“Bir akım yaratalım: Ödemiyoruz!”[1] başlıklı yazıda birleşik mücadele hattını ve bir odak noktasını yaratamadığımız için sürüklenme halimizden, politikasızlığımızdan bahsetmiştim. Bunun temel sebeplerinden biri “tükenmişlik politikası” uyguluyor oluşumuzdur. Söz gelimi “Tükenmedik, ayaktayız, buradayız!” diyoruz ama günceli karşılayacak bir politik hat, odak oluşturamıyoruz. Yaşamın ihtiyacını okuyup ona göre politika belirlemek yerine kendi sektlerimizin, sekter yaklaşımlarını sergiliyoruz. Kendini sokakta damıtmayan bir politika genellikle ezberden söylenir. Bu tafralarla en fazla kendimizi kandırırız.
Politika değişken bir şeydir. Tüm zamanları kesen doğru politikalar yoktur. Politikanın kendisi zaman ve mekanla koşulludur. Doğru politikayı belirlemek için sokağın nabzını tutmamız gerekir. Eğer ihtiyacı dillendiriyor ve bu yönde pratiğe teşvik ediyorsak insanlar kulak kesilir. Farz-ı misal “ödemiyoruz” dediğimizde, insanlar “nasıl ödemiyoruz” diye düşünerek dinler bizi. Eğer tutarlı bir planımız, programımız var ise iştirake mahal veririz. Bu anlamda, politikamızın doğrulanacağı ve yanlışlanacağı yer, sokaktır diyebiliriz. Sokakta sınanmayan politika en fazla iyi bir fikirdir ama fazlası değil. Eğer sokağı politikanın sınanacağı yer olarak tarif edersek; yanlış bir politikamız olsa bile doğruyu sokakta buluruz.
Bunu daha iyi açıklamak için, China Mieville’in “Ekim-Rus Devriminin Hikayesi” romanından çarpıcı birkaç örnekle devam etmek istiyorum. Bilinen bir şeydir; -kitapta da anlatılır- Lenin’in, önemli dönemeç ve kırılma anlarında, Bolşeviklerin MK’sında yalnız kaldığı. I. Dünya Savaşı’nı, emperyalist bir savaş olarak tanımlar. Rusya da emperyalist bir ülkedir. Bolşevikler’in bir kısmı da dahil soldaki genel eğilim, -Şubat Devrimi’nden sonra da- “devrimci savunmacılık” veya “anavatan savunması”dır. Ancak Lenin süreci iyi okur, politikayı doğru belirler ve ayrıca sözü eylemiyle tutarlı bir devrimcidir. “Lenin, yayılmacılığa karşı çıkarken, bir ülke devletinin ‘savunmasını’ meşru addeden ‘savunmacılık’ bir yana, ahlakçı pasifizme de karşı çıkıyordu. Bunun yerine, ünlü ‘devrimci bozgunculuğu’ -emperyalist bir savaşta, ‘kendi’ tarafının mağlubiyetini öngören sosyalist savı- öne sürüyordu.”[2] Bu tezi ortaya attığında MK’daki genel eğilim, bunu kabul etmedi. Ancak sokağın nabzı tam da Lenin’in tuttuğu yerde atıyordu. Ülke savaşamaz haldeydi. Bir noktadan sonra, binlerce asker cepheden firar ediyor, savaşmak istemiyordu. Ayrıca devrimci ilkeleri gereği, emperyalist ülke, kendi ülken bile olsa -ki Lenin Şubat Devrimi’nden sonra da Rusya’yı emperyalist olarak tanımlar- onun yenilmesinin proletaryanın yararına olacağını düşünüyordu. Özcesi Bolşevik MK, Lenin’in tezini kabul etmese de sokak Lenin’i doğruluyor ve Bolşevik militanlar Lenin’in politikasını sokakta pratiğe geçiriyordu. Yoksul halk savaş illetinden kurtulmak istiyordu ve firari askerler Bolşevikleri takip ediyordu.
Şubat Devrimi sonrası Menşevikler ve Sağ SR’ler (Sağ Sosyalist Devrimciler), burjuva Katedler ile birlikte geçici hükümet kurarlar. Diğer yandan ise İşçi, Köylü ve Asker Sovyetleri kurulur. İkili iktidar durumu söz konusudur. Çünkü Menşevikler ve Sağ SR’ler burjuvazinin hala yerine getirmesi gereken görevleri olduğunu düşünür. Lenin, kesintisiz devrim anlayışı gereği “Tüm iktidar Sovyetlere!” sloganını ortaya atar. Hatta bu sloganı, Sovyetler’e rağmen yükseltir! Bu görüşü de MK’da azınlıkta kalır. Ancak sokak, bir kez daha Lenin’i haklı çıkarır çünkü halkın durumunda kötüye doğru gidiş vardır. Savaştan kurtulamamışlar, ayrıca ekmek kuyrukları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Halktan “Bunun için mi çarı devirdik? Kahrolsun Geçici Hükümet! Kahrolsun 10 Bakan! Tüm iktidar Sovyetlere!” sesleri yükselir.
Buradan çıkarımımız en bilimsel tezi de anlatsak sokakta sınanmadıkça anlatılan hikayenin politika arenasında yani sokakta bir kıymeti harbiyesi yoktur. Sokak, sınanacağımız yerdir. Yanlışsak bile kitleler bizi düzeltecektir. Dogmalarla hareket ettiğimizde istediğimiz kadar sokağa inelim, kitlelerle temas edelim, politikamız sokakta sınanmış olmaz. En kolayı radikal olduğumuzu ilan etmektir. Ancak radikallik köksel bir çalışmanın ürünü olmalıdır. Yani kitlelere dokunmadan kendi sözümüzü ilan etmek “radikal” nutuklar atmak kolaydır. Ancak bu dağınıklığımız ve dogmalarımızla, kitlelerin harekete geçmek için bizi bekleyeceğini düşünmek saflık olur. Ayrıca pratiğimiz sonuçtan bağımsız düşünülemez. Süreci iyi okuyup bir adım attıracak pratiği örebiliyor muyuz? Yoksul işçi-işsiz halkı özneleştirebiliyor mu?
1917’in Temmuz ayındaki çalışmaları China Mieville -“Ekim-Rus Devriminin Hikayesi” romanında- şöyle tarif ediyor: “Çok çalışıyorlardı ve gittikçe uzmanlaştılar. Moskova’da bulunan Eduard Dune, konuşmalar yapmak için, yoldaşlarıyla birlikte, şehrin çevresindeki kırsal bölgeleri dolaşıyordu. Partisinin yerel birkaç yüz üyesinden sadece birkaçı doğuştan hatipti. Ama Şubat’tan sonra, becerilerini geliştirdiler, dinleyicilerini tanıdılar ve kendi güçlerini fark ettiler. ‘Uzmanlaşmaya başladık’ diye yazdı. Bir yoldaşı, Sapronov, binlerce kişilik büyük toplantıların adamıydı: Kalmıkov adındaki dilenci kılıklı, efendi adam, samimi, etkili öğütlerini sunmak için küçük atölyeleri turluyordu; bir diğeri, Artamanov, ya sahip olduğu etkileyici patron sesinden ya Moskova banliyölerinin aksanını konuştuğundan ya da olası başka bir nedenden ötürü, köylü dinleyiciler arasında çok popülerdi. Ve bu köylüler, özellikle savaşa karşı ve barış için yapılan konuşmaları yeterince istekli dinliyorlardı.” Çünkü halk savaştan yorulmuştu ve açtı. Şubat Devrimi, yaşamlarını daha kötü hale getirmişti. Ancak kitleler kolektif gücünü deneyimlemiş ve daha fazlasına muktedir olduklarını bilince çıkarmışlardı. Bolşeviklerin etkili, hayatlarını kesen propagandalarını can kulağıyla dinliyorlardı. Bolşeviklerin programları bütünlüklü, tutarlı ve inandırıcı bir geleceğe işaret ediyordu. Aynı zamanda Bolşevikler, propagandistlerinin az olmasına veya propaganda yeteneklerinin gelişmemiş olmasına aldırmadılar. Hareket halinde, hareket içinde piştiler.
“Entelektüel olmayan, ama düşünceli bir adam olan General Brusilov, daha sonra şöyle hatırlayacaktır: “Bolşeviklerin pozisyonunu anlıyorum, çünkü onlar ‘kahrolsun savaş ve ne pahasına olursa olsun hemen barış’ görüşünü vaaz ettiler, ama önce karşı-devrimi engellemek için ordudan kopan ve aynı zamanda, savaşın zaferle sonuçlanana kadar devam etmesini arzulayan SR’ler ve Menşeviklerin taktiklerini hiç anlayamadım.” Burada General Brusilov’un anladığı ama devrimcilik iddiasında olan SR’lerin ve Menşevikler’in anlayamadığı bir durum söz konusudur. Bolşevikler, devletin var olan krizini daha da derinleştiren bir politik hatta sahiptir. Ancak Menşevikler’in ve SR’lerin tutumu tutarsızdır ve krizi derinleştirmek bir yana krizi geçiştirebilecek politik bir tutumdur. Öncelikle şu sorulara yanıt verilmesi gerekir: Devlet kimin devletidir? Savaş kimin savaşıdır? Daha önce de belirttiğimiz gibi Lenin bu savaşı emperyalist bir savaş, Rusya’yı da emperyalist bir ülke olarak tanımlar ve bu savaşta kendi ülkesinin yenilmesi proletarya adına bir fırsattır ve bu değerlendirilmelidir.
Bu belki de devrimin anlamını doğru kavramamak, dolayısıyla ona uygun adım atamamakla ilgili olabilir. Devrim var olanı değiştirmek anlamına gelmez. Devrim her yönüyle bir dönüşümdür. Var olanı yıkmadan dönüşümü sağlayamayız. O yüzden bu momentte hamlelerimizi krizi derinleştirecek şekilde kurmalıyız.
Yukarıda kitlelerin ne çok önünde ne çok gerisinde, kitlelerin takip edebileceği mesafede olmamız gerektiğini belirtmiştim. Kitlelere bir adım attıralım ki bütünlüklü bir mücadeleyi örebilelim. İnsanlar zaten faturasını, kirasını, kredi kartı borcunu, sağlık, ulaşım, eğitim ücretlerini ödeyemiyor veya ödemekte oldukça güçlük çekiyor. O zaman ödeyememeyi bir eyleme çevirmek yani “ödemiyoruz”u sloganlaştırmak bu mesafeyi korumak anlamına gelir. Bu, halihazırda var olan durumu bir eylem biçimine çevirmektir.
Kapitalist sistem, insanların ekonomik ve yaşamsal durumunu kötüden çaresizliğe doğru, gün be gün geriletiyor. Emekçi halklar ve ezilenler, son yaşanan kriz süreci ile birlikte hem ümitsizleşiyor hem de radikalleşiyor. Her ikisini birlikte yaşıyorlar. Ümitsizliği ve radikalleşmeyi aynı fotoğraf karesinde görebiliyoruz. Şimdiye kadar AKP toplantılarına katılanlar, konuşulanları çiçek çocuk gibi dinler ve aksi bir ses çıkmazdı. Ancak AKP Adıyaman toplantısında, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, 15 Temmuz teraneleri anlatırken bir çiftçinin sesi “açım” diyerek yükseldi. Asıl meselenin “açlık ve işsizlik” olduğunu söyleyerek isyan etti.[3] Bu sesler sokakta yükselmeye devam ediyor. Tersten okuyacak olursak ümitsizlik, umuda en çok ihtiyaç duyulan andır.
Sokakta yükselen sesi, barajda biriken suya benzetebiliriz. Barajda su çok birikirse, su barajın duvarlarına yüksek bir basınç uygular. Suyu baraj içinde tutmaya çalışırsak nefesimiz ve gücümüz tükenir, biz de boğuluruz. Suyun akabileceği bir gedik açmamız gerekir. Bu gediği açtığımız takdirde tüm basıncı bir yöne yoğunlaştırır ve barajın duvarını yıkabiliriz. Barajda açılacak gedik, dönemin Rusya’sında Petrograd Sovyeti’dir. Petrograd, Sovyet Devrimi’nin öncüsüdür. Diğer Sovyet örgütlenmelerinin, ezilenlerin, emekçi halkların çoban yıldızı olmuştur. Birleşik bir mücadele hattı ile Ödemiyoruz Hareketi’ni sokakta örebilirsek, biz de barajda bir gedik açmış oluruz. Radikalleşen kitlelerin biriken öfkesini, isyanını, radikalliğini devrimci bir kanala akıtabiliriz. Kaçınılmaz olarak suyun geri kalanı da barajda oluşan kanalı genişleterek akacaktır. Ödemiyoruz Hareketi’ni örmek için güncel olarak tek bir maddede buluşmak gerekiyor. Fakat başarılı olursak sokakta piştikçe yeni hamleleri tartışabilir ve tekrardan pratiğe dökeriz.
China Mieville’in Ekim adlı romanında köylülerin, savaş karşıtı propaganda yapan Bolşevik propagandistleri nasıl da can kulağıyla dinlediğini yukarıda alıntılamıştık. Çünkü fiili olarak zaten savaşa karşıydılar ve birçoğu ya firar ediyordu ya da firar eğilimindeydi. Ayrıca savaş, açlığın da bir sebebiydi, üretimi durdurmuştu. Aynı şekilde bugün insanlar faturalarını, kiralarını, kredi kartı borçlarını ödeyemiyor veya ödemekte güçlük çekiyor. Bu durum zamanla daha da kötü bir hal alacak. Bugün emekçi halklar ve ezilenler, böyle bir propagandayı can kulağıyla dinleyecektir. Onlar bu adıma en çok ihtiyaç duydukları ümitsizlik anını yaşıyorlar. Bildiklerimizi hayatla sınamaktan çekinmemeli ve iştirake alan açan politikalar sergilemeliyiz. Başka bir deyişle süregiden toplumsal mücadelenin bir adım önünde politik tercümesini yapmalıyız.
[1]https://komundergi4.com/bir-akim-yaratalim-odemiyoruz-mahir-yilmaz/
[2]Ekim – Rus Devriminin Hikayesi, China Mieville, Ayrıntı Yayınları
[3]https://www.youtube.com/watch?v=aV6gq6OUtN0