Syriza hükümeti ve referandumdan beş yıl sonra – Antonis Davanellos (1. Bölüm) | Komün Çeviri

Syriza partisinin (Radikal Sol Koalisyon) 2015 yılında Yunanistan’daki seçim zaferi, onlarca bir ve iki günlük genel grevin ve ateşli toplumsal hareketliliğin sonrasında, Avro bölgesi ile bir “kopuş”un ihtimallerini ve Büyük Durgunluğun ardından kıta genelinde kemer sıkmaya karşı mücadelelerin başlamasını gündeme getirdi. Ama bu gerçekleşmeyecekti. Syriza Başbakanı Aleksis Çipras mücadeleden geri adım attı ve partiyi bankacılarla uzlaşmanın ve Yunan işçilerine yönelik acımasız saldırıların yoluna soktu. 

Antonis Davanellos, 2004 yılında Syriza’yı kuran örgütlerden biri olan Yunan sosyalist grubu Uluslararası İşçi Solu’nun (DEA, Yunanca baş harfleriyle) öncü üyelerinden biri. Çipras’ın ihanetinin ardından partinin Sol Platformundan istifa edene kadar Syriza merkez komitesinin ve siyasi sekretaryasının üyesiydi.

Makalenin 1. Bölümünde, Davanellos partinin 2015 seçim zaferine kadarki süreçte parti lideri Aleksis Çipras ve yakın çevresinin içerideki güç mücadeleleri de dahil olmak üzere Syriza’nın gelişimini analiz ediyor. 2. Bölüm Çipras’ın Avrupalı kredi tedarik kuruluşlarıyla kemer sıkma anlaşması imzalamak için Temmuz 2015 Halk Referandumunu hükümsüz kılma kararı ile Syriza’nın içindeki sağa kayma ve bölünmenin yanında devrimci güçlerin daha geniş sol siyasi partiler içinde nasıl faaliyet yürütebileceğini ve reformist güçlerle kaçınılmaz çatışmalara hazırlanmak için oluşumları inceliyor.


2019 seçimlerinden sonra muhafazakar Başbakan Kyriakos Mitsotakis, Yunan hükümeti başbakanı Aleksis Çipras’ın yerini aldığında, önceki hükümetin idaresinin mülayim bir devamcısı olarak “yeni bir normal” tezahür etti.

Kendine “Radikal Sol” demekte ısrarcı olan Syriza iktidar partisi yönetimindeki dört buçuk yılın ardından, Yunanistan kapitalistleri kendilerini on milyarlarca avroyu yurtdışına transfer etmek için telaşlandıkları 2015 paniğinden daha güvende hissettiler. Üçüncü Kurtarma Paketi (sözde Troyka ile bir ekonomik kemer sıkma anlaşması: Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) uygulandı, göreli sosyal barış dayatıldı ve neoliberal reformlar güçlendirildi. Artık özelleştirmeler parlamentonun büyük çoğunluğunun desteğini almakta, Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri arasında güvencesiz çalışma ilişkileri rekor seviyelere yükseldi ve Georgios Katrougalos’un (eski Dışişleri Bakanı), emeklilik reformu olan ünlü üç ayaklı sistem yolunda sosyal güvenlik sisteminin tam dönüşümü için temeller atıldı.

Çipras’ın kredi kuruluşlarıyla yaptığı ve arsızca “Anlaşmadan çıkış” diye belirtilen son anlaşma, gelecekteki yolu önceden tayin ediyordu: Anlaşmanın hükümlerine istinaden oylanan tüm yasa ve yönetmelikler, kredi kuruluşlarının gelecekteki gerekli değişikliklerinin bir ön koşulu olarak dokunulmaz kabul edildi. Borç ödemelerine ayrılacak bütçe fazlaları uzun bir süre için zorunlu hale geldi. Ekonomik ve sosyal politika, 2060 yılına kadar Troyka tarafından “sıkı denetim” altına alındı. Sosyal demokrat PASOK partisinden Nikos Christodoulakis gibi ılımlı sosyal demokratlar bile bu “deli gömleği”nden hüsrana uğramış durumda ve bu gidişatın ciddi bir uluslararası ekonomik durgunluk bağlamında gerçekçi olmayan bir çıkmaz olduğunu alenen söylüyor.

Çipras hükümeti tarafından gerçekleştirilen bu eylemler, 2019 seçim sonuçlarını anlamamıza yardımcı oluyor. Halkın hayal kırıklığı ve toplumsal hareketlerin gerilemesi, muhafazakar Yeni Demokrasi Partisinin başındaki Mitsotakis’in siyasi/seçim zaferinin temelini oluşturdu. Aynı faktörler, solunda büyük çapta bir alternatif çekim kutbunun yokluğunda Syriza’nın seçim desteğini yüzde 31’de nasıl sürdürdüğünü de açıklıyor.

Bu eylemler aynı zamanda Syriza’nın Aleksis Çipras tarafından itiraf edilen derin dönüşümünün siyasi yönünü anlamamıza da yardımcı oluyor. Çok sayıda yorumcu Syriza’nın geleneksel PASOK sosyal demokrat partisine benzer bir şeye dönüşmesi olan “Pasokifikasyon”dan bahsediyor. Bu tam olarak doğru değil. Syriza’nın sosyal demokrat mutasyonu neredeyse tamamlandı ama bu, sosyal demokrasinin artık işçi sınıfının özlemlerini ve hayallerini reformist bir şekilde yöneten bir politik akım olmadığı bir zamanda gerçekleşiyor. Sosyal demokrasi geleneksel muhafazakar partilere yaklaşan, hem Avrupa’da hem de dünyanın geri kalanında sosyal-liberalizme dönüşen bir akım haline geldi. Dolayısıyla, Çipras için mevcut model, PASOK’un kurucusu ve 1996’daki ölümüne kadar tarihi lideri olan Andreas Papandreou değil, Emmanuel Macron.

Syriza’nın ana liderliğinin Aleksis Çipras etrafında topladığı muazzam siyasi güç -parti içinde müstahkem parti-, kendi yeteneklerinin, siyasi görüşlerinin ve taktiklerinin (en azından önceliği değildi) ürünü değildi. 2010-2013 yılları arasındaki toplumsal direniş patlamasını hesaba katmazsak bu gerçekler anlaşılamaz.

Syriza’nın 2015’teki seçim zaferini önceleyen, acımasız kemer sıkma politikalarına karşı işçi sınıfı fırtınası ve kitlesel halk muhalefeti, PASOK’u yerle yeksan etti ve rejimde siyasi bir boşluk yaratarak, aşırı sağ ana akım partisi Yeni Demokrasi’ye ciddi bir darbe indirdi. Bu boşluklar tarihteki Bonapartist fenomenlerin temelini oluşturur genellikle.

Syriza’nın solunun ilk ciddi yenilgisi – yalnızca Sol Platform’un değil, 2015’te partiden ayrılan daha geniş bir çevrenin – bir parti olarak Syriza’nın kararları ve eylemleri üzerinde kolektif demokratik kontrolü güvenceye almaktaki beceriksizliğiydi. Bu, 2012 seçimlerinden sonra hızlanan ve 2013 Parti Kongresi’nde doruk noktasına ulaşan uzun bir mücadele döneminin sonucuydu. Bu yenilgiyi işaret eden simgesel noktalar şunlar: başkanlık muhafızlarının parti içindeki özerkliği, parlamento grubunun partiden özerkliği ve 2015’ten hemen önce “ulaşılmaz” parti-içi mekanizmaların kurulması (Program Komitesi vs. gibi).

Radikal Sol üzerine yapılan güncel tartışmalarda, Çipras etrafındaki çevre için tam özerkliğin, üyelerine ait bir partinin bayrağı altında sağlandığını, bunun parti içi eğilimlerin örgütlenişine ve mekanizmalarına ve yapısal fonksiyonuna saldırmak için kullanıldığını hatırlamak önemlidir. İşçi hareketinin tarihinde daha önce de olduğu gibi, yapıya, demokratik işleyişe yönelik bir saldırı, doğrudan demokrasiyi sağlamayı değil, parti ile kontrolsüz bir güç yaratmayı hedefliyordu.

Çipras çevresindeki bu iktidar çekirdeğinin özerkliğini kurduğu dönemdeki siyasi projesi, partinin kendisini dayandırdığı 2013 Kongresindeki kararlar da dahil olmak üzere Syriza programının tamamen tersine çevrilmesiydi. 2015’ten sonra partide kalan ünlü Syriza yoldaşı Nikos Filis’in 2015’ten önce tartıştığı gibi, Syriza’nın politikalarının mihenk taşı borç sorunuyla uğraşmaktı.

Yunanistan’ın borç sorununun üstesinden en iyi nasıl gelineceği konusunda -Syriza içinde ve solun tamamında- siyasi çatışmadan kaynaklanan rakip pozisyonlar iyi biliniyor. Sonradan tartışılan tüm bakış açıları teori alanındaki önemini korumaktadır. Ancak Syriza’yı (küçük bir sağcı kanat hariç) birbiriyle ortaklaştıran elzem husus, borç ödemelerinin sonlandırılması ve anapara ile faizin iadesinde moratoryumdu. Bu seçenek, kalan mevcut kamu fonlarını koruyacak ve bir sol hükümete, işçi sınıfını desteklemek için sınıf siyasetini tek taraflı olarak örgütleme yeteneği sağlayacaktı. Bu politika, sol kanat bir hükümeti kredi kuruluşlarına ve Troyka’ya (IMF, Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu) karşı de facto savaş pozisyonuna sokabilirdi. Bu alternatif açıkça, Avrupa işçi sınıfı hareketinin ve solunun Yunanistan’da bir kopuşu destekleyeceğini varsayıyordu. Bu son faktörün önemi genelde sonraki bilançolarda küçümsenmiştir ve bunun büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble ve Eurogroup Başkanı Jeroen Dijsselbloem’in Yunanistan krizinin “bulaşma” tehdidini soldan daha iyi anladıkları ispatlandı ve bu nedenle müzakereler sırasında kemer sıkmaya karşı herhangi bir alternatifi tamamen yok etmeyi amaçlayan katı bir strateji benimsediler.

Yannis Varoufakis anılarında – ve şimdi herkesin bildiği- Syriza’nın çok küçük bir bölümü tarafından tartışılan bir şeyi açıklıyor: Küçük liderlik grubu (Varoufakis Çipras, Başbakan Yardımcısı Yannis Dragasakis ve Devlet Bakanı Nikos Pappas’tan bahsediyor) 2015’ten çok önce parti içi siyaseti ortadan kaldırmak üzere bir “koçbaşı” gibi davranmak için seçildiler. Syriza’nın hiçbir kolektif organı, hükümetin tüm borç taksitlerini “tam ve zamanında” (Şubat 2015 tarihli anlaşma uyarınca) ödemeyi ya da sol bir hükümetin siyasi faaliyetini kredi kuruluşlarıyla yapılan müzakerelerle sınırlaması gerektiğinin fiilen tanınmasını onaylamadı. Bu değişiklik nesnel olarak diğer büyük çark edişlerle gerçekleştirildi.

Syriza’nın 2014-2015 seçim kampanyası sırasında vaat ettiği acil eylem programına ilişkin itirazlar iyi bilinmekte. Sözde Selanik Programında, çalışanların ve halk sınıflarının durumunu iyileştirecek taahhütler (asgari ücret ve emekli maaşlarının artırılması, Toplu Sözleşmelerin yeniden sağlanması, küçük mülkler üzerindeki vergilerin kaldırılması), krizden bir tür kolay ve barışçıl bir çıkış, büyümeye dönüş ve “üretken bir yeniden yapılanma” sağlayacak yeni fikirlerle yan yana bir araya getirildi. Bu program detaylı bir şekilde incelendiğinde, programın boşluklarla dolu olduğu görülebiliyordu. Bu programa belirli bir siyasi dinamik kazandıran, sol bir hükümetin kemer sıkma politikasını tersine çevirmeyi amaçlayan tek taraflı eylemler vaat etmesiydi. Doğruyu söylemek gerekirse, sol kanat bir hükümet, ücretleri ve emekli maaşlarını derhal yükseltmeyi seçtiyse- ya da parti üyelerinin ve sosyal hareketlerin baskısıyla buna zorlandıysa- o zaman programdaki bütün küçük hayali sabun köpüklerinin (örneğin, Kalkınma Yatırım Bankası veya Yunan kapitalizmini dönüştürmesi beklenen ünlü üretim kompleksleri) yersiz ve vadesi dolmuş olduğu görülecektir.

Ödemelerin sonlandırılması gibi tek taraflı eylemlerin doğrudan siyasi sonuçları olacaktı: Sol kanat bir hükümetin yaşayabilirliğini çalışanlar ve halk sınıfları için acil bir gündem haline getirecek ve bu hükümet ile yönetici sınıf arasındaki ilişkiyi bir çatışma olarak gösterecekti. Bu yüzden Çipras  etrafındaki iktidar çemberi ne pahasına olursa olsun bu parti içi anlaşmaya göre hareket etmekten kaçındı. Kolay değildi. Syriza parlamento grubunun partinin Siyasi Sekretaryası ile ortak oturumunda neler olduğunu hala hatırlıyorum: Dragasakis ilk kez burada, asgari ücreti yükseltme vaadinin acil bir söz olarak anlaşılmaması gerektiğini, ama bunun, Ocak 2015 seçimlerinden itibaren partinin kazandığı “dört yıllık görev süresi boyunca” gerçekleştirilmesi gerektiğini önerdi. Oda buz kesti. Kendilerini aşırı sol olarak tanımlamayan birçok üye muhalefetlerini açıkladılar. Dragasakis görüşünü savunmadan oturumu terk etti. Hal böyleyken, parti içinde bir dizi siyasi şantajın dayattığı politika buydu. Ama aynı zamanda da, aktif bir rol üstlenmeye daha az ilgi duyan, krizi çözme sorumluluğunu seçimlerde adaylara ve daha sonra Syriza hükümetine “devretmeye” giderek daha fazla hevesli olarak geri çekilen bir işçi sınıfı hareketi bağlamında gerçekleşti.

Çeviren: Aslı Polat

Kaynak: https://nobordersnews.org/2020/07/29/antonis-davanellos-five-years-after-the-syriza-government-and-the-referendum/