HDP milletvekili Garo Paylan, Meclis’te yaptığı veda konuşmasında özetle iki dönemdir Meclis’te olduğunu ve Meclis’te bulunmasının esas amacının da Hıristiyan Ermeni bir birey olarak temel toplumsal meselelerinin çözülmesi yolunda mücadele etmek olduğunu belirtip eklemişti: “Ama maalesef Meclis’te bulunduğum bu iki dönem boyunca Meclis Türkiye’nin hiç bir toplumsal problemini çözüme kavuşturamadı ve hatta bu meselelerin çözülme ihtimali daha da zorlaştı.” Son olarakta yeni dönemde Meclis’in bu iradeyi göstermesini temenni ederek konuşmasını tamamlamıştı.
Bu temenninin Garo Paylan’ın dediği biçimde ve oranda değilse bile daha kontrollü ve daha dar kapsamda, örneğin; Ermeni soykırımının kabulü biçiminde değil de Alevilerin inanç ve ibadet alanlarına devlet eliyle bir meşruiyet-yasal statü kazandırılması, dezavantajlı sayılan gruplara görece güvence, Kürtler için ana dilde eğitim, Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi ve bölgede çift dilli kamusal hizmet sunulması gibi düzenlemelerin hayata geçirilme olasılığı yeni dönemde az değil. Bu olasılığı ya da gerekliliği var eden temel etmen, toplumsal sorunların gözetilmesi değil; yeni dönemde düzenin restorasyonunun zorunlu bir uğrağı ve tabi ki düzenin ve devletin bekasıdır.
Gerek uluslararası sermayenin gerekse de ulusal sermayenin önemli bir kısmı Erdoğan’ı gözden çıkarmış görünüyor. Tabi gözden çıkarılmış olması kesin yenileceği anlamına gelmiyor. Zira görünen o ki yarış at başı gidiyor. Onu alaşağı etmek için ise Kılıçdaroğlu liderliğinde bir ittifak organize ettiklerini söyleyebiliriz. Bu ittifağın elbette ki tek derdi Erdoğan’ı alaşağı etmek değil; AKP-MHP faşist iktidarının, devletin ve düzenin işleyiş esas ve usullerine verdikleri tahribatın giderilerek rejimin devamlılığını tesis etmektir.
Restorasyon ihtiyacı sermayeyi ve onun bu misyonla görevlendirdiği siyasal özneleri zorunlu olarak Kürtlerin mahallesine gitmeye zorlamaktadır. Ve tabii ki Alevilerin mahallesine de… Sermaye hem küresel ve bölgesel arenada daha istikrarlı bir Türkiye yaratmak istemekte hem de gerek Türkiye Kürdistanı gerekse de Ortadoğu pazarının olanaklarından artık sınırsızca istifade etmek istemektedir. Haliyle bunun önündeki engelleri aşmak istemektedir. Bu engelleri aşmak önemlice bir boyutuyla yukarıda bahsettiğimiz başlıkları kotarmakken, diğer bir boyutuyla da kitleler nezdinde güvenirliği kalmayan ordu, kolluk, yargı, yasama, yürütme, Merkez Bankası, Türkiye İstatistik Kurumu vb. burjuva zor ve rıza kurumlarının yeniden güvenirliğini tesis etmek amacıyladır. Hal böyle iken kısaca sırasıyla seçim başlığı altında kimi değerlendirmeler yapalım.
Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP
Kürt Özgürlük Hareketi, uzun bir zamandır enerjisinin önemli bir kısmını Suriye Kürdistanı’na harcamaktadır. Orada TSK destekli cihatçı çetelere karşı mücadele vermek ve diğer taraftan Esad rejimine ve onun hamisi Rusya’ya karşı pozisyonunu korumaya çalışmaktadır. Türkiye Kürdistanı ve genel olarak Türkiye sathında da düşük yoğunluklu bir savaş stratejisi ve buna paralel olarak etkili bir yasal siyasal zemin faaliyeti yürütmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda gerek geçmiş dönemde olduğu gibi hükümetle gerekse de burjuva sistemin diğer politik vb. unsurları ile her an yeni bir müzakere masası kurmaya ve onu sürdürmeye dönük hazır bulunuşluğunu elden bırakmamaktadır.
Nitekim bu hazır bulunuşluğu ve mevcut gücü ile yarının iktidarına talip olan burjuva siyasi unsurlarla bir takım müzakereler yürütüp, yeni dönemde de önemli bir siyasi aktör olarak bu müzakerelerin daha açıktan ve daha kendi lehine yürütülmesi ve sonuçlandırılması konusundaki arzusu temelinde kendisini konumlandırmaya çalışıyor. Olabildiğince çok milletvekili çıkararak da yeni dönemde Meclis aritmetiğinin kilit partisi olmak istiyor. Öte taraftan; Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi unsurları ittifakta olduğu ya da kendi bileşeni olan sosyalist yapıların veya tabanının bir kısmının tepkisini alma pahasına milletvekili listesine almasını da bu arzu ve hazır bulunuşluğunu arttırma üzerinden pekala değerlendirebiliriz.
Tabi bunu belirtmeden bu değerlendirmeyi bitirmeyelim. Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi pragmatizmi açısından belki de gerekli olan Çandar ve Cemal hamleleri, onların geçmişte Erdoğan’la ilgili yüklendiği misyon ya da onların emperyalist-kapitalist düzenin yerel unsurlarıyla ya da daha geniş ölçekte küresel unsurlarıyla içinde bulundukları ilişkiler niteliği göz önünde bulundurulduğunda çok sindirilebilecek bir durum değildir. Zira Çandar, daha vekil olmadan sosyalistlere saldırmaya başladı bile. Tayyipler alemi başlığımızın bir ayağı budur.
Yarının iktidarı: Burjuva muhalefet
Erdoğan’ı alaşağı etmek için Kılıçdaroğlu liderliğinde kurulan Millet İttifakı ya da diğer adıyla “Altılı Masa” bileşenlerinin önemli bir kısmının MHP ya da AKP eskisi kişiler ve partilerden oluştuğu apaçık ortadadır. Davutoğlu ve Babacan gibi isimlerin yeni dönemde Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması, bu yetmezmiş gibi milletvekili aday listelerinde eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin gibi ya da eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin gibi -burada şimdi tek tek sayamayacağımız kimi isimler- Erdoğan’ın suç ortağı ve halk düşmanı birçok isimden müteşekkil milletvekili listeleri ile seçime giriliyor olması, Tayyipler alemi başlığının ikinci ayağıdır.
Kılıçdaroğlu liderliğindeki burjuva muhalefet belki bunları Tayyip Erdoğan’ın etini koparacak cımbızlar olarak görüyordur ama muhalefetin genel niteliğine ve niceliğine bakıldığında Erdoğan yapısallığının çokta dışına ya da karşısına geçilebildiği söylenemez. Bu bağlamda Erdoğan’ın alaşağı edilmesine mukabil bu yapısallık aşılamadığı için ve ittifak homojenlikten uzak olduğu için restorasyon süreci kotarılamayıp yeni kriz ya da krizlerin kapısı aralanabilir. Bu noktada elbette; Kürt Özgürlük Hareketi açısından da bir müzakere olanağı daha başarısızlıkla sonuçlanabilir. Tayyipler alemini bu bölümde bitiriyoruz.
HDP bileşeni sosyalist yapılar
HDP bileşeni sosyalist yapılar ile yüzü Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük sosyalist yapılar, bütün bunlar olurken örgütsel ve siyasal manada ciddi bir varoluş sorunsalı ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sebeple gerek seçim öncesi konjonktürde gerekse de seçim sonrasında HDP’den bir ya da iki vekil kazanmaları dışında, örgütsel ya da siyasal bir kazanım elde edecekleri ya da ettikleri maalesef söylenemeyecektir. Bununla beraber seçim tavırları değerlendirildiğinde içinde bulundukları pozisyon, çelişki arz etmektedir. Evet; Cumhurbaşkanlığı seçiminde boykota çağırmaları ve milletvekili seçiminde HDP’ye oy vermeye çağırmaları ve de HDP listelerinden aday göstermeleri, ilk bakışta normal gibi görünebilir. Ama verili öznellikleri değerlendirildiğinde gerek destekleme tutumlarının gerekse de boykot tutumlarının siyasal anlamda tam bir doğruluğunun olmadığı, diğer taraftan aslında toplumsal bir karşılığının da olmadığı, olamayacağı ve bu manada bir sahicilik sorunu yaşadıkları muhakkaktır. Öyle ki; boykot tutumunu kendi kadro ve dar çeperlerinde hayata geçirebilecekleri dahi şüphelidir. Hele ki dahil oldukları ya da destekledikleri HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na açık destek verdiği bir durumda… Maalesef bu gidişle Erdoğan sonrası dönemde de sahicilik sorunları yaşamaya devam edeceklerdir.
Emek Özgürlük İtiifakı bileşeni sosyalist yapılar ve diğer sosyalist yapıları
TİP, EMEP, TÖP, EHP ve SMF gibi Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni sosyalist yapıların durumu HDP bileşeni sosyalist yapıların durumundan çok daha vahimdir. Gerek HDP bileşeni sosyalist yapılar, gerekse de Kürt Özgürlük Hareketi’yle yoldaşlaşan HDP dışındaki yapılar bir toplumsal karşılığı olmasa ve öznel pozisyonları sebebiyle sahicilik sorunu yaşasalar da en azından Cumhurbaşkanlığı seçimini boykot ederek bu restorasyon sürecinin bir parçası haline gelmeme tavrına niyet edebilmektedirler. Ancak Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni sosyalist yapılar bu tavrı bile göstermekten çok uzaktır. Böyle bir tavır koymayı bir tarafa bırakalım açıktan Kılıçdaroğlu’na destek vermekte, bu anlamıyla devrimci siyaset ile aralarına her geçen gün mesafe koymaktadırlar.
TKP ve türevleri ile Sol Parti’nin pozisyonları uzun zamandır aynıdır. Kemalizm, laiklik, Cumhuriyet’in kazanımları argümanları ile ulusalcı ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne mesafeli tutum eşliğinde devletle karşı karşıya gelmeme pozisyonları üzerinden bugün de gereğini yapmaktadırlar.
TİP’i bunlardan ayıran şey; Kemalizme daha kontrollü yaklaşması ve Kürt Özgürlük Hareketi ile kurduğu ilişkidir. Ancak TİP, son seçim tutumu ile Kürt Özgürlük Hareketi ile ilişkilerini epeyce yıpratmıştır. Buna rağmen; Kürt Özgürlük Hareketi’nin pragmatizmi şimdilik bu problemi çok büyütmeden TİP ile birlikte yol yürümeye devam etmek yönündedir. TİP’in bunun dışında, aslında bunu da aşan daha büyük problemi partisiz particilik yapıyor olmasıdır. Örneğin; TKP, Sol Parti, EMEP gibi partilerin en azından partiyi taşıyacak bir parti yapısı, parti kültürü ve kadroları mevcutken TİP daha çok birkaç kişinin yürüttüğü popüler siyasetin üzerine bina olunmaya çalışan, parti formu ve kültüründen uzak, heterojen bir birlikteliktir. Böyle devam etmesi durumunda asıl hesabını yaptığı bir sonraki seçimi görmesi çok olanaklı değildir.
Sonuç yerine
Tayyip sonrası dönem burjuvazi ve düzen güçleri açısından sistemin restore edilmesi anlamına gelmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi açısından bu restorasyon süreci kendi mahallelerine uğranması zorunluluğuna karşı güçlü bir siyasi aktör olarak hesaba katılması ve bu hesap sonrasında kazanımla çıkmaya çalışmaktır. Başta Aleviler olmak üzere diğer dezavantajlı kimliklerin restorasyon sürecinde payına düşeni almasıdır.
Devrimciler içinse bu restorasyon sürecinin kendi devrimci mevcudiyetlerini ve devrimci siyasetlerini daha fazla elimine etmesine karşı durmak ve yeni dönemde kendisini yenileyerek mücadele arenasına çıkmaktır. Evet, Kürt Özgürlük Hareketi ile yoldaşlaşmak önemlidir ve Türkiyeli devrimcilerin başat görevidir. Ancak her koşulda HDP’li olmak ve HDP ile olmak, yoldaşlaşmak değil; Kürt Özgürlük Hareketi’nin yasal siyaset üzerinden yaptığı bütün manevralara payanda olmaktır. Bu anlamıyla yasal Kürt siyasetiyle ilişkilerinde de elimine edilme haline dur demek gereklidir. Diğer taraftan; restorasyon sürecinin başarılı olması beraberinde kimlik siyasetinin etkinliğini yitirmesi ile birlikte daha da belirginleşecek sınıf siyaseti olanaklarına yönelik doğru örgütsel ve siyasal hamlelerle kucak açmasıdır. Ve tabii ki restorasyon süreciyle birlikte oluşacak iklimden TİP, TKP, Sol Parti vb. yapıların geniş kitle yığınlarına ulaşma şansı bulup bu şansı sol sosyalist siyasetin üzerinde tepinme oyununa çevirmelerine engel olmaktır. Kanımızca başlıktaki yeni dönemin şifreleri de bunlardır…