Artık siz ve biziz. Depremin hiç yaşanmasını istemezdik fakat deprem dolayısıyla taraflar iyice netleşmiştir. Bizim tarafta bu düzeni yıkacak olan toplumsal dayanışma ve toplumun yeni bir yaşam arzusuna ses veren devrimciler. Sizin tarafta ise bir avuç devlet ve devlet yardakçıları, sömürü düzeninden payesi olanlar, düzen savunucuları, toplumu birbirine kırdırmaya çalışanlar…
Faşist iktidar, enkazın altında kalan devleti yalan haberlerle, manipülasyonla kurtarmaya çalışıyor. Kendisine yönelebilecek gücü gören devlet; kolluk güçleriyle, medyasıyla, trol ordusuyla, alanda maaşlı provokatörleriyle tam gaz atağa geçti.
Kapitalist sistem ve devletin enkaz altında kalması sonucu her anlamda yeni bir kuruculuk ihtiyacı daha yakıcı hale gelmiştir. Depremle birlikte, toplumsal, yönetimsel, siyasi, örgütsel, kültürel, ekonomik boşluklar oluşmuştur. Bunlar asgari oranda kurulacağı an’a kadar ‘orman kanunları’nın işleyeceği bir dönem söz konusudur. Bunu bir hegemonya mücadelesi olarak da okumak mümkün.
Bu dönemden hangi tarafın galip çıkacağı ise tam da orman kanunlarının işleyeceği dönemde belli olacak. Eğer bizim taraf orman kanunlarını toplumsal ihtiyaçlar, zorunluluklar ve devleti işlevsizleştirme-gereksizleştirme-gölge eden bir pozisyona itme üzerine geliştirirse toplumsal dayanışma sonucu oluşan öz-örgütlülükler kalıcı mevzilere dönüşebilir. Fakat toplumsal dayanışma sivil toplumcu harekete evrilir ve sürekli devleti çağıran, onun üzerinde baskı oluşturan bir mekanizmaya dönüşürse, öz-örgütlülükler zamanla eriyip, sisteme entegre olacaktır.
Elinde bulundurduğu her türlü güce rağmen devletin hegemonyayı tekrardan kurması zorlaşmıştır. Erdoğan’ın ve yardakçılarının sağa sola saldıran, toplumsal dayanışmayı engelleyen, trol ordularıyla algı yönetmeye, öfkeyi hırsızlık-yağma bahanesiyle göçmenlere yönlendirmeye çalışan, hedef tahtasına müteahhitleri koyan ve böylece baş-müetahhitin görünmez olacağını sanan görüntüsü onların ne kadar acz içinde olduklarını gösteren bir tablo. Adeta tüm tuşlara basarak, bildikleri tüm yöntemleri kullanarak bir hegemonya mücadelesi veriyorlar. Bunların sökmeyeceğini gören iktidar yakında bölücü nalburları da hedef tahtasına koyabilir ama halk biliyor ki baş-müteahhit Erdoğan’dır. Ve biz piyonları değil, şahı devirmek istiyoruz.
Devletin kullandığı tüm yöntemlere rağmen toplum sinmiyor, isyan ediyor. Bunu gören devlet son hamleleriyle daha da el yükseltti. Hedef tahtasına ihtiyacı olanları yıkıntılar arasından almaya çalışan depremzedeleri ve özellikle Suriyeli göçmenleri koydu. Eskiden bir işkence görüntüsü ortaya çıksa infiale yol açar, devlet bunun söylemini dahi kabul etmezdi. Fakat şuan devlet, kolluk kuvveti ve paralı provokatörleriyle “alanı yağmacılardan temizliyoruz” diyerek, depremzedelere, göçmenlere yaptığı işkence görüntülerini kendisi servis ediyor. Böylece enkaz altında kalan devleti yeniden ayağa kaldırmaya çalışıyor, karizması dağılan devletin façasını düzeltiyor. İşkence görüntülerinin bir diğer boyutu, “lanet olsun bu devlete” diye isyan eden topluma ayar verme olarak da okuyabiliriz. Verilen mesaj, devletin neler yapabileceğini hatırlatarak isyan eden toplumu sindirmeye çalışmak, korku iklimini önden yaymaktır.
Devletin geliştirdiği sindirme politikasına karşı dayanışma temelinde gelişen öz-örgütlülüklerin cevap geliştirmesi mümkündür. Ve geliştirilecek her cevap bir ihtiyacı karşılayacağı gibi hem de devletin hamlelerini boşa düşürecek, elindeki kozu almış olacaktır.
1) İnsanlar, haklı olarak yardım konusunda devlet ve ona bağlı STK’lara güvenmiyor. Yardımları doğrudan ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için çabalıyor. Sosyalistler veya devletle bağı olmayan STK’lara yardımlar iletiliyor. Yardımları düzenleyen birimler, bölgede oluşan öz-örgütlenmenin içinden çıkarılmalı, yardımların doğrudan bu birimlere ulaştırılması sağlanmalıdır. Böylece devletin sömürü ile aldığı paralar ve toplumun kendi arasında topladığı bağışları bir sadaka gibi dağıtması ve buradan tahakküm sağlaması engellenecektir.
2) AKP ve devlet yöneticileri bölgede basın açıklaması, ziyaretler gerçekleştirmeye çalışmış fakat bölge halkı bunlara gerekli cevabı vermiş, alandan kovmuşlardır. Sonrasında yapılan açıklamalar, ziyaretler seçmece şekilde toplanan insanlarla yapılmıştır. Yine AKP/MHP’nin paralı provokatörleri alanda demagoji yaparak, mültecileri, ihtiyacı olanları evlerden alan depremzedeleri hedef göstererek, işkence ederek provokasyon yaratmaya çalışıyor. Elini kolunu sallayarak alana giremeyen Erdoğan ve AKP yetkilileri provokatörlerini hızlıca sahaya sürdü. Devletin kullandığı enstrümanlar yetersiz kaldığı müddetçe, şiddetin dozajını yükselteceğini öngörebiliriz. Fakat buna karşı geliştirilecek hamle sadece sosyal medya odaklı bir teşhir olmamalı. Bunun yanında provokatörlerin yakalanıp ehlileştirilmiş görüntüleri paylaşılırsa teşhir işlemi başarılı olur. Öteki türlü salt devletin ve faşistlerin yaptıklarının teşhiri, devletin sindirme politikasına, yaratmaya çalıştığı korku iklimini durduramaz. Faşizme hizmet eden yardakçıların, ihbarcıların, kışkırtıcıların sonu budur, denilmelidir.
Elbette depremzedelerin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak önemli. Fakat ilk günler geride kalmıştır. Bugün temel ihtiyaç devletin yaratmaya çalıştığı faşist histeri haliyle savaşmak olmalıdır. Zaten devlet de kendini, yağmacı adı altında ihtiyaç sahibi depremzedeleri-göçmenleri cezalandırarak hissettiriyor, had bildiriyor, “devlet burada” diyor. Devrimciler kısıtlı güçlerini sadece yardım dağıtmakla sınırlamadan, bölge halkı, demokratlar, antifaşistlerle bir araya gelerek faşizmin sokak ayağıyla mücadele etmeleri ve öz savunma birimleri kurmaları ile daha büyük bir boşluğu dolduracaktır.
Öte yandan gözaltına alınan depremzedeleri ve göçmenleri yalnız bırakmamak, takibini sürdürmek önemlidir. Devletin hissettirmek istediği “Biz devletiz, kaybederiz, öldürürüz, işkence ederiz, kimse bize karışamaz, herkes ayağını denk alsın”dır. Bu anlamda devrimci-demokrat avukatların bölge halkıyla koordineli bir şekilde seferber olması gerekir.
3) Bölge halkı “yağma” provokasyonunu yemiyor. “Onlar da depremzede, ihtiyaçları var ki alıyorlar” gibi bir yaklaşımları söz konusu. Yani ‘aç olan kişinin neden çaldığı değil, neden çalmadığı’ sorgulanmalı. Orman kanunları böyle yazılmalıdır. Oluşan öz-örgütlülüklerde asayiş görevini sağlamak hayati niteliktedir. Eğer asayiş görevi ve ihtiyaçların karşılanması temelinde birimler, öz-örgütlülükler içinden çıkarılırsa, devletin elinden “yağma var, müdahale ediyoruz” kozu alınmış olacak, bir konuda daha devletin gölge ettiği bir pozisyon oluşacaktır. Öte yandan yayılan dezenformasyona karşı da önlemler alınmalı, bilgiyi doğrulayan yayan komiteler oluşmalı, böylece bilgi kirliliği engellenmelidir.
4) Devlet, ilk günden itibaren arama-kurtarma odaklı değil, enkaz kaldırma odaklı yaklaşım sergiledi. Fakat tersten şu da görüldü: Binlerce gönüllü arama-kurtarma çalışması için bölgeye geldi. Eğer depremden önce topluma sağlıklı bir arama-kurtarma eğitimi verilmiş olsa ve gelen gönüllüler-profesyoneller ile toplum birlikte arama-kurtarma çalışmalarını sürdürse, enkazlara daha hızlı müdahale edilebilir, daha çok insanın hayatı kurtarılabilirdi. Erdoğan’ın politik hesapları ve sermayenin çıkarları onbinlerce insanın ölümüne neden olmuştur. Kaderini devlete bırakan halkın neler yaşadığı görülmüş, kaderini kendi eline alma bilinci gelişmiştir. Bunu gelip geçici bir hassasiyet değil de, kalıcı bir mevziye dönüştürmek istiyorsak; deprem an’ı, öncesi ve sonrasını gözeten gönüllülerin-profesyonellerin başını çektiği ama asgari ölçülerde toplumun bilgi, pratik, araç sahibi olduğu birimler kurulmalıdır. İlk etapta bu örgütlenme bölgede yapılabilir. Ara ara gündeme gelmekle beraber, İstanbul’da yaşanacak bir deprem 500.000’in üzerinde binayı yıkacağı ve hasar vereceği bilim insanları tarafından belirtiliyor. Sadece İstanbul’da bile milyonlarca ölüm, açlık, yıkım demek. Ayrıca önlemler şimdiden alınmazsa İstanbul’un yükünü hiçbir diğer şehir kaldıramaz. Maraş merkezli iki deprem sonucu, İstanbul merkezli gelişecek depremin sonuçları tüm İstanbulluları tedirgin ediyor. Depremin yaşandığı bölgede oluşturulan öz-örgütlenme deneyimi başta İstanbul ve diğer tüm illere aktarılmalı ve benzer örgütlenmeler gerçekleştirilmelidir. Sadece deprem bilinci değil, depremi Allah’ın lütfu olarak gören devletin nasıl yaklaştığını ve bunun önlemlerini de alacak şekilde deneyim aktarımı sağlanmalıdır.
İhtiyaçlar ve zorunluluklar temelinde gelişmesi gereken birimler arttırılabilir. Bizimkisi dışarıdan ilk bakışta gözlemlerdir. Elbette içeriden somut ihtiyaçlar daha fazla hissedilir. Fakat kavranması gereken esas husus AKP/MHP iktidarının saldırılarını durdurmak için seçimleri beklemek tüm insani değerlerin eridiği, toplumun daha da sindirildiği bir sürecin önünü açacaktır. Eğer seçim olacaksa, seçimleri belirleyen temel etkenşer bugünden alınacak pozisyonlar, tutumlar, ataklar ve savunmalardır. Bunu gözden kaçırmadan seçimleri göz önünde bulundurabiliriz. Yani toplumsal olarak oluşan irade, o veya bu partinin insiyatifini onayacak pusulaya vurulacak bir damga anına indirgenmemeli, her anlamda kaderini kendi eline aldığı toplumsal bir irade-örgütlülük inşa edilmelidir.
Beri taraftan puslu günlerin uzlaştırmacı siyasetçisi Bülent Arınç “seçimler ertelenmeli” diyerek, yırtık uçurtma misali gündemimize düşmeyi bildi. Buna cevap olarak Millet İttifakı seçimlerin ertelenemeyeceği ya da anayasaya göre seçimlerin savaş sebebiyle ertelenebileceğini açıkladılar. AKP sözcüsü ise seçimleri ertelemenin gündemde olmadığını, böyle bir günde seçimleri konuşmaktan utanacaklarını belirtti. Bu tam da deprem dolayısıyla oluşan toplumsal öfkenin politizasyonu ve örgütlülüğü şekillendirdiği, seçim dışında seçeneklerin; öz-örgütlülüklerin oluşma ihtimalinin doğduğu bir günde; bir tarafını iktidarın, diğer tarafını burjuva muhalefetin oluşturduğu, Arınç’ın hakem rolünü üstlendiği danışıklı bir dövüştür. Yani sistemin seçim oyunu alanından uzaklaşan, toplumun kendi ağırlık merkezini belirlediği oyun alanı ihtimali yok edilmeye çalışılmakta, seçimde gidecekler ama ertelenen bir seçimde mi gidecekler yoksa zamanında yapılacak bir seçimde mi gidecekler havası oluşturularak; toplumsal öfkenin kontrolü sağlanmaya çalışılıyor.
Her infialde, felakette toplum daha da politikleşiyor. Bunun anlamı seçimlerde kime oy verelim sohbetleri yapmak değil, iradeyi/kaderi kendi eline almanın tartışması ve sorgulamasıdır. Gençler, doğalında taze beyinli olması dolayısıyla bu tartışmayı daha çok yapıyor. İradeyi/kaderi kendi eline alma konusunda daha etkili yol/yöntemleri tartışabiliyor ve ilk elden uygulamaya girişebiliyor. Gençliğin dinamik-direngen-faşist ideolojiye biat etmeyen yapısını bilen AKP/MHP, KYK yurtlarını depremzedelere tahsis edeceğini bahane ederek üniversiteleri ve yurtları kapattı. Zaten bu dönem gençliği AKP-Erdoğan iktidarından başka bir iktidar-hükümet görmedi. Deprem dolayısıyla gençliğin öfkesinin bileyeceğini ve bunun da durdurulamaz bir hareket yaratacağını bilen Erdoğan, gençleri evlere kapamanın yolunu uzaktan eğitimde buldu. Fakat baş eğmez gençliğin öfkesi, heyecanı, direngenliği evlere sığmaz. Bu anlamda üniversitelerin açılması odaklı bir siyasi faaliyet çok önemlidir. Bu başarılamazsa bile gençler nerede yaşıyorsa orada toplumsal arayışın motor gücü olmaya devam etmelidir. Liselerde, işçi-işsiz, mahalleli gençler arasında yaşanan politizasyona biçim verilmeli, örgütlülüğe çevrilmelidir. Gençlik her zaman arayış içindedir. Bugün geleceksizliğin verdiği histeri hali ile bu arayış hiç olmadığı kadar günceldir.
Devlet toplumu, devrimcileri hep bir kenara kıstırdı. Bugün de devletin yaptığı tüm hamleler had bildirme, ayar verme niteliği taşımaktadır. Sol-sosyalist güçlerse kendini hep karşı olduğu güçler üzerinden açıkladı. Ama nasıl bir yaşam istediğini göstermekte, pozitif bir program üretmekte ve bunu uygulamada zorlandı. Maddesini-kitlesini bulamayan sol-sosyalist güçler dik duruşlarını bozmasa da toplumla buluşamadı, etkili bir temas zemini yakalayamadı. Fakat bugün toplumla devrimciler buluşmuş, samimiyet/güven ilişkisi sağlanmıştır. Toplumun kendisi pozitif programı çağırmaktadır. Hayatı devrimcileştirmekten, devrimin güncelliğine çizilecek bir hat, kalıcı mevzilerin oluşmasının temel kaldıracı olacaktır.
Ya enkazın altında hep birlikte kalırız ya da bizi enkaz altında bırakan devleti, AKP/MHP faşist iktidarını gömeriz. Elbette ya şimdi ya da bir daha hiç yenilmeyecek bir iktidardan bahsetmiyoruz. Son kertede böyle bir mücadele hattı izlersek, hem toplum hem de onlarla karma-karılma ilişkisine giren devrimciler bu süreçten kazançlı çıkacak, yıllarca edinemeyeceği mücadele deneyimi ve birikimini günler, haftalar içinde edinecektir. Bu, mücadelenin tıkanıklığını, toplumsal krizi aşmada önemli bir kilometre taşıdır. Gelecekteki zaferin şimdiden inşası için önemli bir kilometre taşı.
Deprem Meclisleri… Ama sadece depremzedelerin yaralarını saran değil; faşizme, kapitalizme düşecek bir deprem, yeryüzünü sarsıp yeni bir yaşamı kuracak Deprem Meclisleri…