Siyah İktidar kuramı: Modernleştirme siyaseti – Halil Yıldız

Yeni bir sınıf ya da grup, hakim sistem içerisinde kendine bir yer açmak istiyorsa öncelikle eski düzene ait değer yargılarını reddetmek ve sonra değiştirmek zorundadır. Marx, “hakim sınıfın ideolojisinin aynı zamanda toplumun hakim ideolojisi olduğu” tespitinde göstermek istediği noktada burasıdır. Eğer toplumu değiştirmek, mevcut sınıfı iktidardan düşürerek devrimci olan sınıfı iktidara taşımak istiyorsanız, öncelikle hakim sınıfın şekillendirdiği bilinç süreçlerinin ve bu bilinç süreçleri üzerine kurulan toplumsal ilişkilerin retorikten-öze kadar sorgulanması-savaşılması zorunluluktur.  Hele bu Amerikalı siyahlar için iki kere zorunluluktur. Siyah hareket, Amerikan toplumunun çürümüş değerlerine, kurumlarına meydan okuyan sorular sormak zorundadır. 

Carmichael, bu sorgulama sürecinin ön adımı olarak “önce kendimizi tanımlamamız gerek. Başka çare yok, tarihimizi ve kimliğimizi o kültür terörizmi denilen beladan, kendi bokunu örten suçlu beyazın yağmasından kurtaracağız.” der ve devamında siyahların kendi içlerinde ve toplumla kurduğu ilişkilerde kendilerini yeniden anlamlandırmak için siyahların yeni kavramlar üretmesi ve bu kavramları tüm Amerikan toplumuna kabul ettirmesi gerektiğini vurguluyor.

Bu nokta oldukça önemlidir. Burjuvazinin değer yargıları ve burjuvazinin “kültür terörizmi”i ile kötürüm hale getirdiği fikirlerle,  burjuvaziye karşı savaşılamaz. Burjuvazinin tek bir değer yargısı vardır, o da sömürüdür. Ancak yoksullar bu “bu çıplak sömürüyü” görürse sistem ayakta kalamaz. Bu sömürünün kültür-felsefe-sanat-tarih ezcümle üstyapı kurumlarıyla   kitleler nezdinde yanılsamalı bir bilince dönüştürülmesi, zihnine bir sır perdesi çekilmesi gerekir. Bu üstyapı kurumları birer “rıza üretim” imalathaneleridir. Bu yanılsamalı bilincin merkezine ise “birey” konulur. Ki ancak böylelikle rekabetçi bir toplum yaratılabilir. 

Burjuva iktisatın en temel kuramı olan arz-talep dengesi, “rıza üretim imalathanesinin” en bayat ürünlerinden birisidir. Çünkü arzı belirleyen talep değil, talebi belirleyen arzdır. Bir fabrika herkese üç tane kazak sattım, artık talep kalmadı diyerek kapısına kilit vurmaz. Çalışmaya devam etmek zorundadır. Üç kazağı olan bir insan niye dördüncü bir kazak alsın ki? Bu durumda burjuvazi dördüncü kazağı nasıl satacak? İşte burada moda devreye girer. Moda, dördüncü kazağa talebi olmayan bir insana dördüncü kazağı satın aldırabilmesi için “herkes siyah kazak giyiyor sen farklısın bu yüzden kırmızı kazak giymelisin” önermesiyle bireyi ikna etmek için vardır. Bireyin böyle saçma bir önermeye ikna olması için, öncelikle “kendisinin biricik” olduğuna ikna olması gerekir. Bu sürgit böyle devam edecektir. Herkes kırmızı kazak giyerse bu sefer başka renkte veya modelde bir kazak üretilecektir. Tüm kombinasyonlar tükense bile bu sefer “nostalji” satılacak bir metaya dönüşür.

Gene asgari ücretli çalışan bir işçi, işyerinde kendisinden daha yüksek para kazanan ve daha önce kendisiyle aynı parayı alan bir örneklem olduğu için, bir gün kendisinin de o ücreti alabileceğine ikna olur ve asgari ücretle çalışmaya devam eder. Dahası patronun gözüne girmek için yapması gereken işten daha fazla çalışır. 

Çatal-kaşık üretiliyorsa, çatal-kaşıkla yemek yemeyen komüniteler ve halkların “barbar” olduğu fikri yerleştirilmelidir. Burada özne olan yemeğin kendisi, yanılsamalı bilinçle özne olmaktan çıkacak ve “özne” olanın çatal bıçak olduğu zannı gelişecektir. Özne olan “yanılsamalı bilincin” nesnesi haline dönüşür.  Doğal olarak burjuva iktisat kuramının temel tezlerinden biri daha “mutlak bilim” haline gelir. “İnsan ihtiyaçları sınırsızdır.” Kapitalizm, “doğaya yabancılaşan insan, insana yabancılaşan bir doğa” sistemidir. Marx bu ilişkiyi çözümledikten sonra, başağı duran şeyi bir kez daha ayaklarının üzerine doğrultur: “Doğallaşan insan, insanileşen doğa”. 

Düşünce alanı, sınıf savaşımının lojistik ve strateji mevzisidir. Bu mevziyi yeterince güçlü tahkim edemezsek ön cephede ne kadar kahramanca savaşırsak savaşalım yenilgi kaçınılmazdır. Milletler Arasında Siyaset çalışmasında Morgenthau iktidarı, “insan zihni üzerinde kurulan ruhsal denetim” olarak tanımlar. “Uhuru” Afrika kıtasında yaygınca kullanılan “özgürlük” anlamında bir sözdür. Ama Afrikalılar uhuru tanımını kullanabilmek için sömürgecilerin “liberta”sıyla savaşmak zorunda kaldılar. Hollywood sinemasında Kızılderililer savaş kazandıklarında “katliam”, beyazlar kazanırsa “zafer” olarak gösterildi beyaz perdede. Amerikalılar, İngilizlere karşı savaşlarının adına “devrim” dediler, İngilizler ise “isyan”. Bugün Trump isyancılara çapulcu diyor, tıpkı Gezi ayaklanmasında bize yapıştırılan yafta gibi. Gene Amerikan İç Savaşı sonrası Güney’in kalkınma sürecini, Amerikan tarihçileri “kurtuluş” diye açıklar. Bu dar kafalı yaklaşım aslında şunu ima etmektedir: “Köle emeği yüzünden, Güney’deki üretici güçlerin gelişiminin önü tıkanmıştır. Kölelik kalktığında üretici güçlerinde önü açılmıştır.” Onlara göre Güney’in kalkınmasını bile köleler engellemiştir! 

Lavis Carrol’un “Aynanın İçinden” romanında yer alan şu diyalog meramımızı anlatmakta oldukça isabetlidir.

“Ben bir sözcük kullandığım zaman” dedi Humpti küçümseyici bir edayla “O sözcük ben ne anlama gelmesini istiyorsam o anlama gelir.”

“ama” dedi Alice “Bakalım sözcükleri istediğiniz gibi değişik değişik anlamlara gelmeye razı edebilecek misiniz?”

“Asıl mesele” dedi Humpi “O anlamlardan hangisi kazanacak? Sen ona bak.”

Amerikan eğitim sistemi, Amerikan toplumunun çürümüş değerlerinin kokusunun çıkmasını sözcükleri kendi istediği anlamlara çekerek engelleyebilmektedir. Kimse Amerika’nın “özgürlükler ve fırsatlar ülkesi” diye anılmasını yadırgamaz. Çünkü çocukluklarından itibaren bu önkabul Amerikan toplumunun kafasına çivi gibi çakılmıştır. Amerika önce “komünizme” sonra “İslam’a” karşı demokrasinin koruyucusudur. Bu iddiayı Amerikan toplumunda “acaba”yla karşılayan çok az insan vardır. Siyahlarla ilgili bir takım yakıştırmalar da tıpkı bir önkabul gibi çocukluklarından itibaren Amerikan toplumunun iliklerine kadar işlemiştir. 

Örneğin “bütünleşme” kavramı beyaz Amerikalı için siyahlarla beyazların evlenebilme, sevgili olabilme hakkıdır. Siyahlar için ise ekonomik ve siyasal olarak koşullarını iyileştirebilecekleri bir eşitlik arzusudur. Oysa baktığınızda birçok siyah eşitliğin göstergesi olarak deri rengi farklı insanların ilişkiler kurabilmesini “bütünleşme”nin ispatı olarak kabullenmiştir. Tıpkı Türkiye devletinin kadına seçme seçilme hakkını Avrupa’nın birçok devletinden önce tanımış olmasının bir gelişmişlik ve batılılaşma imgesi olarak sorgulanmaması gibi. Avrupa’da işçilerin sosyal hakları, çalışma koşulları ve kazançları gelişmişliğin göstergesi değil midir? Acaba cumhuriyet niye işçi hakları kerteriz alınıp kıyaslanmaz? Kadının seçme seçilme hakkı ilk tanınan ülkelerden biri Türkiye argümanı dillerden düşmez. Ama işçi hakları konusunda yapılan ve hala yapılmamış yasal düzenlemeler Avrupa’da hangi tarihlerde olmuştur?  

Siyah İktidar kuramına göre siyahların kendisini yeniden tanımlaması yalnızca “siyahların” yapabileceği bir iştir ve kimsenin buna hakkı olamaz. Siyah Hareket, 1960 lardan itibaren bu çabayı  görünür kılmaya başlamıştır. “zenci” tanımına karşı, 1960’larda bir öfke kabarması yaşanmıştır. Birçok siyah kendisini “afro-amerikan” yada siyah derili halk olarak tanımlamaya başlamıştır. Bu kavramların hepsi sorunlu görülebilir ama asıl önemli olan, kendilerine dair kendi imgelerini kuruyor olmalarıdır. Bir kere kendini düşmanın gözünden görmekten kurtuldun mu,  düşmanın düşünsel tahakkümünden kurtuluşunda geri dönülmez yolculuğuna çıkmışsın demektir. Düşmanın gözünden kendimizi görmekten kurtulduğumuzda küllenmiş savaş ateşimiz yeniden alev alacak, varoluşçuluğun  yerçekimsiz “hiç” uçurumunda durmadan düştüğümüz ve çakılıp ölmeyi bile dileyebildiğimiz aczimiz, yerini ayakları üzerinde duran devrimci bir iradeye bırakacaktır. 

Afrika’dan Amerika kıtasına zorla taşınarak haraç mezat satılan kölelerin, zaman içerisinde zorbalık yöntemiyle, köle olmadan önceki tarihlerine dair ait hiçbir kalıntı bırakılmaksızın bellekleri silinmiştir. Siyahlar, kendi tarihlerini Amerikan egemen sisteminden öğrenmişlerdir. Tom Amca’nın Kulubesi romanıyla beyazların siyahlara ne kadar merhametli oldukları hikayesi yutturulmuştur onlara. Lincoln köleliği kaldıran bir kurucu ata mitine dönüştürülmüştür. (ki bu bile doğru değil, köleliği kaldırmamış sınırlandırmıştır yasal olarak.) Tarih bilincini kaybeden siyahlar, Marx’ın tabiriyle “mezbahada kasabın bıçağını yalayan danalara dönüştürülmüştür.” Amerikan devrimci siyah hareketinin bilinç inşa sürecinde yeniden bir tarih anlayışı kurmak bu yüzden çok önemli bir yer tutmuştur.  Siyahlar, Hollywood sinemasında beyazları yemek için yollarını gözleyen yamyamlar olmadıklarını öğrenmişlerdir. Aynı şey bizim içinde geçerlidir.  Bizim de tarihimizde başımızı eğecek hiçbir “erdemsizliğimiz” yoktur. Hatalarımız varsa bunun muhasebesini biz yaparız. Ama bizim tarihimizi bizim dışımızda hiç kimse bize öğretmeye kalkamaz, hele hele yazmaya cüret dahi edemez. 

Siyah iktidar kuramı, kendisini yeniden tanımlama evresinden sonra önüne siyasal değişim perspektifini koyar. Bu siyasal değişim perspektifini “siyasal modernleştime” olarak kavramsallaştırmışlardır. Siyasal modernleştirme süreci kabaca üç evre halinde  tasnif edilebilir. 

  1. Toplumun eski değerleri ve kurumlarını sorgulamak,
  2. Siyasal ve ekonomik sorunları çözmek üzere yeni ve değişik siyasal mekanizmalar araştırmak ve kurmak,
  3. Karar alma sürecinde söz sahibi olacakların sayısını çoğaltmak üzere siyasete katılım tabanını genişletmek. 

David Apter, Modernleştirme Siyaseti adlı kitabında “… bizim kuşağa anlam kazandıran şey modernleştirme çabasıdır. En tepedeki kurumları, inançları sorgulamaktır modernleştirme çabası. Öyle sürükleyici bir akım haline geldi ki bu, mevcut kurumlarımız üzerine yeni sorular sormak zorunda kaldık. İster modernleşmiş, ister modernleşmekte olsun, her ülke sanıkların telaşı içerisinde verilecek yargıyı bekliyor. Bizim toplum da aynı durumda.” değerlendirmesini yapar. 

Toplumun değerleri ırkçı bir sistemi destekliyorsa, siyahların bu değerleri desteklemesi kabul edilemez. Bu durumda sistem değiştirilmeksizin bu değerleri değiştirmek bir yöntem olamaz mı? Siyah İktidar kuramı bu yaklaşımı şiddetle reddeder. Siyah halkın amacı orta sınıf Amerika toplumuna entegre olmak, onunla benzeşmek olamaz. Çünkü orta sınıf insanlık vicdanı ve bilincinden tamamıyla uzaktır. Orta sınıfın değerleri siyahların ekonomik-sosyal yoksunluğunun sürekliliğinin nedenidir zaten. Bu sınıfın değerleri özgür ve eşit bir toplumun çığırtkanlığını yaparken, bunun için gerekli olan fırsat eşitliğinin dahi (ki fırsat eşitliği gibi  rekabetçiliği körükleyen bir ahlaksızlığı savunduğum anlaşılmasın. Burjuvaziye kendi savunduğu bir değeri hatırlatmaktan ibarettir yaptığım.) önündeki en büyük engeldir. Orta sınıfın orta sınıf olabilmesinin ön varlık koşulu yoksullarla hayatının kesişmemesi şartıdır. “gettolar, banliyöler, varoşlar”, kentten izole edilmiş ve öbeklenmiş yoksullar, ortasınıfların hayatına müdahale edemediği sürece varlıklarını sürdürebilirler. Ve hayatta kalabilmelerinin tek koşulu, yoksulların kendileriyle rekabet edecek silahlardan yoksun bırakılmasıdır.

Ama orta sınıf tanımına dair burjuva yaklaşımlarda yok değildir. Banfield, Kent Siyaseti adlı kitabındaki orta sınıfa yüklediği anlam pespayeliğin zirvesidir“orta sınıfın kent merkezinden kopuşu daha başka bakımlardan önemli. Orta-sınıf halk için iyi okullar ister. Yönetimde dürüstlük ister. Kiliseleri, mason localarını, okul-aile birliklerini, güzelleştirme derneklerini, resim galerilerini, operaları destekler. Kısacacı, kamu yararı anlayışını toplum içinde pekiştiren bu orta-sınıftır.” Bu madrabazlığa, hokus pokusçuluğa karşı bir alıntı ile cevap vermek zorunda kalıyoruz. Söz tekrar Carmichail’in:

“Orta-sınıf dürüst yönetim istiyorsa kendisi için istiyor; iyi okullar istiyorsa kendi çocukları için istiyor. Üstelik bu sınıftan bir alay madrabaz gündüzleri siyah derili topluluğa sokulup onu sömürdükten sonra, vurduğu paraları cebine indirip gece olunca, O resim galerilerini, operaları desteklemek için kendi dünyalarına geri dönüyorlar. “Bütünleme” tutumunu onaylan orta-sınıf insanlar, hatta göstermelik olarak “bütünleme” için çabalayanlar ise bunu sadece kendilerine benzemiş, ellerinden geldiğince beyazlaşmış olan siyah derililer için istiyorlar. Bu sınıf bu ülkedeki kurumsal ırkçılğın belkemiğidir.”

Siyah İktidar kuramı orta sınıfa dair bu eleştirilerinin yanında “Siyah Hareket”in Amerikan orta-sınıf değerlerini sorgulayamadığı ve sarsamadığı itirafında bulunur. Bunun asıl ağır yanını ise ırkçı özünü kavrayamadığı için bu sınıfın değerlerini ve kurumlarını benimsemiş olmasında görür. Killens, Siyah Derili İnsanın Sorumluluğu kitabında siyahlara, asıl vizyonu tekrar hatırlatma ihtiyacı duyar. Siyah derili insanın sorumluluğu “hür teşebbüse” değil “özgür halk”a dayanan bir toplum kurmaktır.

Siyah İktidar sisteminin kurumlarıyla mücadele

Siyah İktidarın bakışından, ırkçılığı var eden kurumsal değerleri analiz etmeye çalıştık.  Böylece bu kurumsal değerlerin, hangi siyasal ve ekonomik mekanizmalarla yürütüldüğünü anlamamız ve deşifre etmemiz de mümkün hale gelmiş bulunuyor. Burada “sistem”den kasıt Amerika’nın, inançlar ve temel değerleridir. “mekanizmalar” ise bu sistemin işlemesini sağlayan (siyasi partiler, medya, bürokrasi, sosyal yardım kuruluşları vb.) “sistem” kurumlarıdır. Bu mekanizmalar sistemin meşruluğu ve yasallığı önkabulü ile çalışırlar. Oysa sistemin kendisi baştan aşağı yasadışı ve gayrimeşrudur. Bu yüzden sistemi varolan “mekanizmalarına” dokunmadan değiştirmeye çalışmak siyahlar için boşa çabadır. 

Birincisi Amerika’nın iki partili sistemi, geniş yığınların ve özellikle siyahların, gereksinmelerini yerine getirme ve yasal temsil bakımdan işlevsiz bir hale gelmiştir. Amerika’daki iki partili sistem toplumun griftleşmediği dönemlerin ihtiyaçlar ve tarihsel koşulları içerisinde kurgulanmıştır. Amerika’nın küçük köyler ve çiftlikler, manifaktür üretim döneminden kalma iki partili sistem modeli ile yönetilmeye devam etmesi, siyahlar başta olmak üzere bambaşka toplumsal dinamiklerin geliştiği ve evrildiği bir çağda akıl karı değildir. Ancak seçim kanunun değiştirilmesi de Amerikan siyasal sisteminde burjuvazi aleyhine büyük bir siyasal krize yol açacaktır. Örneğin Türkiye’deki HDP benzeri bir parti Amerika’da var olabilse ve aldığı oy oranında Senato ve Temsilciler Meclisi’nde temsiliyet hakkı kazanabileceği bir seçim kanunu olsa yaşanabilecekleri düşünebilir miyiz? 

İkincisi yerelden doğru örgütlenen, kent planlama komisyonları, şehir yenileme komiteleri, polis müdürlükleri, siyah halkın ihtiyaçlarına karşılık vermediği de apaçık ortadadır. Siyah İktidar kuramı, bu sorunu aşmak için şunu önerir. “Ya bu eski kurumların yapması gereken işleri yapacak yeni kurumlar, mekanizmalar kurmalıyız. Yada var olanların vurdumduymazlığını engellemenin bir yolunu bulmalıyız. Eski kurumların saygınlığı, dokunulmazlığı boş laflardır. Dikkatimizi eski kurallardan yeni başlangıçlara doğru yönlendirmemizin zamanı geldi”

Siyah İktidar, bugüne kadar süregelen kurumlarla hesaplaşmak gerektiğini söyler. Sorgulamayla ya da şiddetle ya da ikisi birden… Var olanlara meydan okurken karşılarına yeni kurumlar çıkarmayı önerir.  Düşmana meydan okuma ve eleştirme “harekete endeksli bir devrimcilik”ken, düşmana meydan okur ve eleştirirken aynı zamanda kendi kurumsallaşmamızı geliştirebiliyorsak, (Ekim Devrimi öncesi “Sovyet” deneyimi bunun en parlak örneğidir) “devrim perspektifini” yakalamışız demektir. Bizdeki “düşük düzey solculuk” tartışması bu şekilde anlaşılmalıdır. “Düşük düzey solculuktan uzak durmak” hareketin eleştirisi ve dışında kalmak değildir. Hareketin içerisinden doğru kurumsallaşmaktır. “Düşük düzey solculuk” devrimci öznenin kendisini hareketle sınırlamasıdır.  “Devrimcilik” ise hareketin içerisinden ve hareketin perspektifini aşama aşama ileri taşıyarak iktidara yürümektir. Bu tartışma teorik bir “haklılık” meselesi değildir. En azından bu kadar değildir. Özgürlük, sınırları aşmayı gerektirir. Sınırları aşmanın ilk koşulu ise nesnel zorunlulukların bize çizdiği sınırların çizgisine kadar ulaşmayı gerektirir. Kuvvet ile irade orantısal bir uyum yakalamalıdır. 

Siyah İktidar, sistemin mekanizmalarını dönüştürmek için, karar alma süreçlerine kitlesel katılımın genişletilmesini bir zorunluluk olarak görür. James Wilson’un gözlemlediği siyah hareketin zaafını aşmanın yolu kitlesel katılımdır. “Zenciler uygarlık hakları eylemi içinde bu eylemin öznesi değil, nesnesi olmaya gönüllü olarak yöneliyorlar. Zenciler için, zencilerle ilgili, Zenciler dolayısıyla ve ucu Zencilere dokunan bir takım eylemler örgütlenmeler işler yapılıyor. Ama bu işleri yapanlar arasında Zencilerin sayısı azaldıkça azalıyor.” Bu siyasal katılım önermesi, sadece nicel değil aynı zamanda nitel bir katılımın artışını içermektedir 

Bu tespitin en somut örneği Kuzey Amerika eyaletlerindeki seçimlerde görülür. Siyah oylar özellikle Demokrat beyazların “kasa”sında emanet daha doğrusu rehin dururlar. Beyaz Demokratların başı ne zaman sıkışsa Siyah oylar “kasa”dan çıkarılıp seçim sandıklarına boca edilir. (Son seçim itibarıyla bu örnek HDP seçmeninin CHP’yi desteklemesine benzeştirilebilir.)  Siyahları günahı kadar sevmeyen bu “sözde demokrat” politikacıların elinden siyah oyların denetimi alınması, siyah İktidarın hedeflerindendir. 

Siyah nüfusun, orantısal olarak sayısı arttıkça, yoksunlukları da artmaya devam etmektedir. Amerikan burjuvazisi, istediği kadar bir takım istatistiksel verilerle, siyah nüfusun politika, kamusal faaliyetler, iş hayatına katılım, eğitim oranları üzerinden rakamlarla, Amerika’nın ırkçılığı aştığı artık ayrımcılık olmadığına dair doneler sunarsa sunsun bu gerçeği değiştiremez. Sakladığı şey siyah nüfus oranının artışıdır. İlerlemeye kanıt olarak öne sürülen bu rakamlardaki büyümeler, Siyah nüfus içinde yüzde kaça tekabül etmektedir? Bu rakamlar bu gerçeği saklamaktan başka bir işe yaramaz. 

Siyasal iktidarı reddetme ve siyasal iktidarın yürütme mekanizmaları içerisinde yer alarak dönüştürme önermesi, “Siyah İktidar” kuramının “Siyah Irkçılığı” şeklinde eleştirilmesine neden olmuştur. Bu ırkçılık yaftası aslında siyahların kendi hayatlarını etkileyecek karar alma süreçlerine müdahil olmaması talebinin bilinçsiz olarak “sol”dan, bilinçli olarak “burjuva ideolojisinden” dışavurumudur. Bir sendikanın kongresini hatırlıyorum. Sendika yönetimi için farklı sosyalist yapılar seçim listeleri oluşturmuşlardı. Kürsüde konuşma yapan bir “sosyalist” aday, yurtsever hareketi eleştiriyordu. Kürt sorunun çözümünün sosyalist bir iktidarla mümkün olduğuna dair uzunca bir konuşma yapmıştı. Ardından söz alan Yurtsever aday cevaben tek bir şey söylemişti. “Sosyalizmde Kürt sorunu kalmayacak evet. Çünkü bu işi size bırakırsak sosyalizm gelene kadar zaten hiç Kürt kalmayacak. Böylece çözülecek bir sorun da olmayacak.”

Siyahların kendi geleceklerine dair kararları alma arzusu taşımalarını, “ırkçılık” olarak yaftalayanlar, bal gibi milyonlarca insanı köle olarak çalıştıranların, linç edilenlerin, kiliseleri yakılanların, çocukları katledilenlerin, bu zulmü sürdürmek için sürekli yasalarla oynayanların siyah değil beyazlar olduğunu bilmektedir. Hafızası bu anılarla dolu ve kesintisiz olarak bu vahşeti yaşamış bir toplumun kendi geleceğini belirleme arzusu ve beyazlara güvensizliği “ırkçılık” olarak nasıl tanımlanabilir? Kürt hareketine “milliyetçi” tanımı yapanlarında birde bu perspektiften bakmasını dileriz.

Amerika’da tek özerk örgütlenme talebini savunan Siyah İktidar hareketi de değildir. Örneğin Anti-defamation derneğini İtalyanlar yönetir. Chiristoph Colombus derneklerini de İrlandalılar. Bu halkların kendi haklarını savunması hiçte ırkçılık olarak görülmez. Ama aynı şeye siyahlar niyetlenince Ku Klux Klan’la aynı kategoride anılmaya başlarlar. Türkiye’de sözde milliyetçi olmadığını söyleyen bir cenahın “PKK ve MHP benim gözümde aynı şey” demesi gibi.

Siyah İktidar tüm bu eleştirileri yaparken başka bir tehlikeyi de gözden kaçırmaz. Sosyal değişim hareketlerinin umulmadık sonuçlar verebileceği ve bu hareketlerin içerisinden ırkçılığa doğru evrimleşen uçlarında çıkabileceği ihtimali ve bu tehlikeye karşı uyanık olmak gerektiği.

Siyah İktidar, sistemin eski değerlerinin yerine kendi mekanizmalarının kurulması gerektiğini önerir. Ancak bu noktada önemli bir sorun önlerine engel olarak çıkar. Bu yeni mekanizmaların inşası süreci karşısında tıkaç görevi gören siyah hareketler çıkacak ve bunların yarattığı pasifizmin aşılması gerekecektir. Savaş, disiplin ve morali yüksek bir ordu ile kazanılır. Jdanov, Sovyet eğitim, kültür ve sanat politikasının “antidemokratik ve propagandif” olduğu iftiralarına şöyle cevap veriyordu: “Eğer Sovyet gençleri sosyalist değerlerle yetişmeseydi, 2. Dünya savaşını kazanabilir miydik sanıyorsunuz? Sizin demokratik ve hümanist olduğunu iddia ettiğiniz burjuva bireyci anlayışla mücadele etmeseydik, bu kültürle yetişmiş gençlerin yüksek değerler için savaşacağını mı sanıyordunuz” dünya devrim tarihlerinin yasasıdır bu. Savaş düşmanın içimizde kurduğu ileri karakolları yıkmakla başlar. Fanon’un tabiriyle “Militan ilk kurşunu kendine sıkmalıdır. İlk önce kendini öldürmelidir.”

Demokratik yöntemler ve Siyah İktidar

Amerika gibi emperyalist-kapitalist sistemin Kabesi’nde bir kez daha kabaran siyah ayaklanma, kamusal görünürlüğü itibarıyla dünyada bir şaşkınlık yaratmış olsa bile, siyah hareketin tarihi, kesintisizliği, mücadele yöntemleri ve kitleselliğine vakıf olanlar açısından hiç şaşırtıcı değildir.

Şu ana kadarki değerlendirmelerden sonra bir çetrefilli bir meseleye daha değinmek gerekecektir. Bu sorun Siyahların öfkesine başat ve bu öfkeyi hedefe yöneltecek Amerika ölçeğinde örgütlü bir siyah hareketin henüz ortaya çıkamamış olmasıdır. Bu tespiti yaparken Amerika Komünist Partisi’nden Kara Panter’lere, Marksist Silahlı Gruplardan, Malcom X şahsında somutlaşan direnişe kadar, çok kıymetli deneyimlerin birikimini görmemezlikten gelmiyorum. Hatta bugün yaşanan ve bu hareket geriye çekildikten sonra daha radikalleşerek ve kitleselleşerek  yeniden gelişecek siyah hareketin köklerinin buralara dayandığının aşikar olduğunun bilincindeyim. 

Siyahların kendi öz örgütünü yaratma kavrayışı olan ve Amerikan değerler sisteminin dışına çıkan bir damarı da vardır. Aynı zamanda siyahların özgürlük mücadelesini, “gerici yurttaşlık” değerlerinin içine sıkıştıran (ikili parti sistemi, kiliseler, sosyal yardım kuruluşları vb.) yapılar da vardır. Bizzat siyahların içerisinde, bu geri değerlere teşne olan ve örgütlenen siyah sayısı hiçte az değildir. Örneğin, bu yapılar içerisinde, Uygarlık Hareketi Koalisyonu en bilinen siyah örgütüdür. Düşünsel dünyası ve paradigması itibarıyla orta sınıfların vicdanına doğru seslenen bir hareketti Uygarlık Hareketi. Bu ses aynı zamanda orta sınıflar ile siyah gençler arasında tampon görevi gördü. Siyah gençlerin enerjisini ve öfkesini soğuran bu hareket hiçbir zaman siyah gençlerin diliyle konuşmadı. 

Watts’ta, Harlem’de, Cleveland’da ve birçok yerde siyahlar zulüm görürken, Martin Luther dayak yerken, siyahlar kiliselerde bombalanırken ve kendi üyeleri bile pusuya düşürülüp öldürülürken “Uygarlık Hareketi” sürekli itidal çağrısında bulunuyordu. Pratikte sokağa çıkıp “dayak yemek” anlamına gele eylemler dışında önerilen tüm eylem ve mücadale yöntemlerini reddediyorlardı. Bu itidal çağrıları,  Amerikan hükümetini, cesaretlendirip daha da kudurganlaştırırken, Siyahların çaresizlik duygusunu derinleştirmekten başka işe yaramıyordu. Tüm bu sertlik politikaları devam ederken Kongre ise durmadan “ayrımcılığa karşı” asla uygulanmayacak yasalar çıkarıyordu. Uygarlık Hareketi ise her yapılan yasal düzenlemenin ardından “büyük ilerlemeler kaydedildiğine” dair teranelerini okumaya devam ediyordu . 

İşte bu dil, “zora başvurmayın” diyen barışçıl dil aslında siyahlara tutunacak başka bir dalınız yok demektedir. Bu dil, İtalyan, İrlandalı, Polonyalı ve Yahudilerin “çalış ve başar” Protestan ahlakı düsturu ile yaşayıp Amerikalılar tarafından nasıl aralarına kabul edildiğini anlatıyordu. Siyahlara da bu yolu gösteriyordu. Siyahlar niye diğer ulusların yolundan yürüyerek başaramasın ki diye vaazlar veriyorlardı. “Azmet, çalış ve başar;” o zaman beyazlar seni de diğerleri gibi aralarına kabul edecekler. Bu piyangonun tek tük siyahlara vurduğu da oluyordu ara sıra. Siyahların içinden büyük ikramiye vuranlardan biri Dr. Percy Julian’dı. Ünlü Julian Araştırma Enstütüsü’nün kurucusu siyah akademisyen şunları söyler. “Zencilerin aşağı ırktan olduğu görüşü hala sürüp giden bir illettir. Bu beyazların yaratmış olduğu bir sorun. Çocuklarımız bizim kuşaklarımızda olan sabrı göstermeyecekler. Bize sinsice bir yalanı yutturdular. “Hele çalış bir yerlere gel, başarılı ol, bambaşka bir hayatın olacak” dediler. Ben bu yalana inandım. İnandım ama bunun aslı astarı olmadığını da istediğim noktaya ulaştığımda anladım.”

Siyah iktidar kuramı sadece düşmanı eleştirerek değil, siyah hareketin kendi eksiklikleri ve hatalarının eleştirisi üzerinden de yükselmiştir. Barışçıl gösterilerin tek başına çözümü değil umutsuzluğu derinleştirdiğini analiz etmiştir.  Sonrasında ise başta “özsavunma” olmak üzere siyah hareketin kendi zor mekanizmalarını kurmasının zorunluluğunu vurgulamıştır. Lousiana’da başlayan “Savunma ve Adalet Savaşçıları” özsavunma örgütü zamanla bir çok yere yayılmıştır. Bu komiteler çok yalın bir kavrayışın ve ihtiyacın sonucuydular. Madem yasalar siyahları korumuyor, siyahlar kendisini koruyacaklardır.

Bu özsavunma örgütleri doğal olarak Amerikan faşistlerini ürkütmüştür. Faşistler artık istedikleri gibi siyah katledemeyeceklerini görüyorlardı. Ama asıl tuhaf tepki Amerika’nın “demokrat” görünümlü çevrelerinden geldi. Bu çevreler Siyahları şiddet eylemlerinden kaçınmaları yönünde uyarıyorlardı. Oysa siyahlara reva görülen adaletsizlik ve zulme kendileri uğramış olsalar kendilerinin de silaha sarılacağını bile bile siyahlara şiddetten uzak durun çağrısı yapıyorlardı. Kürt hareketi üzerinden bir özdeşleştirme daha yaparsak, kendisini “ideal” yurttaş olarak gören zihniyet diğer tüm haklar meselesinde olduğu gibi silah kullanma hakkını da gerekirse yalnız kendisinde görür. 

1966 yılında İlionis kentinin Cicero semtine meşhur “barınma hakkı” yürüyüşü düzenlenmişti. O yıllarda bu semtte siyahların oturması yasaktı. Cicero semti sakinleri siyahlara karşı tepki eylemleri ve tedhişler geliştirdi.  Amerikan medyası yaşanan olayları Siyahların mücadelesinin toplumda şovenizmi yükselttiği tespitine dayandırıyordu. Bugün benzer bir eleştiri Kürt Hareketi üzerinden de getiriliyor. Oysa durum tam tersiydi. Siyahların eylemleri şovenizmi yükseltmiyordu. Toplum içindeki şovenizm illetini açığa çıkarıyordu. Kürt Hareketi de tam olarak Türkiye’de bunu yapmaktadır. 

İttifaklar stratejisi

Siyah hareketin mücadelesini “demokratik yöntemlerle” hizaya çekme hamlesinin bir ayağı da ittifaklar stratejisidir. Bu ittifak stratejisinden kasıt, siyah kurumlarının, kilise, liberaller, sendikalar ve daha başka demokratik yapılanmaları da yanına alarak Demokrat Parti’nin “sol kanadı”nı desteklemek üzere bir araya gelme çabası olarak özetlenebilir. Bu hareketin önemli savunucularından biri Bayard Rustin şunları söylüyordu: “Güneyli zencilerin, bir Siyah Panter Partisi içerisinde örgütlenmeleri için SNCC’den gelen telkinler ve çalışmalar yapılıyor. Tüm bu nafile çabalara rağmen Siyahlar, Demokrat Partiyi desteklemeye devam edeceklerdir. Siyahlar biliyorlar ki, Yeni Düzen, Yeni Sınır ve Büyük Toplum ideallerinin ve ilerlemenin partisi Demokrat Partidir.”

Öncelikle burada hata olmayan bilinçli bir çarpıtma söz konusudur. “Siyah Panter Partisi” diye bir yasal parti yoktur. SNCC’nin siyahlara destek için “telkin”de bulundukları parti Lowdens Özgürlük Partisidir. Yapılmak istenen şeyi ise Türkiye üzerinden örneklersek, PKK üzerinden HDP seçmenini ve HDP yi terörize etmektir. Kaldı ki, Bayard’ın iddia ettiği gibi SNCC ittifaklara karşı değildir. Hatta çoğulcu bir toplum için ittifakların şart olduğunu defalarca yazılı olarak açıklamıştır. SNCC, ittifak meselesinde üç prensip ortaya koyar. Kiminle, hangi koşullarda ve hangi hedeflerle?

Liberal ittifak kuramı, Amerika’da siyahlarla liberallerin ittifak kurmasını savunurken çok hayati bir olguyu gözlerden kaçırıyordu. Liberaller ve Siyahlar Irkçılık kavramından aynı şeyi anlamıyorlardı. Krigg “Amerika’da Irk Buhranı” kitabında liberaller ve siyahların Irkçılık kavramından ne anladığını şöyle özetler. “Beyaz Amerikalıların çoğunluğu, Siyah önderlerle ilişki kuran, işbirliği yapan beyaz önderler bile, ırksal eşitsizliği Zencinin gördüğü gibi görmüyor. Beyaz derili kişi istediği kadar liberal olsun, beyaz egemenliğindeki toplumun kozasında yaşıyor. Beyazların semtinde oturduğuna, çocuklarını beyaz okullarına gönderdiğine, beyazların arasında yaşadığına, Zencilerin yaşadığı koşullara maruz kalmadığına göre empati yapabilmesi için özel bir çaba gerek. Bunu başarsa bile izlenimleri yüzeysel kalmaya mahkumdur. Önünden geçtiği zencinin evinin içinde yaşananı bilmez. Gözü o evin çatısındaki televizyon antenine, yada kapıda duran arabasına takılır. Yaşamadığı ırk ayrımcılığına dayalı sisteminin öznel eşitsizliklerini yeterince sezemez. Kısacası beyaz Amerikalı bütün ömrünü beyazların arasında geçirir. Siyah Amerikalı ise ömrünün büyük bir bölümünü beyazların arasında geçirir. Siyah Amerikalının dünyası, içinde damgalanmış bir hayvan gibi dolaştığı ve çalıştığı beyazların dünyasıdır.”

Siyahların “demokratik” dönüşüm rüyasının sonuçlarının ne olabileceğini bir örnekle açıklayalım. “Amerika için iyi olan neyse siyahlar için iyi olanda odur” anlayışına sahip Demokrat Parti 1964 Chicago belediye seçimlerini siyahların oyları sayesinde kazanmıştır. Banfield siyah oylarıyla kazanılan seçimin sonuçlarını şu şekilde değerlendirir. “Belediye Başkanı Daley’in Chicago’da giriştiği imar hareketleri, çok suya sabuna dokunmadan kamunun gözünü boyayan işlerden ibaret. Ayrıca politikacıların çevresindeki Siyah seçmenlere iyi-kötü üç kuruş para kazanabilecekleri iş alanları da açıyor. Ama siyahların asıl beklentilerine karşı açıkça boşvermiş durumda.  Daley, Siyahların, yeni bir imar planı yapılması yönündeki istekleri, polisin şiddeti ve rüşvetçiliği gibi şikayetlerini umursamıyor. Demokrat Parti siyah seçmenin “kaypaklık” etmeyeceği, kendisine sadık kalacağının eminliği ve rahatlığıyla bu umursamazlığına devam ediyor. Daley seçmenlerinin hayrına bir iş yapmaya kalkmaya niyetlense sistem tarafından yerinden edileceğini zaten bilir.” 

Başka bir müttefik olarak görülen Amerikalı sendikalı işçilere de değinmek gerekir.  Amerika da sendikalardaki örgütlü işçilerin siyahlardan yana tavır alacağı hayali tuhaf bir zandır. Uzun erimli amaçları olmayan ve salt ekonomik taleplerle toplum içerisinde kendine daha geniş bir yer açmaya çalışan sendikal hareketin niye Siyah hakları gibi bir derdi olsun? AFL, 1870 lerin 1880’lerin AFL’si midir? Benzer bir sorun bizim ülkemizdeki sendikal hareket içinde geçerlidir. Hala DİSK ve KESK’in ruhunu çağırmaya devam ederiz. Sendikal hareketin yapısal sorunlarını görmezden gelerek “kızıl” “sarı” denklemi üzerinden analizler yapıp sendikal hareketin dibe vuruşunun müsebbibini burada görmek hala hakim görüşlerden biri. Perlman,  Amerikan İşçi Hareketinin Temel Felsefesi adlı yapıtında; grev ve toplu sözleşme üzerinden toplumda kendine daha geniş bir alan açmak isteyen Amerikan işçi hareketini “Bu sadece eylemleriyle değil, ilkeleriyle de kapitalizme güç veren bir işçi hareketidir” şeklinde eleştirmektedir. 

Yazıyı bitirirken şu hatırlatmayı yapmak istiyorum. Siyah hareketin motivasyonu, duygu durumu, hafızası ve bu fenomenlerin somuta yansıyan ilişki biçimleri Siyah Hareketin bugünü ve geleceği açısından olduğu gibi bize öğrettikleri açısından da çok kıymetlidir. Bu nedenle yazının muradı kronolojik bir tarih aktarımından ziyade siyah hareketin toplumsal belleğini anlamaya dair bir çabadır. 

Sonuç yerine

Amerika’da yeniden ivme kazanan siyah hareket göstermiştir ki, modernizm-ilerlemecilik sadece bir eyyamdan ibarettir. Üretici güçlerin gelişim dinamizmi ile kapitalizmin üstyapı kurumlarının statükocu direnci arasındaki gerilim mutlak bir devrimle sonuçlanmak zorundadır. Bilim ve teknolojideki ilerleme, GSMH hasılanın büyüklüğü gibi ekonomik doneler tek başına gelişmişlik düzeyini göstermez. Kapitol Tepesi’nin en zirvesindeki Tapınağın Tanrısı olan Amerika bile bu çatışmanın sonucunda yıkılmaktan azade değildir. (Eski Roma’da Kapitol tepesinin üstünde bir tüccarlar tapınağı vardı ve Tüccarlar tapınağının Tanrısı’da Money’di. Kapitalizm ve Para isimleri esinini bunlardan almıştır.) Siyah hareketin isyanı bugün itibarıyla yeni bir uygarlığın ölçülerini ve programını ortaya koyamasa bile, eski uygarlığın değerleri ile yaşayamadığını açıkça ortaya koymaktadır. “Nefes Alamıyoruz” sloganı tam olarak bunun göstergesidir. Kapitalizmde “Nefes Alamıyoruz” bilinci kıymetlidir ama “Nefes Alabileceğimiz” bir dünyanın nerede olduğunu öğrendiği ve o dünyayı fethettiği zaman taçlanacaktır siyahların zaferi. 

1967 yılında yeniden yükselen siyah isyan, 1961 yılı eylemlerini bilinç ve kitlesellik anlamında kat kat aşmaktaydı. 1967 yılındaki yükselişin başarısı IBD’nin sloganının kavrayışında gizliydi: “İş başa düştü” sloganında. Ezilenler iş başa düştü farkındalığına ulaştığı “an”dan itibaren devrim kavgasında saf tutmaya başlar. Ezilenlerin kapitalizmin şerrinden kaçmak gibi bir imkanları yoktur. Bir atasözü, “şerre bir lanet, şerden kaçana bin lanet” der. Kapitalizmin şerrine lanet edelim ama onun şerri bize bulaştığında kaçana bin lanet edelim.

Kapitalizmin yapısal bir sonucu olarak yükselen siyah isyan kör göze bir kez daha parmağını sokuyor ve çıplak bir gerçeği tekrar gözler önüne  seriyor;. Kim ne kadar inkara çabalasa da günümüz dünyasında Sosyalizmde en az kapitalizm kadar mümkündür. Hatta sosyalizm, dünyanın “olmakta olan” geleceği ve bugünüdür,  sosyalizm bu yönüyle asıl hakikattir.