Bu aralar internette en çok karşımıza çıkan bilgi “Türkiye’nin Corona Virüs günlüğü” başlıklı haberler oluyor. “Sağlık bakanı açıkladı!” “Birazdan adalet bakanı konuşacak, içişleri bakanı geliyor ve konuştu.” Ve nihayet, “Reis paket açıklıyor…”
Bir tekstil fabrikasında yaklaşık 4-5 gündür işçiler bu haberleri takip ediyor. Herkes başına ne geleceğini öğrenmek istiyor. Kimisi tahmin yürütüp, “Reis işçilerin fabrikalarda ölmesine müsaade etmez; hele hele camiler kapanmış, ibadetler engellenmişken işyerleri mi açık kalacak, Reis’in her zaman parolası ilk önce millet sonra devlettir.” diyor. Kimisi ise “Reis Corona mı oldu acaba kaç gündür piyasada yok. Bu işten kimse yırtamaz, Reis de bizi kurtaramaz.” diyor. Çoğunluğun fikri ise ortak: Fabrikalar tatil edilecek ve sokağa çıkma yasağı gelecek.
Ve Reis konuşuyor…
Emekliye zam!
Patrona para!
İşçiye kolonya!
Bir de sokağa mümkün oldukça çıkmayın uyarısı…
Mümkün oldukça denilen saat dilimleri, Reis ve avanesi tarafından işçinin boş zamanları olarak görülen vakitleridir. İşçinin gözündeyse bu vakit dilimleri, kendine ayırdığı, hayatındaki en kıymetli, kısa ama öz olan vakitlerdir. (İşçi yorgunluktan bu vakitleri değerlendiremese bile, insanın kendine ayırdığı vakit, başkasının (patronun) işine ayırdığı vakitten daha değerlidir.)
Evet, Reis en kıymetli vakitlerimize göz dikmiş, başkasına çalıştığımız (mesai saatleri) vakitlere ise “o noktada sıkıntı yok, salgın orada bulaşmaz, kolonya var” diyerek devam demiştir.
Bir işçinin korona günlüğü
Sabah 8:30’da işbaşı yapılır.
Saat 9:00’da uykular açılır.
Dün vaka sayısı şu kadar, ölü sayısı bu kadar oldu… Öğlen paydosu, yemek sonrası sigara içerken, acaba bizde hasta mıyız, hepimiz öksürüyoruz, burnumuz akıyor sözleri…
Tüm Türkiye’de üretim yerleri açıktır; ama üretim durmuştur bu bir kriz, bir kaosun başlangıcıdır.
İşçiler, emekçiler işten kendileri tarafından ayrılmaya zorlanmaktadır, öyle olmasa üretimin olmadığı yerde ödemelerin dönmeyeceği bir zamanda neden fabrikaya çağırılsınlar. Bu tamamen bir yıpratma politikasıdır. İşçileri bekleyen iki şey vardır;
Birincisi ücretsiz izin!
İkincisi ise kendisinin istifa etmesi!
İşçi için bu ikisi arasında fark yoktur; ücretsiz izinde de kendi isteğiyle işten çıkması durumunda da önündeki günleri parasız olarak karşılayacaktır ve bu günler hiç de kolay olmayacaktır.
Çaresiz değiliz
İlk önce ifade etmek gerekir k,i sistemin ne kadar acımasız olduğu, işçinin ve emekçinin ne kadar değersiz olduğu tüm çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Acımasız olana acınmaz, ondan bir şey istenmez, alınır. Yarın işçilerin, emekçilerin cebinde nakit para bitecek ve kredi kartları sıfırlanacak; ondan sonra herkes acımasızlıkla yüzleşecek.
İnsanlar çaresizlik içinde ne yapacaklarını düşünecek, akıllarına sistem içi çözümler gelecek belki kimisi Allah’a yalvaracak kimisi de Allaha küfredecek…
Evet, bu öfke bu çaresizlik kontrol edilmesi zor bir durumdur. Ama örgüt burada devreye girer öfkeyi doğru yere yönlendirebilme özelliğini gösterir.
Birincisi kredi kartları, faturalar ödenmemeli ve bu açıktan savunulmalıdır!
İkincisi işçilerin kendilerinin işten çıkma durumlarının önüne geçilmeli ya da devrimci avukatlar bu sağlıksız sistemde patronların alması gerektiği halde almadığı önlemler nedeniyle işçilerin haklı fesihlerini gündeme getirmeli ve işçilerin haklarını korumalıdır!
Bu bahsettiğim iki öneri bugüne dairdir; ama bizim görevimiz elbette sadece bugünü değil aynı zamanda yarını da düşünmek ve planlamaktır.
Bu krizin ve kaosun getireceği en acımasız durum belli: Açlık!
Sistem bizi açlığa mahkûm edecek kadar güçlü değil.
“Oysa dünya, işçilerin omuzları üstünde durur. Kıpırdasın da gör; deprem nasıl olur..”
Büyük burjuvazi dokunulmaz ve ulaşılmaz değildir. Her mahallede ve ilçede onların temsilcileri vardır.
Mesela ARçelik, Beko, Aygaz ve Opet, Koç sermayesinin mahallemizdeki temsilcileridir.
Mesela Akbank ve CarefourSa, Sabancı’nın mahallemizdeki temsilcileridir.
Mesela Migros, Anadolu grubunun mahallemizdeki temsilcisidir.
Evet, bizi açlığa mahkûm edenler kapımızın dibine dükkân açacak kadar pişkinler. Biz de onların bizden çaldıklarını onlardan alacak kadar cesur ve öfkeliyiz.
Bizim iktidardan da burjuvaziden de bir şey istediğimiz yoktur, zaten Sabancılar, Koçlar, Tüsiadlar, Müsiadlar bize isteyecek bir şey bırakmıyorlar. Yardımların hepsi halihazırda onlara gidiyor.
Adına kimisi yağma kimisi kamulaştırma kimisi de zor ve cebir desin, kim ne derse desin. Biz de hakkımız olanı almasını biliriz, alırız da!
Sonuçta, açlıktan ölecek değiliz ya!