Trump’ın Körfez Ziyareti Sonrası Bölgede “Normalleşme”den Bahsetmek Ne Kadar Doğrudur? -Tufan Yakın


ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Skyes Picot”u Diline Dolamasındaki Asıl Amaç Nedir?

Uluslararası basında, Türkiye’deki yandaş gazetelerde ve kendilerini “reel politiker” ilan eden kimi yazar ve akademisyenlerde Trump’ın Riyad ziyareti sonrasında bölgede bir “normalleşme”nin geliştiğine dair yazı, makale ve söyleşilere rastlıyoruz. Trump ilk iktidara geldiğinde söylediği sözlerden dolayı onu çılgın, merkantilist, faşist, dengesiz, popülist vb. sözlerle itham edenler şimdi onun sayesinde Orta Doğu’da işlerin hal yoluna koyulabileceğinden bahsediyorlar!

Kendilerini “somut durumun somut tahlilini yapmak”la yükümlü kılmış, bunun dışında ezilenden ya da haklıdan yana hiçbir düşünsel, vicdani sorumluluğu üstlenmeyen, böylesi “riskli“ angajmanlara girmeyen ve yaptıkları işi ezenlerle ezilenler arasında tarafsız bir köprü olarak tarif eden reel politikerler Trump’ın son Körfez/Riyad gezisinden sonra bölgenin manzarasında ciddi bir değişiklik olduğunu, bunun bir tür “normalleşme”ye tekabül ettiğini iddia ediyorlar. Bunu neye dayanarak söylüyorlar?

İsrail’in Gazze’de gelebileceği son noktaya geldiğini, ABD’nin daha fazla kan dökülmemesi için İsrail’e “kırmızı kart” gösterdiğini, zaten yakında “iki devletli çözüm” için masa kurulacağını, yine İsrail’in Suriye’ye yönelik hava saldırılarını azalttığını, İran meselesinde keza ABD’nin yine İsrail’in saldırgan tutumunu dizginlediğini, şimdilik İran’a sadece nükleer politikalarının sınırlandırması yönünde baskı yapılacağını, Barzani’nin Irak yönetiminin itirazlarına rağmen ABD gezisi sonrası ekonomik ayrıcalıklar kazandığını, TC ile İsrail’i aynı masaya oturtarak Suriye konusunda aralarındaki gerginliğe bir son vermeleri gerektiğini, TC’yi HTŞ’nin kayyumu olarak atayarak Suriye’de bir iç savaşa izin verilmemesi gerektiği üzerinde mutabakata varıldığını yazıp çiziyorlar.

Tüm bunları sıraladıktan sonra şu soruyu soruyorlar: Yeni kurulan Orta Doğu’nun merkezi Körfez ülkeleri mi oluyor? Trump rüzgârıyla gelen normalleşme! Bu rüzgârla kurulan yeni bir Orta Doğu! Ve bölgenin yeni merkezi de başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri! Trump’ın kafasından geçen düşünceleri bir gerçekmiş, olmuş bitmiş bir meseleymiş gibi gösteren bu anlayış elbette sükûtu hayale uğramaya mahkumdur. Bir kere bu bölge I.Cihan Harbinden sonra coğrafyanın, halkların, kültürlerin iradesine karşı kurulduktan sonra hiçbir zaman emperyalizmin empoze etiği strateji ve taktikleri olduğu gibi, itirazsız kabul etmemiştir. Olguları arka arkaya çok güzel sıralamışlar ancak bundan yanlış sonuçlar çıkarmışlardır.

Trump’ın kişiliğine dair yaygın bir görüş var, diyorlar ki adam ABD’nin dünyadaki savaşlardan hep zararlı çıktığını, artık kar getirmeyen savaşların yanından bile geçmeyeceğini, neo-merkantalist korumacı ekonomi anlayışı da asıl bu yüzden geliştirdiğini iddia ediyorlar. Sonra politikerlerimiz, “ABD artık maliyet doğuracak bir Orta Doğu istemiyor” diyorlar. Elbette ABD, Irak’ta ve Afganistan’da yenilmiştir. Trump bir daha yenileceği savaşlara girmek istememektedir. Bu basit bir maliyet hesabı değildir. Asıl mesele budur! Trump yenilmekten korkan bir adamdır. İşin para pul boyutu da vardır ama esas olarak ABD’nin kazanamayacağı savaşlara girmesini istemiyor, aynı bizim Erdoğan gibi. Aralarındaki dostluğun temeli bugüne kadar hiç açıklanmadı. Büyük ihtimalle bu olabilir.

Biz diyoruz ki, Trump’ın Çin’e dair hayalleri de hiç gerçekçi değildir. O kendi dönemini Rusya ve Orta Doğu arasında mekik dokuyarak sonlandıracaktır. Rusya-Ukrayna, İsrail-İran, TC-SDG ve TC-PKK onun çözemeden gideceği sorunlar olacaktır. Trump yeni merkez Körfez’ dir diyor. Politikerlerimiz gerçekten buna inanıyorlar mı? Arap monarşilerinin savaşacak askeri mi var? Kuveyt, Katar ve Suudi Arabiya’daki ABD ve İngiliz üsleri olmasa bir hiçtirler.

Trump iktidara geldikten sonra ağızlardan düşmeyen merkantilizm meselesine çok kısa değinmeden olmaz. Emperyalist kapitalizmin kendi içinde merkantilist bir döneme girdiği doğru değildir. Burada tek veri Trump’ın başarısızlıkla sonuçlanan ticaret hadleri girişimidir. Kapitalist tekellerin devletleriyle iç içe geçtiği, hatta devletlerin “şirketleştiği” bir dönemde merkantilizm söz konusu olamaz. Çünkü yaşadığımız dönemin, merkantilizmin en güçlü şekilde uygulandığı ikinci cihan harbi sonrası dönemle hiçbir benzerliği yoktur. 2008 krizi ve Pandemi sonrasında bile birçok devlet korumacı-ulusalcı tedbirler almış olsa bile dünya küresel bir merkantilist ekonomi politika dönemine girmemiştir.

Yaşadığımız dönem II. Cihan Harbinden sonra kapitalist batının savaş yaralarını sarmak ve SSCB’nin karşısında kendi emekçilerine sosyal refah modelini sunmak zorunda kaldığı ve bu yüzden merkantilizmi devreye soktuğu döneme değil, daha çok I. Cihan Harbi ile başlayıp 1929’da ortaya çıkan “büyük bunalım” a kadar süren döneme benzemektedir. Bu aralıkta bugünkü gibi, sınırların yeniden çizilmek istendiği, dünyanın yeniden emperyalist bölüşüme tabi tutulmak istendiği koşullar vardır. O dönemde yaşanan karşılıksız para basma, yüksek enflasyon, kitlesel işsizlik, petrol ve altın fiyatlarının yükselmesiyle oluşan ekonomik siyasi krizin bir benzeri bugün de yaşanmaktadır. Bugün “üçüncü dünya savaşı” ndan bahsedilmesinin nedeni de kısmen bu benzerliktir.

Hiç biri sormuyor ki, İsrail HAMAS’sız bir Filistin ile yetinecek mi? HAMAS böylesi bir duruma gelinmemesi için elinden geleni ardına koymayacak mı? Gazze halkı ülkelerinden Suriye’ye veya Libya ya sürgün edilmeleri karşısında hiç mi direnmeyecekler? Arap halkları buna sessiz mi kalacak? İsrail bu durum karşısında ne yapacak? ABD ne yapacak? SDG, HTŞ’nin ayrımcı, baskıcı, eşitsiz politikalarına daha ne kadar tahammül edecek? Hele ki Trump‘ın TC’yi HTŞ’nin bir tür garantörü yaptığı koşullarda! Ve son olarak TC, İmralı çözüm masasını daha ne kadar oyalayabilecek? PKK‘nin 12. Kongre’de silah teslimi için öne sürdüğü demokratik siyaset, yasal-anayasal haklar ile Öcalan’a umut hakkını daha ne kadar sürüncemede bırakacak?

Tüm bunlardan bir “normalleşme” çıkarmak bölgeye emperyalist gözlüklerle bakmanın bir sonucudur. Uluslararası ve bölgesel meselelerde ağırlığı giderek artan, kısmen Sol’a da bulaşan reel politikerlik sadece var olan durumun tahlili ile ilgilenmektedir. Sahadan ve tarih bilincinden kopuk bir metin yazarlığı ile iştigal etmekte, olayları sadece “büyük güçlerin” etrafında dönen hamlelere göre değerlendirmektedirler. Kendileri bilinç ve duygudan yoksun, sadece algoritmalarla iş gören makinalara dönüşmüşlerdir. Algoritmik zekâ canlı, sürekli hareket halinde olan bir doğal çevreyi veya bir savaş sahasını sadece bir an için analiz edebilir. İkinci saniyeyi tahmin edebilir, üçüncü saniyeyi öngörebilir ama 4. Saniyeden sonra doğal çevre veya savaş sahası ile tüm bağlantısı kesilir. Artık söz konusu olan doğanın ve insanın öngörülemez eylemidir.

Normalleşme demek “Trump geldi bir kükredi herkesi hizaya soktu” demekten öte bir anlam ifade etmiyor. Oysa “adam geldi bölgenin sırtlanlar arasında nasıl bölüşüleceğini dikte ederek daha tehlikeli bir durum yaratarak arkasına bile dönüp bakmadan gitti” demek çok daha doğru değil mi? Trump Körfez gezisi sonrası arkasında bir normalleşme değil, yeni çelişki ve çatışma ortamı bırakmıştır. Muhammed bin Selman, Netanyahu, Golani, Körfez Monarşileri ve Erdoğan. Trump birbirlerine alttan alta kin duyan bu beşli çete ile Orta Doğu’da işlerin çok daha sarpa saracağını elbette çok iyi biliyor. Ama bu yeni bir şey değil, ABD’nin doğasında var bu! Diktatörlerle iş yaparak sahayı daha karmaşık, içinden çıkılmaz hale getirmek onun tarihsel hüneridir.

“Normalleşme”yi gerçek bir veri olarak kabul edebilir miyiz? Bölgede normalleşme mümkün mü? Trump’ın tek bir ziyareti ile Suriye’de, Gazze’de ve İran’da kaynatılan emperyalist kazanların buharı alınmış mı oluyor? Alınmış olsa bile bu, bölgedeki çelişki ve çatışmaların azalarak sönümleneceği anlamına mı geliyor? Hiç kuşkusuz bu ziyaret sonrasındaki akademik-politik anlatıların en büyük eksikliği Orta Doğu’daki meselelerin şimdilik sadece ötelendiğini görememeleridir. Güncel politiğe saplanıp kalmalarıdır. Orta Doğu’da her ötelemenin geçici bir dinginlik getirdiği söylenebilirse de çözümsüzlüğün sürdüğü koşullarda ortaya çok daha büyük çelişki ve çatışmaların çıktığını Orta Doğu tarihinden biliyoruz. Trump ziyaretinin üzerine üşüşen reel politiker güruhu sadece görünen ile yetiniyor, görünenin arkasındaki gerçeklerle pek ilgilenmiyor gibiler. Hakikat ise hiç umurlarında bile değil!

Şöyle ilginç bir durum var: Ahmet Şara ve hempası Trump ’tan üçer periyotta 180 ‘er günlük bir kredi almış gibi gözükse de, bu selefi hükümet Pentagon’un hala “terör listesi”nde yer alıyor. ABD’nin Suriye politikasında Pentagon, Trump ‘ın bir önceki döneminde de farklı bir tavır almıştı. Özellikle Kürt meselesi boyutuyla çok farklı, ayrıksı bir duruşu vardı. Pentagon için HTŞ liderinin ismi hala Golani’dir. Trump ve Amerikan Dışişleri ise ona Ahmet Şara demeyi tercih ediyor. ABD, Orta Doğu’da özellikle Suriye’de hala yekpare bir bütünlük gösteremiyor. Görünen gerçeğin arkasındaki hakikat konusunda kendi içinde farklı eğilimler barındırıyor. Ve bu gayet önemlidir. “Dostum Trump” federal mahkemeler, Kongre, Temsilciler Meclisi ve Pentagon karşısında o çok istediği tam bağımsızlığı elde etmekten henüz çok uzaktır. ABD’nin orta-uzun vadeli politik stratejileri içinde sadece taktiksel değişiklikler yapmakla meşguldür. Bir pençesinde zeytin dalı diğerinde ok taşıyan Amerikan kartalı onun üzerinde uçmakta, arada bir alçalmakta ama her defasında omuzuna konmaktan vazgeçerek onu es geçmektedir.

Trump bir Orta Doğu turu atmakla en fazla bölge gericilikleri için “kolaylaştırıcı bir rol” oynamış olabilir daha fazlası değil. Gerçekleri görmüş olabilir ancak bölgenin tarihsel varlıklarının (Kürtler, Filistinliler, Farslar) durumu hakkında doğru bir politika yürüttüğü kesinlikle söylenemez.

Hakikat tarihsel ve ideolojik durumdur, gerçekler ise güncelde var olan nesnel durumdur. Hakikat gerçeklerle doğruların kesişimidir. Emperyalizm hakikatten uzaktır, ondan hep uzak durmuştur. Gerçeklerin karşısına kendi doğrularını koymaktadır. Somut gerçekle uyum içinde hareket etmez, çünkü bu onu diğer insanlarla eşit yapar! Onun parolası uyumsuzluktur. Onun “doğruluk” diye bir kaygısı yoktur. “Doğru” nedir? Aslında bunu çok iyi bilir. Ancak karşısındaki nesnenin bilgisine sahip olduğu halde ona kendi çıkarları temelinde seçmeli yaklaşır. Emperyalizm ayrı ayrı gerçekleri birbirine bağlayan, onları birlik ve bütünlük içinde anlamaya yarayan yasalar olduğunu bilir ama bunu reddeder. Çünkü her gerçeği ortamından kopararak kendi içinde bağlantısız olarak ele almak onun işine gelmektedir. Mesela İsrail, Suudi Arabistan, TC, Körfez Emirlikleri ve HTŞ ne kadar uygun bir ittifak birleşimi olabilir ki? Bu “Beş benzemez”in ortaklığı ile Orta Doğu’daki dengelerin sağlanabileceği büyük bir hayaldir. Reel politikerler bu beş benzemezden nasıl bir “normalleşme” edebiyatı çıkarıyorlar, buna hayret etmemek mümkün değil.

Felsefe sözlükleri “Gerçek, somut biçimde var olandır. Doğruluk, o varlığın durumudur. Hakikat ise gerçek ve doğrunun kesişimidir.” der.

Gerçek, HTŞ’nin Suriye’de emperyalizm tarafından iktidara oturtulmuş bir örgüt olduğudur. Doğruluk, HTŞ’nin mevcut varlığının ülkede eşitsiz, baskıcı , ayrımcı ve kaotik bir durum yaratmış olduğudur. Bu ahvalde hakikat, HTŞ’nin emperyalizm destekli selefi-faşist bir örgüt olduğu, TC’nin garantörlüğü, İsrail’in şartlı onayı eşliğinde bölgede emperyalizmi ve onun çıkarlarını temsil ettiğidir.

Sarkis Kassargi isimli Ermeni gazetecinin kendi Youtube kanalında ABD’nin eski Suriye sorumlusunun senatoda Suriye ve HTŞ hakkında verdiği beyanatta, 2023 de İngiltere kaynaklı bir STK’nın (İngiliz istihbaratına bağlı bir STK. İsmi İntermidate / Kassargi) kendisine gelerek “İblid’e giderek Golani ile görüşmesini onu cihatçılıktan açık siyasete çekmeye ikna etmesini” istediklerini anlatıyor. Aslında bu çok ciddi bir ifşadır. Daha önce HTŞ’nin Suriye’de iktidara hazırlanmasında ABD, İngiltere, TC ve İsrail’in birlikte hareket ettiği ihtimalinden biz de bahsetmiştik. Böylece bu tahmin resmen doğrulanmış oldu. Golani ile görüşen ABD’li bürokrat “Onu rehabilite ettik” diyordu beyanatının sonunda.

İsrail HTŞ ile Türkiye aracılığıyla Tel Aviv’de görüşmeler yapıyor. İsrail gazeteleri bunu yazdı. (Kassargi) Bu şu anlama gelir. İsrail ve TC arasında TSK’nın Suriye’de askeri üsler kurma girişimi sonrası gerilen ilişkiler epey bir yumuşamış. Zaten TC-İsrail ilişkilerinin tarihsel arka planı bunu gerektiriyordu. Her iki ülkenin bir ara köpürtüldüğü gibi savaşa gireceği tartışmaları sadece kendi iç kamuoylarına yönelik bir ön şartlandırma girişimiydi. Yine de TC ve İsrail’in Suriye konusundaki çelişkileri bitmiş değildir. Alttan alta sürecektir. Trump’ ın son gezisi ile görece durulmuş gözüken bu gerginlik her iki ülkenin tarihsel hırsları göz önüne alındığında ilk fırsatta yeniden depreşecektir.

Öte yandan İsrail-HTŞ görüşmeleri giderek palazlanan Kürt burjuvazisi açısından gayet uyarıcı nitelikte olmuştur. Bu görüşmeler İsrail’in asıl niyetinin Kürtlerin Suriye’de eşit haklara sahip özgür bir toplum olmasından ziyade kendi ulusal güvenliğini Kürtler üzerinden konsolide etme çabası olduğunu ortaya çıkarmıştır. Esad’ın düşüşünden beri İsrail’in Kürtlerin hak ve özgürlüklerini yüksek sesle dillendirmesi doğru bir yaklaşım olmakla birlikte gerçek niyetleriyle çakışan bir şey değildi. Yani hakikatten uzaktı. TC, Esad’ın düşüşünden önce nasıl ki İblid’de MİT aracılığıyla Golani ile görüşüyordu ise İsrail de Golan Tepelerinin altında kamplar kuran HTŞ ile sürekli görüşüyordu. O yüzden bugün yeniden bir araya gelmeleri sanki ilk kez bir araya geliyorlarmış gibi çok garipsenmemelidir. İsrail politikalarına bel bağlayan, İsrail’i Kürtlerin en büyük dostu ilan eden Kürt burjuvazisinin belli kesimleri İsrail’in İran, Suriye ve Gazze konularında kendi devlet politikasından tavizler vererek ABD politikalarına yatması karşısında bir kez daha bölgede Kürtlerin ayakta kalmasının yegâne temelinin kendi öz güçleri olduğunu anlamaları açısından öğretici olmuştur.

Zaten HTŞ bu görüşmelerden önce İsrail’e yaranmak için Suriye’deki Filistinli örgütler üzerinde baskılar kuruyor, kampları kapatıyor ve bu grupları “ya ülkeyi terk et ya da silahsızlan” şeklinde bir tercihe zorluyordu.

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack: “Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Skyes-Picot Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız. Batı müdahalesi dönemi sona ermiştir. Türkiye, Körfez ülkeleri ve Avrupa ile beraberiz – bu kez askerler, nutuklar ya da hayali sınırlarla değil, Suriye halkının kendisiyle omuz omuza duruyoruz.” Şeklinde demecini, Trump ‘ın Orta Doğu/ Riyad seyahatindeki politikalarından bağımsız düşünemeyiz. Her ne kadar başta Barzani olmak üzere Irak’taki milliyetçi Kürt çevreler ve Avrupa’daki milliyetçi-reformist Kürt kesimler bu demeci çok beğenseler de şu soruyu sormak gerekiyor: Siz ki Skyes Picot’u eleştiriyorsunuz ama Suriye’yi Golani gibi bir selefi faşiste emanet etmenizin Skyes Picot’tan aşağı kalır yanı var mı? HTŞ, TC, Körfez Monarşileri ve İsrail Siyonizm’i ile kurmak istediğiniz “yeni Orta Doğu dengeleri”nin Skyes Picot’tan geri kalır yanı olmadığını bölge halklarına inandıramazsınız.

Büyükelçinin demecinin içinde basında eksik verilen bir kısım daha var: “Başkan Trump‘ın 13 Mayıs’ta Riyad’da yaptığı konuşmada vurguladığı gibi, ‘Batılı müdahalecilerin Orta Doğu’ya uçarak nasıl yaşanacağı ve kendi işlerinizi nasıl yöneteceğiniz konusunda dersler verdiği günler geride kaldı.“ diyor. Evet, buna kargalar bile güler. Gazze’nin yerle bir edilmesinde İsrail’in arkasında duran sanki kendileri değildi! İran’a yönelik savaş naraları atan İsrail’in bu saldırganlığını şimdilik dizginleseler de yarın öbür gün şartlar olgunlaştığında bu emperyalist seferin başını sanki kendileri çekmeyeceklermiş gibi! HTŞ’ye iktidarda kalmalarının ön şartlarını dayatan onlar değilmiş gibi! TC’yi bundan sonrası için HTŞ’nin bir tür hamisi yapmamışlar gibi!

Fransız ve İngiliz emperyalizmi Skyes Picot ile Orta Doğu’yu kendi çıkarları temelinde parçalarken, en büyük haksızlığa uğrayan Kürt ulusu idi. Dört parçaya bölünen Kürdistan her bir parçada egemen devletlerin zulmü altında 100 yıl boyunca sömürge statüsünde tutuldu. Tarihe pek meraklı Tom Barrack bu tarihsel haksızlık hakkında ne düşündüğünü söyleyebiliyor mu? Skyes Picot bir daha olmayacak diyor ama onun yarattığı affedilemez sonuçlar hakkında hiçbir şey söyleyemiyor! Balfour, Skyes Picot ve Lozan Orta Doğu’nun tarihsel, doğal gelişimi ile oluşan halklar ve kültürler gerçeğini öylesine parçalamış, tepe taklak etmiştir ki, bölge halkları hala bunun dayanılmaz acılarını yaşıyor, hala dünyanın en sıcak çatışma ve savaş bölgesi olma özelliğini koruyor.

Trump Avrupa’yı ekarte ederek, onu sahanın dışına atıp Rusya ile masaya oturdu, şimdi “Rusya tüm Ukrayna’yı istiyor” diyerek feryat figan ediyor. Trump’ın Ukrayna’dan alacağı “kıymetli mineraller” hayali suya düşmekle kalmıyor, sahadan kovduğu batılı müttefiklerine yeniden gebe kalma durumu yaşıyor. Çin ile ticaret hadlerini yükseltti, FED ve kendi kapitalist arkadaşlarının uyarılarıyla burada frene bastı. Şimdi de Körfez gezisiyle arkasında Orta Doğu’da “yeni dengeler” kurduğunu zannediyor. “Dostum Trump” anlaşılan o ki, ilk dönemindeki performansını bu sefer çok çabuk tüketecektir. Başını, havaya uçurmak istediği geleneksel ABD sistemine geri dönerek yardım dilemesi an meselesidir.

Son olarak hemen herkesin Trump‘ın çok iyi bir tüccar olduğunu söylemesi, sanki bunun çok az kişiye nasip olacak methedilecek bir yetenekmişçesine ifade edilmesi konusu var. Bu basit kurgunun ömrü bitmedi mi hala? Evet, ne ABD ne de dünya halkları böylesi bir savaş tüccarını daha önce hiç görmedi. Başını yastığa koyduğunda bile “bir verip beş almayı” düşünen bu tüccar başkanın bu “yeteneğinin” normalize edilmesi, sıradanlaştırılması emperyalist kötülüklere hizmet etmekten başka bir şey değildir.

Trump, işe “Hızlı ve Öfkeli” (gişe rekorları kıran bir film) başladı. Öfkesi artsa da hızının giderek azaldığını tespit etmek gerekiyor. Trump bilmeli ki dünya onun kafasının içinde değil dışında! Onun kafasının içinde kurguladığı doğrularla dünyanın hakikatleri örtüşmüyor.

Trump, post modernitenin korkuluğudur. Onun korumacılık duvarlarını yükseltmesini neo-merkantilizm olarak gören reel politiker yazar ve akademisyenlere de şunu söylüyoruz: Mısır tarlalarını kargalardan koruyan insan kılıklı korkuluklar neyse Trump’ın korumacılık duvarı da odur. Tarladaki korkuluk şiddetli rüzgârlara, sağanak yağışlara, hortumlara ne kadar dayanıyorsa onun ticaret hadleriyle getirdiği duvarlar da o kadar dayanacaktır. 28.05.2025

Tufan Yakın