Sivas katliamı üzerine çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Bir yıldönümünde daha, yine Sivas yangını hatırlanıp benzer şeyler tekrarlanacak. Bu yangını unutmamak için yapılanlar ve söylenenler önemlidir. Ama yalnızca görüneni ve bilineni tekrar etmek, farkında olmadan gerçeği karartmaya hizmet ediyor. Sivas yangını hiç sönmedi, tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayılarak sürüyor. Ama daha büyük yangın içimizde yanıyor, bilincimizdeki bulanıklık olarak sürüyor. Sivas’taki yangın, 27 yıl önce yaşandı bitti yanılgısı olarak sürüyor. Evet, Sivas’taki yangın kalleşçe 33 insanımızın, 33 canımızın bedenlerini kül ederek söndü ama bilinçlerdeki bulanıklık yangından beter sürüyor.
Sivas’ta bizleri yakanlar kimlerdir? Hala gerçek katilleri doğru tanımadığımız için, Sivas yangını hem içimizde hem tüm ülkede büyüyerek sürüyor. Sivas’ın katillerini doğru tanıyamazsak, 27 yıldır devam eden yangınlardan daha beter yangınlarla karşılaşacağımız açıktır. Sivas ve sonrasında yakılan, tanklarla, uçaklarla yıkılan Kürt şehirleri; yıkılan mezarlar, mezarından çıkarılan ölüler, yerle bir edilen cemevleri, hala gözümüzü açmamışsa, yangın çok derinlerde sürüyor, bilincimizi yakıp kül etmiş demektir.
Bir soruyla devam edelim: Sivas’ta 33 canımızın gerçek katilleri kimlerdir? Bu soruya Alevi kurumları başta olmak üzere, laik-demokrat geçinenler hangi cevabı verecek? Varsa yoksa sabah akşam, herkes dinci yobazlara, laiklik düşmanlarına, şeriat isteyenlere küfür ve lanet yağdırarak geçiriyor. Bu söylediklerimiz, daha da güçlenmiş ve kitleselleşmiş olan katiller güruhunun, bütün Türkiye toplumunu zehirli örümcek ağları gibi sardığı gerçeğini, göz ardı ettiğimiz anlamına gelmez. Tersine, bu katiller sürüsü, daha büyümüş, daha kitlesel katliamlar yapmak için pratik olarak daha tecrübeli ve silahlanmış biçimde, hazır durumdadır. İtirazımız, bu katiller ordusunun asıl suçluların gizlenmesinde perde olarak kullanılmasıdır. Herkes kafasına çivi gibi çaksın, Türkiye’de devlet himayesi olmadan (devrimci güçler dışında), kuşlar bile kanadını oynatamaz. Devletin kontrolü dışında mafya, suç örgütü, faşist, dinci vb. hiçbir gerici güç örgütlenemez ve katliam yapamaz.
Kim Sivas katillerini, devletin dışında görüyor ve gösteriyorsa, o katillerle suç ortaklığı yapmaktadır. Kim bu katliamda, resmi-sivil, bu devletin ve düzenin kurumlarının, sorumluluğunu örtüyorsa, o bu katliamın suç ortağıdır. Kim Sivas katliamında, devleti, TSK’yı, Cumhurbaşkanlığını, TBMM’yi, düzenin siyasi partilerini dışta tutuyorsa, asıl katilleri gizliyordur. 33 canımızın asıl katilleri, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakanı Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş’tir.
Sivas katliamında eli temiz olanlar, bu katliama bulaşmayanlar, yalnızca, bu devletle uzlaşmaz mücadele içinde olanlardır. “Devletin tedbir almakta gecikmesi” ve benzeri yarım ağızla eleştiri yapanlar, bu düzenin kurucu partisi CHP’yi aklayanlar, laiklik üzerinden dönemin faşist devlet kurumlarını mazur görenler, bu suç ortaklığının içindedir. Bu temelde, sahte laiklik üzerinden üstü örtük devlet savunuculuğuna soyunanlar, katiller kadar bu suçun içindedir.
Çok uzak değil, yakın tarihimizde, bunun benzeri katliam ve katliam girişimlerinin onlarca örneği vardır. Maraş şehri iki gün camilerden yapılan çağrılarla ve namazdan çıkan kışkırtılmış canilerle yakıldı ve yüzlerce insan en iğrenç yöntemlerle katledildi, IŞİD’i kıskandıracak canilikler yapıldı. Karnında bebeğiyle hamile kadınlar, 70’lik yaşlılar, bıçaklarla doğrandı. Yine IŞİD’i kıskandıracak canilikler Çorum’da uygulandı. Sivas Madımak’ta, Türk IŞİD, Cuma günü selalarla toplandığı camilerden, tekbir naraları ve cihat çığlıklarıyla insanları yaktı. Aleviler, demokratlar, laik Kemalistler bunları unutmuş olabilirler ama onlar bugün her yerdeler. Daha önemlisi, sahiplendiğiniz devletinizin tepesinden tabanına her yerindeler.
Kanlı Maraş katliamında CHP, hükümette; Sivas yangınında hükümet ortağıdır. Bu büyük katliamlar, öyle bilinmeden bir anda olmadı. Bağıra bağıra bugünkü gibi geldi. CHP, bunları önlemek bir yana, kılını kıpırdatmadığı gibi bunlara çanak tutan tavırlar sergiledi. Tehdit olarak, faşist saldırganlığa karşı silahla direnen devrimci güçleri gösterdi ve emrindeki polis ve devlet kuvvetlerini onların üzerine sürdü. Bu katliamlarda halk, iktidar olan Ecevit’e, İnönü’ye güvendi ve katillere kurbanlık koyun gibi yakalandı. Katliamlara çanak tutan CHP iktidarları, katliamlardan sonra da katillerin üzerine gitmedi, yaptığı yapanın, kestiği kesenin, yaktığı yakanın yanına kar kaldı.
Bilinçlerdeki bulanıklığı kavramak için tarihsel örneklerle devam edelim. İmam Hüseyin’i Kerbela’da kimler katletti? Birileri bu soruya Şimr diye cevap verirse doğru söylüyordur ama doğruyu eksik söyleyerek alçakça hile yapıyordur. İmam Hüseyin’i Şimr ve emrindeki askerler katletmiştir, ama gerçek katiller Emevi devleti ve onun yöneticileridir. Hile buradadır, maşalar öne çıkarılıp gerçek katiller unutturulmak istenmektedir.
TC’nin önceli olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, üç kıtadaki tarihi, halk kitlelerine uygulanan katliamların tarihidir. Osmanlı İmparatorluğu, üç kıtada katliamlar yapmıştır ama en büyük katliam ve soykırımları Kürdistan ve Anadolu’da gerçekleştirmiştir. Vakanüvislerin yazdıkları, on binlerce sayfalık tarihi metinlerin, her sayfasından kan damlamakta, başta Alevilere uygulananlar olmak üzere, bu katliamlar anlatılmaktadır.
Osmanlı’dan TC’ye geçen ikinci katliamcı anlayış, bellek yıkımıdır ve fiili katliamlardan daha tehlikelidir. Osmanlı, tüm katliamlarıyla bilinmesine rağmen, aydın geçinen geniş bir taifece hala hoşgörülü bir imparatorluk olarak tanıtılır. Unutturmak, yeni katliamlara hazırlıktır. Ermeni halkının dünya tarihine geçen büyük soykırımı unutturulduğu için arkasından Kürt katliamları gelebilmiştir. Kürt halkına uygulanan soykırım boyutlarındaki katliamlara sessiz kalanlar, bilsinlerki kendilerini kesecek kılıçları bileylemektedirler.
Aleviler ve kendisini laik gören devletçiler, Kürtlere yapılanları görmüyor musunuz? Bugünkü İslamcı iktidar, sözde tüm Müslümanları kardeş olarak görüyor. Din kardeşleri olarak gördükleri Kürtlere bunları yapanların, dinsiz kâfir addettikleri Alevilere ve laiklere gül atmasını mı bekliyorsunuz? Kürtlere yapılan soykırım boyutlarındaki katliamlara bigâne kalmak, büyük bir aymazlıktan önce, yeni katliamlara çanak tutmaktır.
İçerde Kürdistan’ı yakıp yıkan bu devlet, dışarda, Suriye’de, bir ülkenin ve bir toplumun tam olarak kan deryasına bulanıp, talan edilmesine çanak tutan en kirli mezhepçi politikaları sürdürmektedir. Suriye’nin yıkılmasından, Tayyip ve arkasında duran Türk devleti sorumludur. Sayısı 10 milyonu aşan Suriye vatandaşının, yerlerinden yurtlarından koparılması gibi bir caniliğin, birinci dereceden sorumlusu, AKP ve Türk devletidir.
Kimse, bu selefi canilerinin, yalnız Suriye, Irak, Libya gibi ülkelerde faal olduğunu düşünmesin. Onların bugün en güçlü ve örgütlü olduğu yer Türkiye’dir. Türkiye devleti, bu canilerden yüz bin kişilik bir ordu kurduğunu resmi olarak açıklamıştır. Aynı zamanda binlerce IŞİD, Nusra kalıntısı ve onlarca selefi cihatçı örgüt; AKP, tarikat ve resmi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurumlarına yerleşmiş üniformalı cihatçılar tarafından açıkça desteklenmekte, teşvik edilmekte, maddi ve manevi olarak beslenip büyütülmektedir. İslamcı katliamcılar ve cihadist örgütler, artık yerlidir ve dışardaki cihada destek değil, zamanı geldiğinde Türkiye’yi cihat ülkesi ilan etmeye hazırlanmaktadırlar. Hazırlık tamamlandığında ilk saldırı hedeflerinde Aleviler ve laikler olacaktır. Suriye’de bunu sloganlaştırdılar: “Hristiyanlar Lübnan’a, Aleviler Mezara!” Hristiyanlar direk katledilmiyor, çünkü İslam’a davet edilebilirler; Aleviler ise direk “katli vacip” kategorisindeler. Alevilerin malları ve ayrıca mal olarak görülen Alevi kadınlar ve çocuklar helal kabul ediliyor. Aleviler adına konuşan kişi ve tüm kurumlar, bunları bilmiyorlarsa, Alevilik adına tek laf etmeden, halktan özür dileyerek bulundukları tüm görevlerden istifa etmelidirler. Yok, eğer bunları biliyoruz diyorlarsa, o zaman laf söylemek dışında hangi pratiğin sürdürücüsü olduklarını sorgulamalıdırlar?
Maraş, Çorum, Sivas’ın üzerinden onlarca yıl geçti, unutuldu diyelim. Daha dün Halep’te ve Antakya sınırında yaşayan yüzlerce Suriyeli Alevi, bir gece yarısı yataklarından alınıp boğazları kesilerek katledildi. Ve sekiz yıldır Suriye’de, selefi-cihadist güruhların işgal ettikleri bölgelerde katledilmek için tek yeter soru şudur: Alevi misin? Bu soru sorulduğunda, infaz eylemi başlıyor. Tabii şanslı olanlar kurşunlanarak katlediliyorlar. Ama genellikle vakitleri varsa, hareket halinde değillerse, saatler günler boyu süren işkencelerle katlediliyorlar. Bütün bunlar kapımıza dayanmış durumda. Halep’tekiler gibi bir gece, bir Alevi köyü, yaşayanlarla birlikte ateşe verilebilir. Herhangi bir gün, Antep’te mesela, bir Alevi düğününde veya bir cemevinde taziye veya cem topluluğunda patlayan bombayla yüzlerle insan katledilebilir. Bu bir tahmin değil. Bizzat Ankara savcılığının hazırladığı IŞİD iddianamesinde, basılan bir karargâhta ele geçen dokümanlarda yer alıyor. Kürt düğünleri oluyor, saldırabiliriz diyorlar ve Antep’te bu gerçekleştirildi. Aynı belgelerde, Antep, Maraş, Sivas, Erzincan ve başka şehirlerde Alevilerin yaşadığı köylerin kayıtları bulundu. Aynı zamanda büyük şehirlerdeki cemevi, dernek vb. tüm Alevi kurumlarının adresleri çıktı. Sahi, sizce bu bilgileri, Alevilere barış ziyaretleri yapmak için mi topluyorlar?
Cihatçılar ne yaptıklarını biliyor. Onları sıradan, gözü dönmüş katiller ve rastgele hareket eden kimseler diye düşünenler, çok büyük hata ve gaflet içindedir. Türk Cihadı, Suriye Cihadından eskidir ve en az onlar kadar örgütlüdür. Türkiye cihatçıları, 1979’da Afganistan’dan bugüne devlet ve tarikat desteğiyle geliyorlar. Bosna, Çeçenistan, Irak ve son olarak Suriye savaşlarında, teknolojik silahlarda uzmanlaşmış olarak savaş yeteneklerini geliştirdiler. Aynı zamanda, yüksek bir siyasal bilinç ve muazzam düzeyde bir örgütlü disiplin içinde faaliyet gösteriyorlar.
Bunlar, ilk eğitimlerini CIA’den aldılar ve bu yüksek düzeyi geriletmeden devam ettiriyorlar. Aynı zamanda, dönemsel olarak, yerel devletlerin gizli servislerinin bir kolu olarak çalıştılar, sonradan farklılaştılar. Pakistan bunun bilinen, Türkiye tam bilinmeyen örneğidir. Pakistan, Afganistan’daki Taliban’a verdiği devlet desteğini, güçlü ve örgütlü bir Pakistan Taliban’ı yaratarak ödedi ve şu anda Veziristan denilen bölge tümüyle cihatçıların kontrolünde. Pakistan’ın birbirinden dinci ve gerici iktidar klikleri çaresiz durumdalar. Türkiye Cihadı, Pakistan gibi açık ve bilinir değil ama kimse Pakistan’dan daha zayıf ve geri olduğunu sanmasın. Türkiye Cihadı, çok yol aldı. Hiç kimse “burası Türkiye, burada öyle şeyler olmaz” aptallığına yatmasın. Türkiye devleti, en az Pakistan devleti kadar cihatçılarla iç içedir. Ta Afganistan’dan beri bu işbirliği ve aktif devlet desteği, biçim değiştirerek, ama daha komplike ve daha karmaşık ilişkiler ağı olarak devam etmektedir. Faşist devlet, Afganistan’daki faaliyetlerinde olduğu gibi Bosna, Çeçenistan Somali ve Balkan ülkelerindeki tüm faaliyetleri, bizzat örgütleyip koordine etmiştir.
Bunlar bilinmeyen işler değil. Bir tarihte Rus gemisi, Trabzon limanına bizzat MİT eliyle kaçırılmıştır. Benzeri, Türk resmi devlet kurumlarının örgütlediği birçok olay vardır. Türkiye cihatçılığı uzun bir tarihe, devlet desteğine dayanan bir geçmişe ve yapılanmaya sahip. Daha önemlisi, Türkiye cihatçılığı bütün tahminlerin ötesinde büyük devasa insan kaynaklarına sahip. Türkiye’nin en güçlü ve etkili siyasal örgütleri tarikatlardır ve bu tarikatların yaygın ve büyük olanların yanı sıra, yüzlercesi irili ufaklı kollar ve yuvarlar halinde tüm Türkiye’yi bir örümcek ağı gibi sarmıştır. Toplumun her kesimine ve tüm coğrafyamıza yayılmıştır. En yaygın ve geniş ilişkilere sanıldığının tersine, kırlarda değil metropollerde ve işçi sınıfının düşük gelirli ve belirsiz koşullarda çalışan en yoksul kesimlerinde örgütlüdür. Aydınlar içinde, esnaf ve gençlik içinde, kadınlar arasında canlı ve aktif örgütlüdür. Daha önemlisi, tarikatlar, uzun bir dönemdir sistem ve devlet içinde, devletin bilinen ve bilinmeyen tüm kurumlarında etkin ve yetkin karar verici durumundadır. Ve zurnanın zırt dediği nokta, modern Türkiye Cumhuriyetinin tüm güvenlik kurumları tarikatları geri bırakacak düzeyde gerici, Türkçü, dinci faşist ideolojilerle donanmış, fanatik halk ve devrim düşmanlarıyla doldurulmuştur.
Her tarafta Alevi kurumları var, bir kimse çıkıp söylemiyor mu; bu kurumlar bugün bizim can alıcı sorunlarımıza karşı duyarlı değillerse yarın neye yararlar? Maraş’ı düşünün, Maraş yakılıp yıkıldığında, Çorum kan gölüne döndürüldüğünde, Sivas yaşanmaz hale getirildiğinde kaçtık, büyük şehirlere geldik, şimdi cihatçıların keskin bıçağı buralarda da boğazımıza dayandı, gidecek yerimiz yok. Kendimizi ve kendimizle birlikte tüm laik demokratik güçleri savunmak için hazırlanmak zorundayız. Bu hazırlıklarda kurumların rolü önemlidir. Günümüz Aleviliğinin en önemli sorunu örgütlenme sorunudur. Bu sorun, bugün oldukça karmaşıktır. Alevilik, hem örgütlü hem örgütsüzdür. Alevilik bugün en örgütlü döneminde denilebilir; ama bir örgütler enflasyonu yaşanmaktadır. Enflasyon bir olgunun bollaşarak değersizleşmesidir. Cemevleri ve sayısız dernek var; haklarımıza, kültürümüze, tüm değerlerimize, daha öteye geleceğimize ve varoluşumuza yönelik tam bir imha saldırısı yürürlükteyken bu dört duvarlar arasında sızlanıp duruyoruz. Alevilik adına, yaygın ve her köşe başında bir araya gelenlerce, kişisel çıkar ve amaçlar için değişik adlar altında örgütler kurulması ve bütün bu sayısız örgütlerin birbirleriyle çıkar ve menfaata dayalı keskin rekabetleri, örgütlülüğü öldüren bir rol oynamaktadır. Toptancı bir mantıkla tüm Alevi kurumlarını aynı kefeye koymuyoruz, sorumluluk duyan örgütler zaten bu söylediklerimizle hemfikirdir. Soykırım ve katliamcılık bu devletin genlerindedir ve bu mekanizma yıkılıp yerle bir edilmeden katliamcılık durmaz. Bu görev yerine getirilmeden Sivas yangını bütün ülkeye sıçrayacaktır. Ek olarak, Sivas yangının tümden söndürülmesi için, kızgın kor olarak bedenlerimizden çok, bilincimizi ve ruhumuzu yakıp kavuran içimizdeki devletçi ihanetin tasfiye edilmesi zorunludur.
Kaynak: Komün Gücü