“Ondokuzuncu yüzyılın sosyal devrimi şiirselliğini geçmişten değil, sadece gelecekten alabilir. İşe koyulmak için önce geçmişle ilgili tüm hurafeleri ortadan kaldırmak zorundadır. Eski devrimler geçmişin hatıralarını kendi içlerini boğmak için hatırlatıyordu. Kendi kimliğine kavuşabilmek için, on dokuzuncu yüzyılın devrimi ölülerin ölülerini gömmelerine izin vermelidir.”
Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18. Brumer’i, 1852
“En üstesinden gelinemezi olmasa da bizim için en öne çıkan zorluk olan, sosyal hareketlerin içinde oluştukları toplum gibi olmalarıdır. Bu şekilde sarı yelekler ırkçı, antisemitik, homofobik, misoginist, sol veya sağ kanattan olabilirler ve onlarla birlikte harekete katılmak zor, hatta kabul edilemez tavizler anlamına gelebilir. Bu tür bir hareketin sınıflar arası yönleri, bazılarımızı kendilerini tamamen hareketten ayrı tutmaya ve hatta herhangi bir şekilde katılmaktan vazgeçmeye itebilir. Üstelik bu vizyonumuzu ve devrim umudumuzu sorgulamamıza da neden olur.”
Lola Miesseroff, Haziran 2019
Ekim 2018’de, Fransız hükümeti “ekolojik geçiş” adına akaryakıt fiyatlarını artırmaya çalıştığında, bu önlem aleyhindeki birkaç dilekçe sosyal medyada belirdi. Bu dilekçeler ve trafik kavşaklarını engelleme önerisi, siyasi ilişkisi olmayan bazı kamyon şoförlerinin fikriydi. Birkaç hafta sonra, başlangıçtaki talebini hızla aşacak bir hareket başladı ve Fransa’da on yıllardır görülen en büyük ayaklanma haline geldi. Neredeyse 6 ay boyunca insanlar, 1968 Mayıs ayaklanmalarıyla kıyaslanabilecek ölçüde, trafik noktalarını, rafinerileri ve yol geçiş noktalarını engelleyerek, gösteriler sırasında polisle karşı karşıya gelerek ve geceleri altyapıları sabote ederek ciddi oranda karışıklık yarattılar.
Sarı yelekliler hareketinin ilk günlerinden bu yana, bu satırların yazarı Paris bölgesinde hareketle ilgili birçok eylemde yer aldı. Başlangıcından birkaç ay sonra, bir yandan kendiliğinden gelişen devrimci isyanla, diğer yandan solda devrimci olduğunu iddia eden insanlar ve örgütler arasında gördüğü büyük uçurumu açıklamak kendisi için ilginç bir konu haline geldi.
Bu metin sarı yelekliler hareketinin bir açıklaması olma amacına sahip değildir. Daha çok sarı yelek protestocuları ile sol, özellikle de devrimci sol arasındaki ilişkilerin ve solun devrim için iradesini göstermek için fırsatı nasıl kaybettiğinin öznel bir analizini yapmaktır. Neden Fransa’daki sözde devrimciler daha önce görülmemiş bir kitlesel hareketlenmenin ön saflarında bulunamadılar? Yer yer gösteriler ve eylemler devam etse bile, Kasım ayından Ocak ayına kadar süren asıl ayaklanma şimdi sönümlenmiş durumda ve devrimin partizanları olarak bu devrimci andan ne öğrenebileceğimizi görmeliyiz.
Sıradışı bir hareket
Fransa her zaman en yüksek yakıt fiyatlarına sahip Avrupa Birliği ülkelerinden biri olmuştur ve bu geçmişte de birtakım bir sosyal çatışmalara neden olmuştur. Hükümetin Eylül 2018’de insanların daha çevre dostu ulaşım yöntemlerini kullanmalarını teşvik etmesi iddiasıyla akaryakıt fiyatlarında yeni bir vergi kararı alması, bardağı taşıran son damla oldu. 2018 Ekim’inden itibaren, herhangi bir siyasi örgütlenme veya sendikaya üye olmayan kişiler tarafından başlatılan, sosyal ağlar, dilekçeler ve Facebook gruplarında kitlesel olarak yayılan bir isyanın belirtileri ortaya çıktı. Bu daha sonra ana akım medya tarafından da paylaşıldı. Sarı yeleği mobilizasyonun bir sembolü olarak benimsenmesi hızla kabul gördü, çünkü Fransa’daki her sürücünün aracında en az bir yelek bulundurma zorunluluğu vardı. Böylelikle sarı yeleği taşıyan herkes “sarı yelekli” olacaktı. Aynı zamanda, trafik kavşaklarını işgal etmek ve daha genel olarak yolları kapatma fikir önerildikten kısa bir süre sonra ve protestocular tarafından kullanılan ana eylem tarzı haline geldi. Ayrıca her Cumartesi gösteriler büyük şehirlerde de gerçekleştirildi.
İlk gösteri ve trafik kavşaklarının işgali Kasım ayında başladı. İki binden fazla kavşak işgal edildi ve bloke edildi. O aşamaya kadar ve öncesinde girişime destek veren bazı politikacılar, sarı yeleklilerin eylemlerinin ülke ekonomisine çok fazla zarar vermekle suçlayarak harekete desteklerini çekmeye başladı. Akabinde hareket, polis baskısına cevap olarak radikalleşti. Aralık ayının başı hareketin zirvesi oldu. 1 Aralık’ta Fransa’da birçok yerde eylemler gerçekleşti. Paris’te, üst sınıfların yaşadığı bölge olan kentin batısı, 1968 Mayıs’ı ayaklanmasında Quartier Latin’dekinden bu yana görülen en büyük eylemlere sahne oldu. Sabahtan akşam saatlerine kadar yüzlerce araç yakıldı. Kentin en çok ziyaret edilen anıtlarından biri olan Arc de Triomphe yağmalandı ve barikatlar kuruldu. Ayrıca ülke çapında pek çok şehirde, hükümet binaları ve bazı yönetim binalarına yapılan saldırılar nedeniyle polis kuvvetleri protestocuları kontrol altına almak için tüm güçlerini kullanmak zorunda kaldılar. Güney Fransa’da Narbonne’da hükümet binaları ve polis istasyonu yakıldı. Puy-en-Velay’de, hükümet binası ateşe verildi. İktidarın konuyla ilgili endişesi hakkında bir fikir vermesi için, Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Macron’un güvenlik hizmetleri, protestocuların Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na girmeleri durumunda kendisi için helikopterle tahliye planı hazırladıklarını belirtmek yeterli. Yetkililere, gizli belgeleri ofislerinde tutmamaları söylendi. Eski bir bakan, polisin protestoculara karşı gerçek mermi kullanma olasılığını vurguladı.
Aralık ayının ilk on gününde, çoğumuz için daha önce hayal etmenin imkânsız olduğu bir şey olan politik iradenin bocaladığını gördük. Bu tarihten sonra; protestocuların 5 Ocak’ta Paris’teki hükümet sözcüsü ofisinin kapısını kırması ve sözcüyü kaçmaya zorlamaları, ya da 16 Mart’ta sarı yeleklilere anarşist ve özerk aktivistlerin de katılımıyla Champ Elysees’te birçok lüks dükkâna yapılan saldırı ve talan gibi hatırı sayılır eylemler gerçekleştirilse de hareketin yoğunluğu azaldı ve yavaş yavaş sönümlenmeye başladı.
Bu hareket, özünde vergi karşıtı bir nedeni olmasıyla, “toplumsal hareket”lerden farklı bir varoluş nedenine sahip ve daha çok sağ kanat ve liberal hareketlere yakın, genelde Fransa’da gerçekleşen toplumsal hareketlerden oldukça farklı bir hareketti. Fransa’da “sosyal hareket” olarak adlandırdığımız şey, yaklaşık 3 yılda bir, bazı işçi kategorileri ve öğrencilerin sokaklarda yürüdüğü, genellikle hükümetin geçirmek istediği bir yasayı protesto etmek için yapılan kitlesel bir harekettir. Bu tür bir mobilizasyon sol tarafından çok ritüelleştirilir ve kontrol edilir: İşçi ve öğrenci sendikaları eylem günlerinin ne zaman gerçekleşeceğine, gösterilerin nasıl olması gerektiğine ve hareketin ne zaman biteceğine karar verir. Sol kanat partileri de bu tür hareketlere müdahil olur, propaganda yapar ve mümkün olduğunca fazla insan toplamaya çalışırlar. Daha sonra liseler ve üniversitelerde, grevler ve işgaller düzenlenir; aktivistler, bu tür bir hareketin temel aktörleri olan “gençlik ve işçiler” hakkında konuşurlar. Ancak yıllar içerisinde, birkaç on yıl önce güçlü yapılar olan işçi sendikaları ve sol partiler, toplumu hareketlendirme güçlerini yitirme eğilimin girdiler. Fransa’da yetmişli ve seksenli yıllarda kapitalizmin yeniden yapılandırılması sonucunda yaşanan ülkenin sanayisizleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin sona ermesiyle zeminlerini kaybettiler. Böylece en son 2006’da bir şeyi gerçekten kazanan “sosyal hareketler” kampımız neredeyse her seferinde yaşadığı yenilgiler döngüsüyle bitme noktasına geldi. Sarı yelekliler hareketi çok farklıydı. Grev yoktu, “gençliğin” harekete geçirilmesi yoktu (bu ifade genellikle kendilerini lise ve üniversite öğrencileri olarak harekete geçiren lise ve üniversite öğrencilerini tanımlamak için solcular tarafından kullanılır); işçi hareketinin yoktu; Facebook ve trafik kavşaklarındaki gayri resmi birlikteliklerin oluşturduğu koordinasyon haricinde hareketi yönetebilecek hiçbir kurum yoktu. Hepsinden öte, hareketin talebi değişerek, Macron’un istifası ve devrim isteğinin yerini, akaryakıt fiyatlarındaki zammın iptali aldı.
Sarı yelekliler hareketini diğer sosyal hareketlerden ayıran diğer bir şey de simgeleridir. Sendikaların ve partilerin bayrakları Fransız bayraklarıyla, Enternasyonal marşı Marseillaise’le, 68 Mayıs’ının referansları 1789 devrimininkilerle ve sınıfsal toplum yaklaşımı da halkçı bir yaklaşımla değiştirildi. Sarı yeleklilerin oldukça önemli olan bu yönünü daha sonra analiz edeceğiz.
Bu hareketin ilginç bir yönü de protestocuların sosyal arka planıydı. Birçoğu, otomobilin genellikle ulaşım tek seçenek olduğu kırsal veya yarı kırsal alanlardan geliyordu. Bu nedenle sarı yelekli protestocunun tipik profili sınıfsal değil, bölgesel olarak belirlenmişti. Bölgesel boyut, ilk bakışta, genellikle toplumsal harekette gördüğümüz sınıf boyutunun yerine geçiyordu. Bu bölgesel boyut, protestocuların eylemlerine yansısan araçlarla da görülebilir. Örneğin, yaygın kullanımı nedeniyle sarı yelekliler hareketinin sembolü haline gelen trafik kavşaklarının blokajı; aynı sınıf kökenli olmalarını gerektirmeyen ve olmayan, aynı bölgeden yerel halkın eylemiydi. Proleterleri toplayan bu hareket, aynı zamanda küçük burjuvazinin büyük şehirlerin dışındaki bazı kesimlerini de topladı. Protestocuların ortak noktası, bir monark olarak görülen Macron’dan duydukları rahatsızlıktı. Böylece “halk” ve “seçkinler” arasındaki popülist karşıtlık protestocu tarafından proletarya ve burjuvazi arasındaki klasik karşıtlıktan çok daha fazla kabul gördü.
Toplumsal hareketin kurumları, halkla iktidar arasında aracı görevi gördükleri için toplumsal hareketlerin barışçıl olmalarında büyük bir sorumluluğa sahiptir, bu yüzden bu kurumların yokluğu, polis ve protestocuların her ikisi tarafından da daha önce görülmemiş ölçekte bir şiddete alan açmıştır. Protestolar sırasında toplam 15 kişi hayatını kaybetti. Biri polis tarafından öldürüldü (başına gaz fişeği isabet eden yaşlı bir kadın), diğerleri ise otomobil sürücüleri ile barikatlardaki sarı yelekler arasındaki çatışmalarda. Polis tarafından atılan bombalar veya plastik mermiler nedeniyle onlarca insan el, ayak veya gözlerini kaybetti. Toplumsal hareketler çok şiddetli olsa bile, son on yılda toplumsal bir hareketle ilgili herhangi bir gösteri sırasında polis tarafından kimse öldürülmemişti.
Sol ve sarı yelekliler arasındaki ilişkiler
Sol, daha önce gördüklerinden tamamen farklı ve kontrol edemediği bir hareketle karşı karşıya kaldı ve ilk kez olarak sarı yeleklere karşı bir reddiye ifadesinde bulundu; ya da en azından onları görmezden geldi. Bunun çeşitli nedenleri vardı: Onlara göre, popülist bir retoriğe sahip ve aşırı-sağ tarafından başlatılan, sınıf ötesi bir hareketti. Bu insanlar için bu hareket sınıfsal belirleyiciliği olmayan, bölgesellikle belirlenmiş bir yapıda olduğu ve işçilerle burjuvaları aynı amaç uğruna bir araya getirdiği için, proleter bir hareket olmaktan uzak, hatta küçük-burjuva bir hareket anlamı taşıyordu. Etkin şekilde, hareketin çok güçlü bir bölgesel boyutu vardı. Daha önce de belirttiğimiz gibi, sarı yeleklilerin büyük bir kısmı kent çeperlerinde veya kırsal bölgelerde yaşayan insanlar olarak, toplu taşıma araçlarına erişimi olmayan ve yaşamlarını sürdürmek için bir arabaya ihtiyaç duyan insanlardı. Araba çocuklarını okula götürmek, alışverişe gitmek, işe gitmek vb. için ihtiyaç duydukları hayatlarının merkezi bir unsurudur. Oysa büyük şehirlerdeki insanların araba ile çoğunlukla şehir dışına çıkma aracı şeklinde daha az elzem bir ihtiyaç olarak çok farklı bir ilişkisi vardır. Bu nedenle, solun da aralarında daha etkin olduğu büyük şehirlerdeki insanlar, sarı yeleklilerin ilk eylemlerine pek katılmamışlardı ve büyük şehirlerde yapılan gösteriler kırsal bölgelerden gelen bu insanların gözünde gücün ve elitlerin sembolü olan şehri ele geçirmeleri için bir fırsattı. Paris’teki ilk gösterilerde çoğunluğu, diğer bölgelerden gelen insanlar oluşturuyordu. Ancak, bölgesel boyutun mutlaka sınıf boyutunu dışlamadığını düşünüyoruz. Aslında, bölgesel boyutun sınıf boyutuna göre bu üstünlüğü izleyen haftalar boyunca zayıflama eğilimindeydi. Çünkü büyük kentlerde sarı yelekliler ve polis arasındaki ilk çatışmalardan sonra, hareketin bir parçası olan küçük burjuvazi, durumun kendi işletmelerinin çıkarlarına oluşturduğu tehdidin farkına vararak hareketten uzaklaştı. Hareketteki küçük burjuva mevcudiyeti Aralık ayından sonra önemsiz bir düzeyde kaldı.
Sarı yelekliler hareketinin aşırı sağ tarafından başlatıldığı yönündeki suçlama yanlış olmakla birlikte, aşırı sağın hareket içerisinde önemli bir rol oynadığı doğrudur. Hareket, başından beri batılı aşırı-sağ tarafından Büyük Britanya’dan Avustralya’ya kadar büyük bir destek aldı, çünkü beyaz işçi sınıfının popülistlerden gelen terimlerle “küreselleşme” ve “seçkinler”e karşı toplumlarımızdaki tahakkümün sınıfsal belirlenmesini ortadan kaldıran bir direnişi olarak görüldü. The National rally, eski Ulusal Cephe eski ve Fransa’nın en büyük sağ partisi, temsilci çıkartmış oldukları bölgelerde sarı yelekliler protestocularına moral ve lojistik destek verdi. Monarşistlerden faşistlere kadar parlamento dışı aşırı sağ, ilk gösterilerde, sadece büyük şehirlerde değil, kırsal kesimde de güçlü bir şekilde yer aldı. Paris’te isyanlar sırasında kilit bir rol oynadılar, polise ve aynı zamanda solcu olarak gördükleri bütün insanlara saldırdılar. Onlar için sarı yelekliler hareketi iktidar kazanmak ve hatta bir “ulusal devrim” yapmak için bir fırsattı. Benimsedikleri model, 2013 yılında Ukrayna’daki Euromaidan ayaklanmasıydı. Ancak sol tarafından getirilen bu suçlama, doğruluk payı olmakla birlikte, temel olarak başlangıçta sarı yeleklileri desteklememelerinin bir bahanesiydi. Bununla birlikte, sarı yeleklilerin bazı sorunlu yönlerini görmezden gelmek istemiyoruz. Evet, protestolar sırasında bazı homofobik, cinsiyetçi ve ırkçı olaylar meydana geldi. Evet, ayrıca en sağ da bunun içerisinde yer aldı. Fakat bu solun ve devrimcilerin harekete müdahale etmesini önlememeliydi. Aksine, tam da böylesi sorunlar yaşandığında, devrimci veya en azından özgürleştirici bir alternatife duyulan ihtiyaç daha da artar. Böyle bir harekete müdahil olmayı reddetmek, aşırı sağın istediğini yapmasına izin vermenin en iyi yolu oldu.
Bir süre reddettikten sonra, sol, bize göre toplumsal bir harekete dönüştürmek için hareketi kazanmaya çalıştı. Önce işçi sendikaları, polisle herhangi bir çatışmayı veya özel mülklere yapılan saldırıları engellemek için kendi yöneticilerini görevlendirmeyi önerdi. Amaçları hareketin kendiliğinden oluşmuş bulunan itkisini korumaktı. Ancak aradaki boşluk çok büyüktü ve her ikisi arasında herhangi bir gerçek bir yakınlaşma olmadı. Bunun en iyi örneklerinden biri, Paris’te 5 Şubat’ta yapılan gösteriydi. Resmi olarak bir sarı yelekli protestosuydu, ama bu kez sendikalar ve sol partiler tarafından düzenlenmişti. Ortaya çıkan, çoğunlukla sol militanları toplayan, çok az sarı yelekli protestocunun katıldığı, sarı yeleklerden çok parti bayraklarının göze çarptığı güçsüz bir gösteriydi. Ayrıca solcular Ocak ayından sonra pek çok sarı yelekli topluluğuna ve yerel gruplara sızarak etkinleşti, yıkıcı eylemlerden uzak durulması telkin edildi ve solcular tarafından getirilen bu kontrollü yaklaşım dinamiği yavaşlattı.
Sarı yelekliler bize devrim hakkında ne söylüyor
Her devrimci anda, devrimden yana olduğunu iddia edenlerin devrimci doğasını sorgulamak mümkündür. Mayıs 1968, Fransız Komünist Partisi’nin ve CGT’nin (sırasıyla o dönemin Fransa’daki en güçlü ikinci partisi ve en büyük sendikası) hangi tarafta olduğunu görme olanağını verdi. Önce ilk öğrenci eylemlerini kınayıp ve daha sonra da ayaklanmanın sona ermesi anlamına gelen Grenelle anlaşmalarını imzalayarak sonra, bu iki kurum gerçek gerici niteliklerini gösterdiler. Sarı yelekliler hareketi sırasında da benzer olayı gözlemledik: Sol partiler ve işçi sendikaları, aynı zamanda tüm devrimci “çevre”, hareketi daha önce gördüğümüz nedenlerden dolayı önce reddetti ve sonrasında da hareketi yıkıcı yönlerinden arındırıp mümkün olabildiğince fazla yarar sağlamaya çalıştılar. Bazı yoldaşların 1 Aralık’tan sonra söylediği gibi: “Fransa’da Macron’un seçimiyle ifade edilen Sosyal Demokratların çöküşünden sonra; komünistlerin, (in)soumis’lerin, solcuların, anarşistlerin, “ultra-sol” üyelerinin ve diğer sınıf mücadelesi profesyonelleri veya moda radikallerin sözcülerinin de çöküşlerini gördük: Bunların büyük çoğunluğu, olaya burun büküp veya aldırmazdan geldikten hemen sonra; tüm hızlarıyla hizipleri, sendikaları, partileri, medyadaki yayınları ve blog yazılarıyla hareketin arkasından koşuyorlar. Artçılara hoş geldiniz!”.
Devrimci olmak bir kimlik meselesi değil, bir pratik meselesidir. Devrimci olma gerçeğini belirleyen bu pratik, yeni sosyal ilişkilerin yıkılması ve yaratılmasıdır. Dolayısıyla tek devrimciler devrimi yapanlardır. Bunun dışında, bize göre devrimci olmanın başka bir yolu yoktur. Dolayısıyla devrimci olduğunu iddia etmek sizi devrimci yapmaz ve aynı şekilde sol bir kimliği benimsemek de sizi diğer insanlardan daha devrimci yapmaz. İşte burada eleştirdiğimiz sözde “devrimcilerin” büyük bölümünün unuttukları şey bu. Burada kimlik, pratiğin yerini aldı ve asıl amaç sosyal devrimden ziyade, daha çok kendilerine atfettikleri “yıkıcı” bir kimliğin onaylanması haline geldi. Politik aktivizm, sadece dünyayı kendileri gibi anlamayanlar karşısında kendilerinin “gerçek olanlar” olduğunu düşünenler için bir tatmin aracı olarak var olmamalı. Bu seçkinci düşünce yapısı, politik aktivistler ile toplumun geri kalanı arasında kesin, hiyerarşik ve yararsız bir ayrım kurarak devrimci hareketi ve daha genel olarak solu kendi içinden tahrip ediyor. Ancak, toplum sarı yeleklilerde olduğu gibi kendilerinin kodlarını benimsemeden başkaldırdığı zaman, bu “sınıf mücadelesi uzmanları” ne kadar izole ve zayıf olduklarının farkına varıyorlar. Bu, harekete müdahil olmak için birkaç hafta boyunca protestolara karşı gösterdikleri zaafiyeti açıklıyor. Bu, bugün Fransa’da sözde “radikaller”in çürümelerinin halidir.
Sol ve iktidara saldıran proleterler arasındaki bu boşluk, simgelerinin farklılığına dayanıyor. Sarı yelekliler, bilinçsizce solu ve kimliğini reddedip, çok özgün simgeler benimsemiştir. Daha önce söylediğimiz gibi, “halk” ve “seçkinler” arasındaki karşıtlık birçok sarı yeleklinin aklındaydı; birçoğu Fransız bayrağını, giyotini ve 1789 Fransız devriminin diğer sembollerini de kullanıyordu. Bu, solcular tarafından sıklıkla bildirildi. Fakat proleterler, sahip oldukları tarihsel referanslarla hareket eder veya daha kesin bir ifadeyle iktidarın onlara verdiği tarihsel referanslarla. 1789 Fransız devrimi, Fransa’daki her insanın okula giderken esasen duyduğu tek devrimdir. Politik aktivistleri hariç tutarsak, nüfusun sadece küçük bir kısmı, 1917 devriminin ya da 1871 Paris Komünü’nün -tarihsel sol referanslar olarak- gerçekte ne olduğunu tam olarak bilir. Ayrıca Fransız bayrağı, resmi bir devlet töreni sırasında açıldığında, çevresinde mülkiyete özellikle de egemen sınıfa ait mülkiyete saldıran insanları toparlarken aynı anlama sahip değildir. Aslında bunu hem sarı yeleklilerin yaptıkları hem de sarı yeleklilere karşı yapılan gösterilerde görmek mümkündür. Elbette, Fransız bayrağının devrimci hareket tarafından kullanılmasını tavsiye etmek istemiyoruz. Sadece sosyal simgelerimize geçmiş mücadelelerin ve devrimlerin varisleri olarak verdiğimiz önemin perspektifini çizmek istiyoruz. Fransız devriminin referansının yanı sıra, sarı yeleklilerin simgelerinin büyük bir kısmı pop kültüründen geldi. En yaygın sloganlardan biri, Zack Snyder’in 2006’da tarihli 300 filminden Ispartalı askerlerin savaş çığlığı ya da Gladyatör filminden “Güç ve şeref” idi. Sarı yelekliler ayrıca pankartlarına ve yeleklerine Marvel evreninin bir süper kahramanı olan Punisher’ın logosunu da çizdiler. Sarı yelekliler kesinlikle solcu bir kültürü benimsemediler ve bu sol ile sarı yelekliler arasındaki mesafenin altında yatan sebeplerden biriydi. Bu politik eylemcilere göre, sarı yelekliler proleter ayaklanmanın ne olduğu hakkındaki fikirleriyle uyuşmadıklarından, yardımlarını hak etmediler; hareketin başlarında birçok “devrim uzmanının” konumu bu şeklide idi. Ancak devrimler, isyancıların küçük bir bölümünü temsil eden sadece solcu kişiler tarafından yapılmıyor. Devrimler çoğunlukla “normal insanlar” tarafından, daha önce herhangi bir politik faaliyete sahip olmaları gerekmeyen kişilerce, dolayısıyla sol kesimdekilerle aynı düşünce ve davranış tarzına sahip olmayan kişiler tarafından yapılır. Sarı yeleklilerin çoğunluğu işçi hareketinin tarihini, sembollerini ya da onunla ilgili politik teorileri bilmiyor. Hiçbiri Marx, Kropotkin veya başka herhangi bir devrimci teorisyen okumamasına rağmen yine de yıllardır batı-Avrupa’daki en büyük ayaklanmalardan birini gerçekleştirdiler. Devrimin gerçek partizanları bunu hesaba katmalı.
Kırmızı bayrağı taşımak sizi devrimci yapmadığı gibi Fransız bayrağını taşımak da sizi otomatik olarak gerici yapmaz. Semboller her mücadelenin anahtar unsurları olmakla birlikte; moda için değil, bir şeyi çağrıştırmak için vardırlar (örneğin kırmızı bayrak işçilerin geçmişteki mücadelelerini çağrıştırır). Aynı semboller, onları kimin manipüle ettiği ve nasıl yönettiğine bağlı olarak farklı anlamlara sahip olabilir. Solcu simgeler, emek hareketinin altın çağındaki mücadeleler için bir motor işlevi gördükten sonra, günümüzde yaşanan mücadelelerden ayrışmış görünüyor. Kızıl Bayrak, Enternasyonal ve işçi hareketi simgelerinin geri kalanının tamamı proleterleri daha önce etkilediği gibi etkilemiyor; ama sarı yelekliler hareketinin bize gösterdiği gibi devrimci bir pratikleri olamayacağı anlamına da gelmiyor. Devrimin gerçekleşirse nasıl olacağını bilemeyiz. Devrimcilerin kendilerini nasıl göreceklerini, hangi sembolleri kullanacaklarını bilemeyiz ve daha da önemlisi devrimin solun estetik, örgütsel ve teorik kodlarını benimseyeceğinden emin olamayız.
Sarı yelekliler hareketi, mevcut solun toplumsal gerçeklikle temasını nasıl kaybettiğini gösterdi. Bu sol geçmişin bir hayaleti ve zamanla ortadan kalkması gerekecek. Yok oluşu çoktan başladı, CGT artık en büyük sendika değil, PCF son seçimlerde %1 civarında oy aldı, geriye kalan tek büyük sol parti birkaç yıl önce sol kavramını reddederek popülist bir partiye dönüştü. Sol ölüyor, sağın da öldüğü gibi. Bu durumdan yeni siyasi güçler ortaya çıkıyor: La république en marche tüm liberalleri sol ve sağdan yeniden birleştiriyor; soldan La France insoumise ile popülist güçler geliyor, Rassemblement National ile sağ birleşmeye başlıyor; parlamento dışı aşırı sağ son yıllarda çok sayıda silahlı uyuyan hücrelerin açığa çıkmasının gösterdiği gibi, giderek daha şiddet yanlısı hale geliyor. Bu karışıklığın ortasında, devrimci bir ayaklanma meydana geliyor, ancak küçük gruplar dışında böyle yeni tür bir ayaklanmayı karşılayabilecek hiçbir devrimci örgütlenme yok. Ayrıca, gelecekte, tüm gezegene yayılan bir ayaklanmanın (bir devrim) gerçekleşmesi ve kapitalizmi tehlikeye sokması söz konusu olursa; bunun başlangıçta, sarı yeleklilerin ayaklanmasına nazaran çok daha büyük ölçekte, daha karmaşık ve daha yıkıcı olması muhtemeldir. Bu olayın ortasında yaşayacak olanlar hangi kelimeleri kullanacaklar? “Ücretler” veya “sömürü”yü mü tekrarlayacaklar? Onlar; tanımlamak için kullanacakları kelimeler ve semboller ne olursa olsun, belki de pekâlâ içinde ücretli emek, meta, devlet, vb.’nin olmayabileceği, inşa edecekleri bu yeni dünyayı bizim adlandıracağımız gibi komünizm olarak adlandırmayacaklar.
Not: Yazarımız Agit Jiyan’ın eylemlerin içinde gördüklerini analiz ettiği ve dergimizin 3. sayısı için kaleme aldığı yazı Komün Çeviri Kolektifi tarafından Türkçeleştirildi.