Tanzim satış kuyruğu: Varlık mı yokluk mu? – Ali Tekin

Hikmet Kıvılcımlı yıllar önce, kömür taşımaktan eli kapkara olmuş gençlerin ülkücü saflarda yer almasından, eli kalem tutan üniversitelilerin çoğunluğunun ise sosyalist örgütlerin saflarında bulunmasından yakınıyordu. Oysaki tam tersi akla mantığa uygun olan durumdu. Rasyonel olan, beden kaynaklı emek gücünü acımasız şartlar altında bir kapitaliste satan kişinin, en doğal haklarını ondan almak istemesi değil miydi? İnsanca yaşam şansı daha fazla olan küçük-orta burjuvalar üretim araçlarının kamusal mülkiyetini talep ediyordu da, neden günde 10-15 saat çalışan, ev araba yazlık almayı hayal dahi edemeyen işçiler patron-ağa-devlet üçlüsüne biat ediyordu?

Türkiye proletaryasının, bırakalım ekonomi-politik yapısının benzer olduğu Arjantin, Bolivya, Venezüella gibi Latin Amerika ülkelerini İran işçi sınıfı kadar bile refleks verememesinin yapısal sebepleri nelerdir? Sağ partilerin tabanındaki kitlenin aslında sol partilerde olması gerektiği çelişkisine dair söz söylemeyen kalmadı. Yanıtları kabaca sıralayalım: İslam dini ve muhafazakârlık işçilerin bilincini çarpıtıyor, onları isyan etmek yerine şükretmeye yönlendiriyordur. Bu ülkenin tebaasında Osmanlı’dan miras kalan devlete biat geleneği çok güçlüdür, bu sayede kapitalistle ve hırsız devlet görevlileriyle özdeşleşmekte sakınca görmemektedir. İşçi sınıfındaki bireyci psikoloji sorunun temelidir zira herkes kendi kurtuluşunun ve ikbalinin peşindedir. İktidardaki sağ partiler manipülasyon konusunda oldukça başarılıdır çünkü kömür, gıda ve kuşa çevrilmiş sosyal yardım paketleriyle halkı kandırmaktadır. Sol örgütler elitisttir, Kürtçüdür veya Kemalisttir ve bu yüzden de kitlelere kendisini anlatamamaktadır. Devletin zor aygıtları sosyalist öbekleri dağıtmak ve engellemek konusunda çok maharetlidir. Alevi sorunu ve Kürt meselesi gerçek sınıfsal çelişkilerin görülmesini maskelemektedir. Kemalizm hem kendisine sol görünüm vermekte öte yandan da sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış kitle olma hezeyanını virüs gibi bulaştırmaktadır. Zaten Türkiye’de sol sağdır, sağ da sol… Liste bu görüşlerin kombinasyonları dâhil olmakla birlikte uzayıp gidiyor, çoğu zaman doğrularla yanlışlar iç içe, yan yana ifade ediliyor.

AKP’nin yüksek enflasyon oranlarına karşı bir yerel seçim propagandası olarak başlattığı tanzim satış noktalarında görülen kuyruk, bir kez daha herkesi bu çelişki üzerine söz söylemeye davet etti. Muhalefet için verimli bir hat yakalanmış gibiydi. Öyle ya, 16 yıldır CHP’nin müsebbibi olduğu kuyrukları kaldırdığını, halka refah ve huzur getirdiğini iddia eden Erdoğan için kör gözüm parmağına bir soruna işaret ediyordu. Ankara’nın ve İstanbul’un göbeğinde insanlar domates, patlıcan ve biber almak için sıraya girmişti. Erdoğan iktidarının gerçek yüzü işte şimdi afişe olmuştu, proletaryanın tercihleri de tavırları da değişebilirdi.

Sol, işçiler içinde örgütlü değilken; onların yaşadığı sorunlar üzerinden onları eyleme geçirebileceğini sanıyor. Tanzim satış noktalarındaki kuyrukları görünce örgütleme ve eylem iştahı açılıyor. Kafalarda tasarlanan eylem gerçekleşmeyince de iki uca savrulma hali yaşanıyor. İlki tanzimden alışveriş yapanları küçümsemek ve onları üç beş kilo sebzeye onurunu satan insanlar ilan etmek oluyor. İkincisi ise, onlarla alay eden görüşün ne kadar da sola aykırı bir davranış olduğu, o insanları anlamamız gerektiği üzerinden şekillenen, sosyal medya deyimiyle “duyar” hali. İkisi birbirine zıt gibi gözükse de, yazının başında ifade ettiğimiz çelişkiye içkin durumlar olarak tezahür ediyor.

Sosyalist solun, ekonomik krizin yarattığı basınçla tanzim kuyrukları üzerinden yükselecek muhalefet hayalinin suya düşmesine yakın, Erdoğan probleme ilginç bir yanıt üretti. Zaten diktatörlerin ve faşistlerin toplumsal olaylara ilişkin kısa cümlelerden oluşan tespitleri genelde ilginç ve açıklayıcı olur. Akademisyenler onlarca sayfa yazı yazarlar da, yaşananları böylesine çarpıcı ifade edemezler. Türkeş’in 12 Eylül’e ilişkin “Fikrimiz iktidarda ama biz içerideyiz” cümlesini hatırlayalım. Yine Erdoğan’ın 15 Temmuz’a ilişkin, Allah’ın bir lütfu nitelemesi de oldukça verimli.

Haftaya marul da gelecek

Tayyip Erdoğan bu sefer, tanzim satışta görülen kuyrukları “varlık kuyruğu” olarak niteledi. Ciddi bir ekonomik resesyonun içindeyiz, kur krizi iç ve dış borçlanmayı çözümsüzlüğe sürüklüyor, enflasyon en yakıcı sahada yani gıda sektöründe etkisini göstermeye başlamış. Devlet, yerel seçimler için bir propaganda yöntemi olarak ucuza gıda satmayı deniyor. Şüphesiz Erdoğan’ın planı domates almak için 2 km sıraya giren insanları kamerayla yaymak değildi. Amacı, halkın başına gelecek her türlü musibeti çözmeyi becerebilen “baba” figürünü sağlamlaştırmaktı. Görüntüler düşündüğü gibi olmadı, uzun kuyruklar oluştu; ama Erdoğan bu olumsuz görüntüyü de karşılamayı becerebildi. Tanzim satış hakkında “varlık kuyruğu” dedi, halktan da hemen beklediği karşılığını aldı: “Haftaya da marul gelecek.”

Sol yokluktan, olumsuzluktan, bardağın boş tarafındaki “negatif” zeminden bahsederken; Saray varlıktan, olumluluktan ve bardağın dolu tarafındaki “pozitif” zeminden hareket ediyor. Nasıl ki 15 Temmuz için Allah’ın lütfu nitelemesi, devlet sınıfları içindeki tepişmenin ve Saray faşizminin veciz bir politik ifadesi olduysa; “varlık kuyruğu” nitelemesi de neoliberal kapitalizmin teorik açıdan veciz bir isimlendirmesidir. Bu tanımlama yalnızca kriz dönemlerine ait değildir, neoliberalizmin karakteristik özelliğidir. Kriz öncesi dönemlerde de güvencesizleştirme, esnek çalışma, sağlık hakkından mahrum kalma, mezarda emeklilik birer varlık kuyruğu olarak nitelendirilmişti. Solcuların yokluk, yoksulluk ve sefalet gördüğü yerde, iktidar büyük zenginlik görmüştü. 5-10 yıl öncesine kadar düşük faizle ucuza çekilen ev kredisi, taksitle borçlanma ve belediyenin bağladığı aylık; bugünün haftaya gelecek maruluna eş değerdir. Dolayısıyla “varlık” olarak sayılabilecek bir şeyler daima vardır. Ekonomik kriz koşullarında bile “varlık” işlerliğini sürdürür. Kapitalizm, kriz dönemlerinde de olağan dönemlerinde de içsel çelişkilerini bastıracak, işçi sınıfına eldekiyle yetinmeyi öğütleyecek hatta bunu büyük bir kazanç ve ödülmüş gibi gösterecek argümanları geliştirmeyi başarabilecek bir sistemdir.

Elbette sosyalistlerin ekonomik krizin etkileri arasında yer alan yüksek enflasyon, işsizlik ve yoksulluk hakkında ajitasyon yapmasında mahsur yok. Zaten krizde olmayan neoliberal düzenin de şimdikinden aşağı kalır yanı yok. Ancak yokluk üzerinden yapılan her propagandanın, iktidar cenahından çeşitli ideolojik pratikler ile soslanmış bir varlık propagandasıyla karşılaşacağı bilinmelidir. Geçmişte güvencesiz çalışma ve mezarda emeklilikten bahsedilince, muhafazakârlık soslu ucuz banka kredisi ve konut imkânı ile cevap verilmişti. Şimdilerde ise artmış gıda enflasyonu ve işsizliğe yanıt olarak, milliyetçilik sosuyla haftaya marul gelecek deniyor. Yokluk ve onun propagandası sınırsız olduğu gibi, varlık ve onun propagandası da bitimsizdir.

Neoliberal sistemin yıkılışı

40’lı yaşlarına yaklaşan neoliberal siyaset için, eleştirel bir yokluk propagandasının artık yıkıcı karakter taşımadığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla ekonomik krizin ve onun üzerinden gelişecek muhalefetin bu iktidarı devireceği beklentisi gerçekçi değildir. Yokluk ve eleştirisi üzerinden yapılan siyasetin tıkanmışlığına ancak varlık üzerinden şekillenecek pozitif bir siyaset çare olabilir.

Ekonomik krizin, işsizliğin ve enflasyonun çok ciddi boyutlara ulaştığını ve artık bir tür varlık halinden bahsetmenin imkânsız hale geldiğini ve buna karşı gelişen tepkinin iyiden iyiye arttığını varsayalım. O zaman bile, sosyalist soldan gelen yokluk propagandası kendi içinde tutarsız olacaktır. Çünkü sosyalizmin de içinde olduğu büyük anlatılarda, direniş geleneği ve zor koşullara sabır göstermek çok önemli yer tutar. İslam dini, Ebu Zer el-Gıfari’nin sabrını salık verir; muhaliflerine karşı teslim olmak yerine çölde eyersiz bir deve hörgücü üzerinde, susuzluğu ve açlığı tercih etmeyi. Yine Türk-İslamcı cenahta Çanakkale Savaşı’nda ayağında pabuç olmadığı halde savaşan iki askerin fotoğrafı örnek gösterilir. Kurtuluş Savaşı manzumeleri, süpürge tohumu katılmış ekmek parçası ve darı sömeği yiyen insan övgüleriyle doludur. Sosyalizmin eşik değeri çok daha yukarılardadır, devrimci pratik sadece direniş ve sabrı öğütlemez; aynı zamanda saldırıya geçmeyi ve gerekirse feda kültürünü olumlar.

İnsanın öznelliği, kendi bedenini ve zihnini içinde anlamlandırdığı dünyanın ideolojik saiklerine ve aygıtlarına sımsıkı bağlıdır. O ideolojik dünyanın varlık olarak sunduğu şeyler çok azalsa bile, o anlam dünyasının içinden çıkmakta zorlanır ve minimal düzeydeki varlıkla yetinir. Hemen aklınıza AKP’lileri mahkûm ettiğimiz gelmesin. Türlü türlü dalavereyi görmesine ve bilmesine karşın CHP’ye oy vermekte tereddüt etmeyen seçmen dünyası da pek farklı değildir. AKP ve CHP gibi devlet partilerinin yanında evrensel ideolojilerde de benzer şey söz konusudur. Müslüman’ın öfkesi cihat(savaş) ve cennet(teslimiyet) arasında salınırken, örgütlü sosyalistin başına mahpusluk ve işkence gelse de ideolojisini bırakmaz. Bu anlamda ideolojik pratikler ekmek ve su gibidir, bu denli maddidir. Devlet de ideolojiler de kendine özgü sımsıkı örülmüş maddi ideolojik pratikler yaratır.

Türkiye solunda birkaç senedir üzerinde ortaklaşıldığı görülen şöyle bir özet söz konusu:

AKP rejimi neoliberal kapitalist bir rejimdir. 15 Temmuz 2016’dan itibaren devlet klikleri içindeki savaşı kazanmış görünmektedir. Kendi içindeki liberal öğeleri ve eski ortağı Fethullahçıları temizlerken, MHP-Ergenekon yapılanmalarını kapsayabilmiştir. Tayyip Erdoğan’ın mezhepçi ve milliyetçi bedeninde ifade bulan faşizm; 2008 krizinden sonra ABD ekonomisinin dışa açılma tercihi sayesinde başarılı olmuştur. Saray rejimi, uluslararası konjonktürde krize rağmen büyüyebilen ekonomilerin yarattığı sağ popülist rüzgâr arasındadır. Devlet içi hesaplaşmanın kazanılmasının, tekçi, mezhepçi ve milliyetçi başkanlık rejiminin kurulabilmesinin nedeni, gelişmekte olan ülkelerin 2008 küresel finansal krizini göreli bir büyüme ile atlatabilmeleridir. Türkiye’de büyüme spekülatiftir, üretime dayalı değildir ve inşaat sektörü ile şişirilmiştir. Bu balondan alt sınıflara sosyal yardımlar altında pay verilmiş ve bu sayede ideolojik hegemonya sağlanmıştır. Ancak işler artık değişmeye başlamıştır, 2013’ten beri ABD’nin finansal yayılma hamlesi son bulmuş, ekonomik büyüme tökezlemeye başlamıştır. AKP’nin tüm ideolojik pratiklerine dayanak olan bu ekonomik balon patlamak üzeredir. Yüksek enflasyon oranları, işsizlik ve resesyon ile mücadele eden iktidarın alt sınıflara sosyal yardım yapması mümkün olmayacaktır ve böylelikle AKP’nin kitlelerden devşirdiği rıza son bulacaktır.

Bir gün AKP iktidarı devrildiğinde ve Erdoğan o kaçınılmaz sonuyla karşılaştığında bu satırlar geçmişe dönük incelemeler olarak anlamlı olacaktır. Bu satırların temel zaafı, maddi ideolojik pratiklerin gündelik politikadaki önemini pas geçmesidir. Evet, ekonomik sistem temeldir ve her zaman belirleyendir; fakat ekonominin bu özelliği onu politikada işleyen bir unsur haline getirmez. Politikada maddi ideolojik pratikler söz konusudur, ekonominin etkisi de maddi ideolojik pratikleri değiştirme ve etkileme kabiliyeti dolayımıyladır.

Faşizm uzun süre “varlık” edebiyatını sürdürecek ve işe yaramaz hale geldiği vakit devreye “yokluk” edebiyatını sokacaktır. Sol cenahta ise, yokluk ve eleştirisi üzerinden yapılan siyasetin tıkanmışlığına ancak varlık üzerinden şekillenecek pozitif bir siyasetin çare olabileceğini bir kez daha belirtelim.

***

Kim bilir, yazının başında bahsettiğimiz solda olması gereken halk kitlelerinin neden sağ cenahta olduğu çelişkisinin nedenlerinden biri, belki de solcuların rasyonel/ekonomik davranmadıkları ve bedel ödemeyi içselleştirdikleri halde işçi sınıfından rasyonel davranmayı bekledikleri içindir.