Sınıf Savaşı Sürüyor – Merkan Aksoydan

Son altmış yılda sol içinde ve dışında sürekli olarak yeni toplumsal formasyonlar geliştiriliyor. Ya kapitalizm yok olur; yerine “enformasyon toplumu”, “tekno feodalizm”, “bilişim çağı” vb. gelir tahlilleri yapılıyor (haliyle kapitalizmin yok oluşuyla birlikte işçi sınıfının yok oluşu da beraberinde geliyor veya tamamen yok olmasa da eskisi gibi devrimin öznesi olmadığı söylemleri üretiliyor) ve bununla ilişkili olarak emek üzerindeki “köklü” değişiklikler anlatılıyor; maddi olmayan emek teorileri, canlı emeğin üretimden çekilmesi vb. ve kapitalizm altındaki ücretli emeğin üretim çıktılarındaki değişikler; metanın maddi varlığının büyük oranda yok olduğu anlatısı (web hizmetleri, telefon-tablet-bilgisayar uygulamaları-oyunları, duygusal, enformasyon odaklı vb.) birbirini tamamlayan anlatılar olarak ortaya konuluyor.

Tüm bu söylemler; işçi sınıfının devrimci rolünü yitirmesi, farklı toplumsal kesimlerin işçi sınıfı yerine özne oluşu, kapitalizmdeki uzlaşmaz emek-sermaye çelişkisinin önemini yitirmesi vb. biçimindeki yorumlamalarla ortaklaşıyor.

“dijital lordlar”


Emperyalist-kapitalist sistemin, dijitalleşmenin geldiği noktada bir bütün olarak üretimden savaşa kadar her şeyi yeniden biçimlendirdiği açık. Sanayiden savaş teknolojilerine, eğitimden hukuka, sağlığa kadar aklımıza gelecek her yerde dijitalleşme gerçekleşiyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin, dijitalleşmenin geldiği noktada bir bütün olarak üretimden savaşa kadar her şeyi yeniden biçimlendirdiği açık. Sanayiden savaş teknolojilerine, eğitimden hukuka, sağlığa kadar aklımıza gelecek her yerde dijitalleşme gerçekleşiyor. Bununla beraber, tüm bu alanlarda aynı zamanda yapay zekânın aktif kullanımıyla da bütünleşen bir süreç yaşanıyor. Tüm bu konuların şüphesiz, “değişen kapitalizm” adı altında Marksist perspektifle yeniden incelenmesi zorunlu hale geliyor.

Bu yazıyı yazarken, paylaşırken, sizler okurken tüm bu dijitalleşme araçlarını kullanıyor olduğumuzun farkındayızdır. Haliyle tüm bu araçların maddi üretim süreçlerinden geçtiği de açık.

Altın, gümüş, kobalt, bakır, kalay, alüminyum, platin, paladyum… Hayır, bildiğimiz tüm elementleri sıralamıyoruz. Bunlar, kullandığımız tüm bilgisayarlarda, tabletlerde, telefonlarda adaptörlerde, kulaklıklarda vb. tüm “dijital dünyayla” bağ kurulan araçların üretiminde kullanılan ve tarihe “kanlı madencilik” olarak geçen elementler. Bunların pek çoğu Meksika, Peru, Şili, Arjantin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti (Kobalt üretiminin %70’ini DKC sağlıyor), Endonezya, Myanmar, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi (Rusya, Çin, Kanada gibi ülkeler de dahil, ama bu ülkeleri “bağımsız kapitalist ülkeler” arasında sayıyoruz) dün “sömürge”, bugün ise “bağımlı” dediğimiz ülkeler oluşturuyor. Bu ülkeleri, sürekli olarak iç savaş ve darbeler içinde olmasıyla ve ivme kazanan işçi sınıfı ve halk hareketlerini kanla bastırılmasıyla da tanıyoruz.


Sadece kullandığımız dijital araçların madencilik sektörünü incelediğimizde bile karşılaşacağımız şeyler, “açık toplum” anlatıları, “demokrasi” şölenleri olmayacaktır.

Sadece kullandığımız dijital araçların madencilik sektörünü incelediğimizde bile karşılaşacağımız şeyler, “açık toplum” anlatıları, “demokrasi” şölenleri olmayacaktır. Emperyalist kapitalizmin saldırganlığı sadece bildiğimiz anlamda altın ve gümüş madenciliğiyle sınırlı değildir. Teknolojinin gelişimiyle diğer madenlerin de kullanım alanları keşfedildikçe, emperyalist saldırganlığın boyutları ve etki alanları da genişlemektedir. “Şeylerin farklı yönlerini ve dolayısıyla çok sayıdaki kullanım biçimlerini ortaya çıkartmak tarihin işidir.” “Mıknatısın demiri çekme özelliği, kendisi yardımıyla manyetik kutuplaşma keşfedildikten sonra yararlı hale gelmişti” (Marx, Kapital, 1. cilt)

Daha önce bilinen ama bu kadar yoğun kullanılmayan ya da bilinmeyen madenlerin bulunmasıyla madenlerin yeni kullanım alanları keşfedildikçe, kapitalist emperyalist sömürü çarkları da dönmeye başlar. Örneğin Kobalt madeninin bu kadar yoğun biçimde 90’lardan sonra enerji depolama için kullanılması, elektrikli arabalara doğru genişlemiştir ya da Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde Koltan’ın bulunmasıyla ve buradaki madenin bilgisayar çipleri için kullanılmasıyla emperyalist kapitalist savaşlara neden olmuştur.

Bu, uluslararası iş bölümünün bir parçasını oluşturur. Bu madenlerin çıkarılması, işlenmesi, kullanıma hazır hale getirilmesi, montaj sırasında kullanımı, bütünsel ürünün dağıtımına kadar bir üretim yelpazesinden söz etmemiz gerekir.

Sadece Apple’a küçük bir bakış atalım; Apple kendi denetim raporlarını tutuyor, haliyle resmî rakamlara ulaşılması nispeten kolay, buna rağmen tam doğruyu vermese bile kendi raporlarında dahi emek sömürüsünün boyutları görülebilir.

380 tedarikçiden 1.4 milyon ücretli çalışanı kapsayan Tedarik Zincirimizde İnsan ve Çevre (2024) raporunda, mesailerle (onların “gönüllü” dediği) beraber haftalık 60 saat çalışma ve 7 günde 1 izin hakkı olduğunu görürüz. Kendileri “60 saat” yazmasına rağmen, geçtiğimiz yıllarda 100 saati bulan “yasa dışı” çalıştırmalar haberlere konu olmuştu. Çalışanların bir bölümüne öğrenci ve stajyer sömürüsü de eklenmiş vaziyette. Bu çalışma saatlerinin ne kadar yüksek olduğunu anlamak için OECD’nin yeni resmi rakamlarına bakılabilir. Örneğin resmi rakamlar, Türkiye’de 45 saati gösterse bile, OECD rakamları 60 saatten fazla olduğunu söylüyor.

Apple, uzun çalışma saatleri, kanlı madencilik ve montaj sanayiyle beraber mutlak ve nispi artı değer sömürüsünü katmerleştiriyor. Daha birkaç sene önce Çin’de “Iphone Şehri” olarak bilinen Zhengzhou’da, pandemi döneminde, fabrikaya kapatılarak çalışmaya zorlanmalarına karşı binlerce işçinin eylemlerini hepimiz hatırlarız.

Güncel Kapitalizm

Büyük sermayeli teknoloji şirketleri “Muhteşem Yedili” olarak anılır. Apple, Nvidia, Microsoft, Amazon, Google, Meta, Tesla bu grubu oluşturur. Teknolojiyi en ileri şekliyle kullanan şirketlerin, tedarikçileriyle, taşeronlarıyla, alt şirketleriyle madencilik arayışının altında yatan kapitalist sömürüyü (ki madencilik alanında en ilkel aletler, çıplak eller hâlâ kullanılmaktadır) bir kenara bırakıp, kapitalist-emperyalist sistemin metropollerinin belirli alanlarını göstererek (unutulmamalıdır ki oralarda da “her şehir iki şehirdir” ve oralarda da iki sınıfın uzlaşmaz savaşımı sürer) işçi sınıfının kaybolduğu anlatısına gidilmesi. Bir bütün olarak sömürü mekanizmasını gizlemekle kalmaz, aynı zamanda sömürü sistemine karşı uzlaşmaz sınıf karşıtlığını ve devrimi yapacak öznenin de kaybolduğu sanısını bize sunar.

Madencilik alanında en ilkel aletler, çıplak eller hâlâ kullanılmaktadır

Bu anlatılardan biri de teknoloji devlerine bakarak üretilen tekno feodalizm anlatısıdır. Asıl kâr biçimini örneğin Amazon’da olduğu gibi kendi bünyesinde dijital olarak kurulan “dükkânlar” üzerinden sağlanan rant sisteminin oluşturduğunu öne sürer. Hatta sanayi burjuvazisinin bile bu “dijital dükkânlar” aracılığı ile artık eski konumunu yitirdiğini belirtir.

Giderek onlar da bu rant biçimi yüzünden dijital lordlar tarafından sömürüldüklerini alttan alta işlerler. Dijital serflik ile de üretim araçları üzerinde egemenliği olmayan işçi sınıfının yerine, sömürülen ama kendi bağımsızlığını koruduğunu iddia ettiği çalışanlara görece özerklik verir. Dijital platformlarda (Amazon, Temu, Uber vb.) çalışan işçiler üzerindeki emek kontrolünün bırakalım bağımsızlığı, kapitalistlerin verimlilik anlayışına uygun olmayan eksik ya da fazladan atılan adımları bile algoritmalarla ölçüp baskı unsuru haline getiriyorlar.

Şüphesiz kapitalizm, çürüdükçe kendisinden önceki üretim biçimlerini kendisine içkin bir biçimde kullanır ya da onunla benzerlik gösterebilir. Kobalt madenini çıkarmak için çocuk ve köle emeği kullanırken, rant biçimlerini de çeşitlendirerek kullanır ya da mülksüzleştirme yoluyla ilkel birikim tarzlarını hâlâ sürdürebilir. Ya da daha önce metalaştırma yoluyla sömürü konusu olmayan şeyleri de kapitalist ekonominin halkası haline getirebilir.

Bunu kapitalist-emperyalist ilişkiler içinde takip etmediğimizde, geliştirilen enformasyon toplumu, tekno feodalizm, yeni ilkel birikim, saray rejimi, mafya düzeni gibi kurgular emek-sermaye savaşını silikleştirip, burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz sınıf karşıtlığını gizler. Evrensel gelir dağılımı, sistem içi küçülmeci çözümler, sivil toplumcu anlayışlar, ideal kapitalizme, reformist ütopik anlatılarıyla ilintili olarak da sistem içi suni “çözümler”le pekişir.

Marx’ın, Kapital’in 1. cildinde göstermiş olduğu gibi artı değer üretiminin aracı olma bağlantısını yitirdiğimizde, teknolojinin nasıl kullanıldığının da izlerini yitiririz. Haliyle emperyalist metropollerden, bağımlı ülkelere kadar emperyalist-kapitalist uluslararası iş bölümünün geldiği noktayı da kaçırırız.

Emperyalist-kapitalist uluslararası iş bölümü, teknolojinin kullanımını da belirler. Bugün Türkiye gibi ülkelerde daha yüksek teknolojili üretimlere, “yeşil dönüşüm” politikalarına kadar emperyalistlerin ayırdıkları fon biçimlerini sadece basit “kukla-kuklacı” ilişkisine indirgemekle, Türkiye kapitalizminin içsel gelişimini, Türkiye’nin Orta Doğu ve özelde Kürdistan’da yürüttüğü emperyal çıkarlarına kadar iç ve dış sömürü mekanizmalarını anlamaktan uzaklaşır ve burjuva milliyetçiliğin, tekno milliyetçiliğe ve eko-milliyetçiliğe kadar genişlemiş halini de kavrayamayız.

Kapitalizmin teknolojik olarak geldiği boyut, ütopik reformist anlayışlardan, tekno milliyetçi anlayışlara kadar bir bütün oluşturur böylece.


Sınıfların kaybolduğu anlatıların karşısında görüyoruz ki bir taraftan mutlak ve nispi artı değer sömürüsü, teknolojinin geldiği boyutlarla katlanarak artarken, bir taraftan da işçi sınıfının nicel artışı ve nitel gelişimi bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.

Sınıfa Karşı Sınıf Hâlâ Güncel

Sınıfların kaybolduğu anlatıların karşısında görüyoruz ki bir taraftan mutlak ve nispi artı değer sömürüsü, teknolojinin geldiği boyutlarla katlanarak artarken, bir taraftan da işçi sınıfının nicel artışı ve nitel gelişimi bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Dünya genelinde proleterleşme dalgası yayılıyor. Kayıtlı ve kayıtsız çalışanların sayısı üç buçuk milyar kişiyi geçmiş vaziyette. Aynı zamanda da kronik işsizliğin arttığı bir dönem. “İşçilere, sayılarını sermayenin kendini değerlendirme ihtiyaçlarına uydurmaları vaazını veren iktisadi bilgeliğin saçmalığı ortaya çıkmış bulunuyor. Kapitalist üretim ve birikim mekanizması işçi saysınını sürekli olarak ihtiyaçlara uydurur. Bu uydurma, bir göreli artık nüfusun ya da yedek sanayi ordusunun yaratılması ile başlar, faal sanayi ordusunun gittikçe büyüyen katmanlarının sefaleti ve yoksulluğun safrası ile son bulur” (Marx. Kapital, cilt-1). Bununla beraber yine OECD’ye bakarak bile diyebiliriz ki dünya genelinde reel ücretler düşüyor.

Teknolojik gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, teknolojinin kapitalist kullanım biçimi yürürlükte oldukça artı değer üreten emek gücü, kapitalist kullanım biçimlerine uygun olarak düzenlenir. “Üretimi geliştirmeye yönelik bütün araçlar, üreticinin egemenlik altına alınmasını ve sömürülmesini sağlayan araçlar haline gelir” (Marx, Kapital, cilt-1). Türkiye’den de görebileceğimiz gibi çalışma saatleri uzar, teknolojiyle nispî artı değer üretimi yoğunlaşır, reel ücretler düşer (sınıf mücadelesi sayesinde ücretlerin yükselmesi gerçekliğini atlamadan… ancak yine de bu, işçi sınıfının toplam üretimi gerçekleştirip, artı değerin bir parçasını kendi hanesine yazmasıdır). “Yine de aldığı ücret ne kadar yüksek ya da düşük olursa olsun, işçinin durumunu, sermaye birikmesi oranında, kötüleştirmek zorundadır” (Marx, Kapital, cilt-1)

Haliyle bugün gelinen aşamada, sınıflar kaybolmuyor, sınıflar arası uzlaşmaz çelişki dünya çapında yayılıyor. “Bir kutuptaki zenginlik birikimi, aynı zamanda öteki kutuptaki, yani kendi emeğinin ürününü sermaye olarak üreten sınıfın yer aldığı karşı kutuptaki sefalet birikimidir.” (Marx, Kapital, cilt-1, sf. 623)

Sosyal devrimin öznesini bugün için de yeni bölükleriyle beraber işçi sınıfı oluşturuyor. Sınıfın kaybolduğu ya da eskisi gibi özne olmadığı belirlemeleriyle, postmodern ve yapısalcı anlayışlar her ne kadar kendi konumlarına doğru toplumu uyarlamaya çalışsa da devrimci özne olarak işçi sınıfının nicel ve nitel yükselişi ortadadır.

Kapitalizme Karşı Sosyalizm Hâlâ Güncel

“Tarihin sonu” anlatıları, evrensel gelir dağılımı, sistem içi küçülmeci anlayışlar, reformist-ütopik çıkış yolları, otonomcu, anarko komünist biçimler, sadece işçi sınıfının devrimci konumunu değil, aynı zamanda sosyalizmin kendisini de bulanıklaştırmaktadır. Bu “açılım”lardan bir kısmı “elveda proletarya” derken, bir kısmı da işçi sınıfını yaratılan kapitalist yıkımın ortağı yapıyor. Temel çelişkiyi bulanıklaştırmakla beraber, sosyalizmi yaratacak devrimci gücün kendisini de silikleştiriyor.

Kapitalist emperyalist sistemin krizli varoluşuna, bölgesel ve genel paylaşım ve hegemonya savaşlarına, emek ve doğa yıkımına karşı sosyalizm ihtiyacı, gün geçtikçe sadece işçi sınıfının değil toplumun ve bir bütün olarak doğanın da kurtuluşunu getirecek olmasıyla beraber artıyor.

Sosyalizm, doğrudan toplumsal üretim koşullarının yaratılması, sadece açlık ve yoksulluğu bitirmesi yönünden değil, doğanın yıkımını da önleyecek yegâne yol olarak önümüzde duruyor. Sosyalizmde, emek ve doğa üzerindeki kapitalistin makine kullanım biçiminin egemenliği ortadan kalkar, doğayla uyumlu hale getirilmiş üretim koşullarının yaratılmasıyla, emeğin de çalışmanın yıkıcı yanlarından kurtuluşu sağlanır. Haliyle, kapitalizm altındaki felaketlerden çıkış yolu da hâlâ sosyalizmdedir.

Merkan Aksoydan

Kaynaklar:

Apple Tedarik Zinciri Raporu: https://www.supplychainreports.apple/home/default.aspx

Dünya’da işçi sayısı araştırması: https://data.worldbank.org/indicator/SL.TLF.TOTL.IN

OECD verileri: https://www.oecd.org/en/publications/2023/07/oecd-employment-outlook-2023_904bcef3.html?appId=aemshell

Yararlanılan diğer kaynaklar: Dijital Emek ve Karl Marx, Medya, Meta ve Sermaye Birikimi, Kapital Cilt-1