Syriza partisinin (Radikal Sol Koalisyon) 2015 yılında Yunanistan’daki seçim zaferi, onlarca bir ve iki günlük genel grevin ve ateşli toplumsal hareketliliğin sonrasında, Avro bölgesi ile bir “kopuş”un ihtimallerini ve Büyük Durgunluğun ardından kıta genelinde kemer sıkmaya karşı mücadelelerin başlamasını gündeme getirdi. Ama bu gerçekleşmeyecekti. Syriza Başbakanı Aleksis Çipras mücadeleden geri adım attı ve partiyi bankacılarla uzlaşmanın ve Yunan işçilerine yönelik acımasız saldırıların yoluna soktu.
Antonis Davanellos, 2004 yılında Syriza’yı kuran örgütlerden biri olan Yunan sosyalist grubu Uluslararası İşçi Solu’nun (DEA, Yunanca baş harfleriyle) öncü üyelerinden biri. Çipras’ın ihanetinin ardından partinin Sol Platformundan istifa edene kadar Syriza merkez komitesinin ve siyasi sekretaryasının üyesiydi.
Makalenin 1. Bölümünde, Davanellos partinin 2015 seçim zaferine kadarki süreçte parti lideri Aleksis Çipras ve yakın çevresinin içerideki güç mücadeleleri de dahil olmak üzere Syriza’nın gelişimini analiz ediyor. 2. Bölüm Çipras’ın Avrupalı kredi tedarik kuruluşlarıyla kemer sıkma anlaşması imzalamak için Temmuz 2015 Halk Referandumunu hükümsüz kılma kararı ile Syriza’nın içindeki sağa kayma ve bölünmenin yanında devrimci güçlerin daha geniş sol siyasi partiler içinde nasıl faaliyet yürütebileceğini ve reformist güçlerle kaçınılmaz çatışmalara hazırlanmak için oluşumları inceliyor.
Tutarlı parti politikasında sağa sapmayı gösteren önemli bir faktör, Syriza’nın Avro Bölgesi’ndeki pozisyonuydu. Bu konu hakkındaki parti içi anlaşmazlık ayyuka çıkmıştı. Parti içindeki bir azınlık, işçi sınıfı lehine reformist bir siyasi programa desteğin bile kaçınılamaz şekilde Avro Bölgesi ve AB ile bir kopuşun savunulması ve hazırlığı olmasını talep etti. Çoğunluk, Avro Bölgesi ve AB’nin mevcut sınırları sorununu pratikte denenmeye tabi tutarak böyle bir programın desteklenebileceğini belirtti. Avro Bölgesi’nin yararı için tek bir fedakarlık yok cebirsel formülü ile sorun ancak yarı yarıya çözüldü. Bu formülün çoğunluğun pozisyonu olmasını sağlayan somut siyasi tercümesini hatırlamak önemli. Aleksis Çipras’ın, Syriza’nın, örneğin devlet okullarının ve hastanelerin korunması ile Avro bölgesinin istikrarı arasında seçim yapmak zorunda kalırsa, halkın çıkarlarını desteklemekte tereddüt etmeyeceğini açıkladığı seçim kampanyalarından onlarca belge, makale veya konuşmadan bahsedebiliriz. Bu bağlamda, sonraları “ne pahasına olursa olsun Avro Bölgesi’nde kalma” politikasına dönüşecek değişiklik- Ocak 2015’ten çok önce gölgelerde hazırlanan – Syriza’nın iç güç dengesinde, 2015’ten öncesine uzanan başka bir derin siyasi çark ediştir.
Çipras’ın yakın çevresindekiler tarafından seçilen, kredi kuruluşlarıyla müzakereleri yürüten ekonomik ekibin kompoziyonu gösterge niteliğinde: IMF’de, uluslararası bankacılık sektöründe, ABD kurumlarında ve Avrupa sosyal demokrasisinde çalışmış kişiler. Net bir kırmızı çizgide müzakere etmekle görevlendirilmişlerdi: Avro bölgesi ve AB ile bir kopuştan kaçınmak. Bu müzakerenin sonucu meşhur: Üçüncü Kurtarma Paketi.
Her zaman olduğu gibi, herhangi bir siyasi liderlik hakkındaki gerçekler, seçtiği siyasi müttefiklerden açıkça görülebilir. Aşırı soldan sosyal demokrat akımların soluna, Syriza’nın 2013’teki kurucu kongresinin kararları o zamanlar netti. Syriza’daki sol sosyal demokrat akım Anlaşma’dan kaynaklanan sorumlulukları paylaşmayı reddeden ve acımasız kemer sıkma programına hemen tepki gösterenlerden oluşuyordu. Bir süre sonra, örneğin Syriza’nın sağ-kanat eğilimini temsil eden biri olan Yiannis Balafas – bu pozisyonun dürüst bir destekçisi- sadece sağın “Samaras yanlısı fraksiyonu” ve Altın Şafak” (açıkça faşist bir parti) hariç tamamen farklı müttefikleri açık açık söylüyordu. Samaras o zamanlar başbakandı ve sağ kanat Yeni Demokrasi hizbinin lideriydi. O zamanlar, hiç kimse, Syriza kongresinin kararlarının böylesine muazzam bir şekilde tersine çevrilmesinden oluşan bu görüşü alenen savunmadı. Bu tersine çevirme, eski başbakan etrafında daha ılımlı bir sekt oluşturan Yeni Demokrasi’nin Kostas Karamanlis taraftarı fraksiyonu da dahil mevcut politikacıların büyük bir kısmının potansiyel müttefik olarak görülmesine sebep oldu.
Bu yönelim Çipras çevresindeki lider kadro tarafından benimsendi. 2015 yaklaşırken, önce bir toplumsal selamet hükümetinden, sonra da bir milli selamet hükümetinden söz etmeye başladı. Bu ne basit bir terminoloji meselesiydi sadece; ne de bu terimler ve solcu bir hükümetin hedefi arasındaki farklar hakkındaki cehaletin ürünüydü. Syriza ile Yeni Demokrasi’nin bir parçası olan sağcı Bağımsız Helenler partisi (ANEL) arasındaki hükümet koalisyonu ve eski bakan ve Karamanlis taraftarı Yeni Demokrasi üyesi Prokopis Pavlopoulos’un Çipras’ın da desteğiyle cumhurbaşkanı olarak seçilmesine yol açan hareket bir gecede örgütlenmedi.
Bu gidişatı, sonucu önceden bilinen bir komplo olarak görmemeliyiz. Tam aksine, tamamen farklı siyasi sonuçları olan birçok olasılığın mevcut olduğu siyasi bir maceraydı.
Syriza’nın çark edişinin son aşaması Temmuz 2015’teki Referandum’du. Çipras’ın bunu seçmesi ya da bu çareye başvurmak zorunda kalması, zamanın farklı siyasi dinamikleri arasında yaşanan çatışmaların deliliydi. Olguların ardından su yüzüne çıkan değerlendirmeleri bir kenara bırakırsak, Syriza liderliğinin bu şekilde hareket etmesinin nedeni referandumu kaybedeceğine inanması ve bu nedenle işçi sınıfı lehine politikaları Troyka’nın direktiflerine feda etmeme üzerine tüm vaatlerinden çark etme için mükemmel bir mazeret sunmasıydı. Referandumu büyük bir sahtekarlıktan başka bir şey olarak görmemek büyük bir siyasi hata.
Hakim sınıfın paniği, devasa sermaye kaçışı, bankacılık krizleri ve sermaye kontrolü, “EVET oyu için cephe”nin aceleyle oluşturulması ve işlerin çığırından çıkması halinde devletin baskıcı aygıtlarını müdahale etmesi için göreve çağırmak tamamen hayati sorunlardı.
Aylarca süren sokak eylemsizliği, siyasi eylemliliği başkalarına yükleme eğiliminden sonra, halkın hassasiyeti, referandumda etkileyici bir çoğunluk gücü ve çok net bir yetki ile ortaya çıktı: hükümetin politikalarının kredi verenlerin diktalarına tabi tutulup tutulmaması sorusuna neredeyse yüzde 62 hayır oyu verildi. Bu, kemer sıkma politikalarının devamına tereddütsüz bir HAYIR demekti.
Referandum sonuçları, Syriza’nın içindeki ve dışındaki radikal sol için son büyük fırsattı. Solun siyaseten koordine etme yeteneğindeki zayıflığı ve referandumun ertesi günü sonuçları savunabilecek bir örgütsel ağ inşa edememesi çok kritikti. Özellikle Syriza’daki radikal sol güçlerin özeleştirisi Syriza liderliğinin artık rejimin istikrarı için kirli işleri yapmakla görevlendirilmesiyle sonuçlanan ertelemeyi de içermelidir. Bu karar, parti içinde ve dışında, siyasi ve örgütsel sınırlarının ve partizan disiplininin ötesinde çok daha sert müdahaleler gerektirecektir. Radikal solun bu önlemleri almakta gecikmesinin birçok farklı gerekçesi var. Ama sonuç şu: olağanüstü bir fırsat kaybedildi.
Solun başarısızlığı Çipras’ın cüretini artırdı.
Esasında, Referandum’un ertesi günü 180 derecelik dönüş (sözde kolotoumpa ) [kolotumpa: takla atmak- çn] parti liderliğinin, partinin Merkez Komitesinin çoğunluğunu bile görmezden gelerek, kararlarını a posteriori meşrulaştırarak bağımsız hareket ettiği yerde parti içi bir darbe ile benimsetildi.
Meşhur Syriza entelektüeli, Aristidis Balt, Syriza hakkında yazdığı kitabında Eylül 2015 seçimlerini (Syriza, 25 milletvekili de dahil olmak üzere sol kanadının büyük çoğunluğunun ayrılmasının ardından yeni Halk Birliği partisini kuracak iktidar çoğunluğunu yenilediğinde) temize çıkarıyor. Bir manada öyleydiler. Çipras, yeni kemer sıkma politikalarını dayatan Troyka’nın Üçüncü Paketini kendisi ile beraber onaylayan düzenin (PASOK, muhafazakar Potami ve Yeni Demokrasi) desteğinden yararlandı. Dahası, Çipras artık “Yunanistan’daki yeni seçimlerin artık sorunun değil, çözümün bir parçası” olduğunu söyleyen Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in desteğine güvenebilirdi. Aleksis Çipras, kendisini partisini tasfiye etmeye ve işçi kitlelerini edilgen rollere düşürmeye adadı. Seçim gecesinde ANEL lideri Panos Kamenos ile sıcak kucaklaşması, ortaya çıkan hükümetin doğasına dair bir semboldü.
Tüm bu sürece aktif olarak katılan hepimizin önemli sorumlulukları var. Bunlar, olaylar gelişmeye devam ederken her birimizin kamusal alanda söyledikleri dikkate alınarak görülebilir.
13 Mayıs 2015’te Gazetemiz İşçi Solu’nda şöyle yazdık:
“Çoğumuz [Syriza’nın] iktidara giden yolu açan, ancak çok önemli bir soruyu cevapsız bırakan seçim öncesi söyleminin “basit” özüne katılmıyoruz: Avro bölgesi içinde kemer sıkma karşıtı radikal bir program oluşturmak ve kurumlarla müzakere yapmak mümkün mü? Bugün cevabı biliyoruz: HAYIR…
Yine de görmek isteyenler için, her aşamada halkımızı daha alt bir seviyeden savunmaya zorlandığımız bir müzakerede aşağı doğru bir sarmalın içine hapsolduğumuz açıktır. Bu gerilemenin bizi nereye götürdüğü açıktır: kredi kuruluşlarına ödemelerin kesilmesi, sermaye kaçışı “özgürlüğüne” karşı bir müdahale, Kongre’nin bankaların kamulaştırılmasına ilişkin kararlarının uygulanması, kemer sıkmaya karşı tedbirleri finanse etmek için sermayenin ve servetin vergilendirilmesi, bu politikanın AB ve Avro Bölgesi ile çatışmalar da dahil gerekli tüm araçlarla desteklenmesi [yerine] Üçüncü Anlaşmanın imzalanmasına zorlamak…
Böyle bir “kopuş” 25 Ocak 2015 Syriza seçim zaferinden hemen sonra tamamen normaldi ve beklenebilirdi. Ancak şimdi [Mayıs 2015], bu seçeneklerin hükümet tarafından açıkça sunulması ve Syriza tarafından açıkça desteklenmesi koşuluyla, yeni bir ulusal seçim yoluyla halkın iradesine başvurma olasılığı hala söz konusu.
Her halükarda, önümüzdeki önemli kararlar kapalı bir çevreyle alınamaz… Merkez Komitesinden yerel şubelerine kadar Parti karar vermelidir. Parti, bir tehdit olarak ortaya çıkan kara yele direnmelidir.”
Bu mantıktan yola çıkarak hayati öneme sahip bir çatışma olan Syriza’daki siyasi çatışmalara katıldık. Nihai sonucun bir bölünme olacağını- ve Şubat 2015’ten sonra artık herhangi bir şüphe yoktu- önceden biliyorduk.
Eşine rastlanmamış bu siyasi durumun doğasında bulunan siyasi zorluklar göz önüne alındığında ve bugün talihsiz nihai sonucu bildiğimizden, artık bu zorluğa farklı şekillerde tepki gösterenler için ne zaman ve ne şekilde tepki verdikleri konusunda birbirleriyle mücadele/rekabet etmelerinin verimli olduğuna inanmıyoruz. Syriza’nın üyelerinin ve yoldaşlarının büyük bir kısmı [Çipras’ın çark edişlerine] yanıt verdi ve yeni bir kemer sıkma anlaşmasının uygulanmasının sorumluluklarını paylaşmayı reddettiler. Ama yenildiler ve çok büyük bir bedel ödenmesi gerekiyordu. Büyük bir kopuş için nadir bir fırsat kaçırıldı. Syriza’nın deneyimi, uluslararası radikal sol için bir referans noktasından, eski muhafazakar İspanya Başbakanı Mariano Rajoy ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un toplumsal çoğunluğu radikal solun ne dünyayı istediği ne de değiştirebildiği bir alternatifin olmadığına ikna etmekte kullandığı, düzenin elinde bir tartışmaya dönüştürüldü.
O yıllarda ortaya çıkan umut dalgası, esas olarak iki etmenin birleşimiyle yenildi: Bir taraftan, 2010-15’in olağanüstü ikliminin ardından işçi mücadelesinin geri çekilmesi. Ve diğer taraftan, Syriza partisi içindeki solun, ne pahasına olursa olsun Avro Bölgesi’nde kalma bayrağı altında birleşen ve müteakip neoliberal kemer sıkma politikalarını imzalayan ve uygulayan koalisyon güçleri tarafından yenilgiye uğratılması.
Solun büyük bir kısmı bu yenilgiyi, bana göre yanlış olarak, sol bir hükümetin bir hata olduğu yönündeki genellemeyi kabul ederek tekrarladı.
Devlet iktidarı sorunu, yoğun bir mücadele döneminde halk ve işçi mücadelesi tarafından gündeme getirildi. Mevcut işçi sınıfı hareketinin güçlü ve zayıf yönleriyle tanımlanan gerçek terimlerle yanıtlanması gerekiyordu. Gerçek işçi iktidarı sorunu, Ekim 1917’deki gibi bir devrim, gündemde değildi; birileri onu gündeme almamaya karar verdiği için değil ama- krizin doruk noktasına ulaşmasına ve artan toplumsal çatışmalara rağmen – Yunanistan’da hiçbir zaman ikili iktidar durumu ya da işçilerin ve müttefiklerinin sovyetlere benzer bağımsız örgütlenme biçimleri olmadığı için.
Lenin dönemindeki Üçüncü Enternasyonal, Üçüncü ve Dördüncü Kongreler sırasında bizi bu çelişkinin ortaya çıkma ihtimali konusunda uyardı. Ama bize uygun yanıtlar oluşturabileceğimiz araçlar da verdiler; Geçiş Politikaları, Geçiş Programı, Birleşik Cepheler ve bir işçi Hükümeti ya da bir Sol Hükümet.
Daniel Bensaïd, 1989’da SSCB’nin çöküşünden sonra uluslararası solun kendisini içinde bulduğu mevcut durumu dikkatlice inceleyerek, “geçiş süreci perspektifine dayalı bir sol kanat hükümete destek veya katılım için gerekenleri sağlayan çeşitli bileşenleri” tanımladı. Bunlar:
* Bir kriz bağlamı ya da en azından toplumsal hareketlilikte önemli bir artış,
* Statükodan güçlü bir kopuş projesine kendini adamış bir hükümeti destekleyebilecek siyasi bir ittifak.
* Devrimcilerin ya reformcuların taahhütlerini yerine getirmelerine olanak sağlayan ya da caymaları halinde büyük bir bedel ödemelerini sağlayan bir güçler korelasyonu.
Bana göre, Bensaïd tarafından tanımlanan ilk iki kriterin 2010-2015 Yunan krizinde kesinlikle mevcut olduğu açıktı. Karışıklık, yenilginin nedenleri ve radikal solun asıl özeleştirisi esasen üçüncüyle ilgilidir.
Sorun, hükümette radikal bir değişime katılmamız gerekip gerekmediğinde değil, nasıl katılmamız gerektiğinde yatmaktadır. Ayrıca, kaçımızın yalnızca “yarı yolda ilerlemeye” istekli olan bu güçlerle yüzleşmeye hazır olduğumuz değil, aynı zamanda bunu yapmamız ve bunu daha canlı bir şekilde yapmayı öğrenmemiz de önemli de özellikle önemlidir.
Çeviren: Aslı Polat