varoluş ve yok oluş koşullarının bir düğümü olması nedeniyle asla proletarya diktatörlüğünü içermez. Sosyalizmde mülksüzleştirenler, mülksüzleştirilmiştir, ilksel birikim süreci paçalanmıştır ve proleterler ‘özgür üreticiler’e dönüşmüştür. Marks ve Engels’de ‘proletarya diktatörlüğü’ temsili değil, semboliktir. Bunun altını çizmekte fayda var. Eğer sosyalizmde fiziki ve temsil anlamda bir proletarya diktatörlüğünden söz edilirse; bu da sosyalizmde ilksel birikim mekanizmaları sınıfı üretmeye devam ediyor demektir. Bu bakımdan geçmiş sosyalizmlerin hikayesine bakarken bu kerteriz büyük öneme sahip. Sosyalizm, fiziki ve temsili anlamda dağıtılmış ve varoluş koşullarına son verilmiş proletaryanın değil, özgür üreticilerin, sermaye birikimi üzerindeki diktatörlüğüdür ve bütün toplumsal kanalların dönüştüğü süreçtir.)

İşçilerin ‘ekonomik mücadelesi’ sınıf mücadelesi değil, çalışmadan, gelirden ve bunları temsilen ‘haklar’dan kaynaklanan mücadeledir; çalışmanın içeriğindeki mücadeledir. Bu ‘mücadele’ biçimleri proletaryanın hikayesini olumsuzlamaz ancak sınıf mücadelesini de tanımlamaz. Proletaryayı ‘ekonomik sorun’a dönüştürmek ve kavramın temsilini buraya kurmak yukarda söz ettiğimiz anlam kaydırmadan başka bir şey olamaz. Bu durum asla bu tür mücadelelere kayıtsız olunacağı anlamı taşımaz ancak bu mücadele biçimlerinin sınıf mücadelesi olarak temsil kurulması ve bunun üzerinden parti-örgüt politikası kurulması oldukça sorunlu…

Meta-değer ilişkisinin hikmeti proletaryadan gelir. Proletarya kendini imha edip, o sınıftan çıkışı mümkün kılmakla, o ana kadar üretim ve paylaşım arasında kurulmuş ‘değer’e dair ne varsa onu da imha etmiş olur, geriye mülkiyet dolaşımının sönümlenmesi kalır ve mülkiyet nihayet ilk ait olduğu haline, ‘değer’i olmayan kolektif ‘mülkiyet’e dönüşür. Bu bakımdan sınıf mücadelesi aynı zamanda proletaryanın varoluş koşularını oluşturan toplumsal ilişkilere karşı savaştır, yani proleterlerin, topluma karşı açtığı savaştır çünkü proletarya o toplumu çözülmeye uğratmadan kendi varoluş koşullarını ortadan kaldıramaz. Burjuvazide temsilini bulan toplumsal ilişkiler, proletarya… Ve ikisini de imha edecek gelecek savaşları… Ancak belirtmek gerekir ki; geleceğin ideolojideki temsili ve kurgusu konusunda kendimizle hesaplaşmamız gerekmekte çünkü solun kendine dair konuşmaktan uzak durduğu mesele burada varlığını sürdürmeye devam ediyor. Geleceği aramak ve anlatmak, solun kurulu düzenini ve zihnini işleten gerçeklik kurgusunu yıkmakla mümkün. Yani kutsalını yıkmakla mümkün. Bu bakımdan bugünün sınıf savaşı solun mevcuduna karşı mücadeleyi içermeden yolunu bulamaz.

Vekaleten parti-örgüt

Solda seçim sonrası değerlendirmelerin hemen hepsi ‘sınıf mücadelesi’ni ve sınıfa gidememeyi ima etmekte. Sınıfa gitmemeyi çözülme ya da atalet olarak yapılan değerlendirmelerin hepsinin es geçtiği soru şu; biz kimiz, proletaryayı temsil hakkını nereden aldık? Proletarya, özne ve üretim faili değil, bireyleri toplumsal ilişkilerin oluşturduğu şu ya da bu yaşam biçiminin fiziki, duygusal, dinsel, etnik, cins ve etik süreçlerinde varoluşlarını kuramıyorlar ve kendilerinin “aydınlatılmasını” bekliyorlar. Yani işçiler, üretici ve toplumsal birey olarak kendilerinin farkında değil. Bu “farkındalık” vekilen solda kendini buluyor ve solda temsilini işçide bulmuş oluyor.

Proletarya gibi tarihin gördüğü, görebileceği parçalanmaya mahkum en son sınıf ve içinde bulunduğu yıkıcı ilişkileri vekaletle çözemez. Bu konuda elimizde bir kanıt yok. “Sosyalizmlerde” vekil parti diktatörlüklerinden başka bir deneyimimiz de yok. Bu vekaletin sonuçlarının nelere mal olduğunu da biliyoruz ve kefaretini ödüyoruz.

Peki; varoluş koşullarının zorunluluğu nedeniyle dünyanın bütün kötülüklerinin de kefaretini de ödeyen sınıf neden “dışardan ideolojik ve fiziki yardım”a muhtaç olsun. Neden “dışardakiler” mesihvari bir “görev”le malul olurlar. Bu yanılsamadır! Sınıfın kendini parçalaması “ideolojik zorunluluktan ve bilinçten” gelmez. Onun kendine karşı savaşı ve kendinden çıkışının fiziği, doğasından gelir. Bu bakımdan sınıf mücadelesini ideolojik formla açıklamak, proletaryayı ideolojik soruna indirgemek yanılsamadan ibarettir ve sınıfın gerçekliğinin hiçbir yerine de sinmiş değildir.  Kaldı ki proleterler için dinsel, etnik, meta vb. bir ideolojik formların içinde bir toplumsal yaşam süreci söz konusudur. Proletarya henüz Endüstri 4.0 ve Endüstri 5.0’a -yapay zeka makinelerine- rağmen, tarihsel olarak özne olma vasfını yitirmemiştir. Dünya değişecekse, solun jargonundaki gerçeklikte değil, proletaryanın özne olmaya yazgılı gerçeklikte değişecektir. Eğer ideolojik söz edeceksek, proletaryanın kendine karşı savaşını ‘örgütlemek’ten söz etmeliyiz.  Belirtmek gerekir ki; yine de proletarya için en büyük tehlike yapay zeka endüstrisinden gelmektedir. Bu tehdit, işçinin emeğinin alınması gibi basit değil; günün sonunda yapay zeka makineler ve işletme sistemleri proletaryayı fiziki olarak ortadan kaldırabilir. Uzun olmayan gelecek için bunun aksini düşünmemiz için bir sebebimiz yok.

Devrimci bir parti vekalet için kurulmaz. Vekalet üzerinden kendini açıklamaz. Partiye duyulan ihtiyaç; proletaryanın çeperinde bulunan farklı sınıfları, proletarya ile konuşturmak, birbirlerini görmelerini sağlamak ve ortak bir davranış biçimlerini geliştirmelerinden gelen ihtiyaçtır. Buna kadınların mücadelesi de dahildir. Eğer ‘ideolojik’ öncülük gibi bir iddia varsa, bunun anlamı mevcudun anladığından oldukça farklı ve bu fark, komünist ‘öncü’nün de anlamını değiştiren farktır.

Peki; Endüstri 6.0, Endüstri 7.0 ya da “machine to machine” (M2M) yani makinadan makinaya iletişim -yapay zeka sayesinde- proletaryayı dağıtıp, sınıf mücadelesini sönümlendirir ise geleceğe giden yol nasıl bir yol olur? Bu yol mevcut solun formuyla nasıl yürünür? Mevcudun evrimi nasıl olur? Geleceğin sorusu kendini şöyle ifade ediyor; komünizm mümkün mü ya da komünizm düşüncesi nasıl bir evrimle bizi bekliyor? Kim bilir komünizm ezberimizi bozup bize hiçte refah ve bol tüketen bir dünya yüzü göstermeyebilir. Nasıl mı?

Dünya komünizmden doğdu ve çok güzeldi

Dünya iyilikten yaratıldı. Bizim en büyük şansımız iyilikten yaratılmış bir dünyada meydana gelmiş olmak. İnsan dışında komünizmi temsil etmeyen tek bir varlık yok çünkü hepsi iyilikten yaratıldı ve simbiyotik ilişkiyle birbirine bağlandı; yaşattı ve yaşadı. Ta ki Sapiens’e kadar. Meyve şifasını sevgiyle verdi, su yaşattı, iklimler geleceğe taşıdı. Denizler hayat verdi… Çekirdeğimizdeki demir küremizin istikrarlı hareketini sağladı, çekim kuvveti oluşturdu. Okyanuslardaki mikro varlıklar oksijen üretti. Ağaçlar karbondioksiti dönüştürdü. Dağlar, rüzgarlara yön verdi. Rüzgarlar, okyanus akıntılarına… Milyarlarca yıllık hayat kendini yeniden üretti. Böyle yüksek iyilikle olmuş dünyada tek bir zeki olmayan varlık yok. Milyonlarca çeşit zeki varlıklar, birbirine bağımlı ve birbirlerini tamamlayan bir düzende yaşıyor… Dünya uzayda muhteşem bir olasılık… İnsan hariç. Uzayımızda bir gün dünyamızı keşfedecek varlıklar bizi muhtemel şöyle tanımlayacaklar; orası “Tera”, komünizmden yaratılmış bir mavi su gezegeni… İnsan hariç. Şaşkınlıklarını atlatıp, ilk sorularında acı gerçekle yüzleşecekler; Sapiens’e ne oldu da böyle oldu? İlk buldukları cevap şaşmaz doğru olacak; Sapiens, simbiyotikten koptu, ona hükmetti ve yıkıma uğrattı. Peki ama neden?  Bu sorunun cevabını onlar vermezler, cevap bizde; Sapiens bu güzel komünizmin ilk ve son karşı devrimcisi… Evriminin hikayesi baştan sona karşı devrim ve yıkım. Cürümü bununla sınırlı değil; aynı zamanda kendine ve türüne de düşman… İstilacı!  Diğer canlılar gibi hayatta kalmak için değil, haz için tüketiyor. Tüketemediğini çöpleştiriyor. İhtiyaç mefhumu yok. Sınır yok. Açıklaması ve tanımı oldukça zor sahip olma yapısına sahip. İstilacı ve işgalci olmanın bütün özelliklerine sahip. Dışındaki bütün masum canlıların gözünde imha edilmesi gereken bir kötülük. Kendi arasında sınıf denen bir kast sistemine sahip. Dinleri ve kutsalları, cürümlerinin örtüsü. Elli bin yıldan fazladır birbirlerini boğazlıyorlar… İyilik arayıp, kötülük üretiyorlar. Tek şansları evrim annelerinin köklerine serpiştirdiği iyilik. Kendilerinin bilincine varacak kadar evrim annelerinin mucizelerine sahipler ancak bu da oldukça bulanık. Onlar için dışlarındaki bütün varlıklar nesne… Onlara nesne olarak bakıp, ilişki kuruyorlar. Komün dünyanın yarattığı bütün güzellikler onlar için “değişim değeri”. İyilikte onlara asla erişemiyecekleri bir çiçek, para-değerden başka bir şey değil. Hayvanları, arıya kadar köleleştirmede maharet sahibiler… Keza kendilerine ve dünya canlılarına şifa ve besin veren bitkileri köleleştirmekte ve DNA’larını bozuma uğratmakta da maharet sahibi… Hangi sınıftan ve cinsiyetten olursa olsunlar dünya varlıkları karşısında hepsi kolektif suç ortağı ve aynı. Bir varlığı öldürüp bedenini zevkle yiyorlar. Bunun için onları büyük çiftliklerde köle olarak besleyip, hiçbir varlığın anlayamayacağı para denen gerçek olmayan bir şeyle değiştiriyorlar. O paraya sahip olmak için birbirlerini sömürüp, imha ediyorlar…

İyiliğin muhteşem dönüşü; komünizmin büyük intikamı

Biz kendi kelamımıza dönelim ve komünizmi tartışmaya devam edelim. İnsanın, insan kavramının üzerine gitmeyen, onu sahici biçimde karşısına almayan hiçbir politik iddianın geleceği yok ve unutulmaya mahkumdur. Komünizm, Sapiens’ten kopuştur ve onun sosyal anlamda imhasıdır. Yani tutarlı bir insan eleştirisine sahip değilsek, tarihin dışına itileceğimizden kimse şüphe etmesin. Proletarya ortadan kalkar, sınıflar sınıf mücadelesi sona erer. Formel anlamda bu kolay ve mümkün. Ancak Sapiens’le baş etmek için oldukça çetrefilli zamanların da başlayacağından kimsenin kuşkusu olmasın.

Komünizmi Sapiens’in refahı olarak düşünenler şimdiden tarih dışındalar. Komünizm refah değil, ıslah getirecek. Örneğin; ağız hazzı için tüketemeyeceğiz, vücudumuzun ihtiyacı kadar tüketeceğiz. Belki yılda iki kilo domates, yarım kilo biber yiyebileceğiz. Et yiyemeyeceğiz. Çiftliklerdeki hayvanları doğaya bırakacağız. Uzun yıllarımız bu varlıklar cesetleri ve derileri için öldürüldüklerinden dolayı onlardan özür dileme ve etik arınmayla geçecek. Genetiğiyle oynanmış tek bir bitki dikemeyeceğiz. Onları en doğal genetik yapılarıyla yetiştirirken, ilaç ve zehir kullanamayacağız. O bitkilerin böceklerle ve diğer bitkilerle simbiyotiğini koruyacağız. Toprağa suni gübre vermeyeceğiz. Suyu temiz tutacağız, eski su yataklarını ve dereleri geri döndürmek için çalışacağız. Petrol çıkarmayacağız. Motorlu araçları imha edip, doğaya geri göndereceğiz. Kentlerimizi yeniden yapacağız. Mevcut tıbbın tüm yapısını değiştirip, sağlıklı nesiller yetiştirmeyi amaç edineceğiz. Kanunları değil, teamülleri olan bir toplum yaratacağız. Yani dünyanın iyiliğini yıkıma uğrattığımız için ilksel komünü cebirle kesintiye uğrattığımız için onları yeniden onarmaya mahkum olacağız. Bu mahkumiyetin hikayesini okullarda çocuklarımıza öğreteceğiz. Güne ortak yaşadığımız bütün dünya varlıklarına teşekkür ederek başlayacağız. İyi ki bize iyiliğinizi verdiniz ve yaşatıyorsunuz diye minnet duyacağız. Bunu o toplumumuzun kurucu teamüllerinden biri sayacağız. İnsandaki zekanın evrim annenin bir hediyesi olduğunu bilerek o zekanın bize dışımızdaki varlıkları korumak için verildiğinin manasına varacağız. Merakımızı yıkmak için değil, varlıktaki sırrı öğrenmek için kullanacağız. Bu yüzden komünizmin bizim zamanlarımızın önünde olduğunu ve bizleri gelecek çağlardan, çağlara taşıyarak kılavuzluk edeceğinin idrağına varmak zorundayız. Komünizm, (onu biz adlandırıyoruz) o büyük sevgi ve iyilik; insan icadı değil, dünyamızdaki varoluştur.

O, başından beri hep vardı. O büyülü mucize, Sapiens’ten kopup, bütün varlıklardan bir varlık olduğumuzun ve simbiyotiğe geri, varoluşa geri dönmeye adım attığımız zamandır. Komünizm neydi? Makinelerin tıkır tıkır çalıştığı, Sapiens’in aylaklık ettiği, Kaf Dağı’nın arkasındaki yer miydi? Böyle bir komünizm asla gelmeyecek. Bir elmaya, üzüme, kediye, köpeğe, suya bakarsak zaten komünizmi göreceğiz. O, hep var ve varlıkların içinde…

Radikal biçimde değişmek için zamanımız daralıyor. Bunun için öncüllere ve sahiciliği olan partilere ihtiyaç var. Komünizme ulaşmak için cefalı yolları bitmez enerjiyle yürüyecek gerçek komünist partilere… Politika batağından aldığı kavramsal envanterindeki görme biçimlerini yıkma cüreti gösterebilecek, onun dışına taşabilecek, dokunduğunu değiştirebilecek komünist topluluklara…