Trumpizm ABD Müesses Nizamı ile Avrupa’nın Geleceğini Altüst mü Ediyor? – Mehmet Turan

Trump: Kötü huylu bir narsist. (Gazze için yapay zekâya yaptırdığı videodan bir görüntü)

Kutsal kitaplar ve kimi efsaneler göre Şeytan’ın kişiliğinin özünde kötü huylu bir narsisizm vardır. Aşırı gururu yüzünden cennetten kovulan şeytan, Tanrı olmak ister, Tanrı olmadığı gerçeğinden nefret eder. En üstün değerinin kendisine başka hiç kimsenin sahip olmadığı ayrıcalıklar verilmesi olduğunu düşünür. Tamamen benmerkezci, zalim, kindar ve şefkat ve empatiden yoksun olan şeytan, yine de önemli bir karizmaya ve çekiciliğe sahiptir. Öyle olmasa, ilk günden itibaren insanların büyük kısmı onun yolunu takip etmezdi. En büyük özelliklerinden birisi de insanlarla yaptığı anlaşmalardır. ‘Eğer şunu yaparsan, sana şunu veririm, şuna ulaşırsın, şuna erişirsin’ der. Hatta peygamberlere bile ‘Eğer bana taparsan, her şey senin olur’ teklifinde bulunmaktan çekinmez.

Evet, tahmin ettiğiniz gibi Trump’tan, kötü huylu bir narsistten bahsediyoruz.

Trump iktidara geldikten sonra şaşırtıcı demeç ve girişimleri ile (Grönland, Kanada, Panama, Gazze)  yeniden dünyanın ilgi odağı olmayı başardı. Aklı başında olan Amerikan vatandaşları, taraftarlarına ABD Kongre binasını işgal ettiren böylesi bir şahsiyetin yeniden başkan seçilmesini hayret ve üzüntüyle karşıladı. Bu eyleminden dolayı ceza alması onun başkan seçilmesini engelleyemedi. ABD’li seçmenlerin böylesi bir tercihte bulunmasının başlıca sebebi Trump’ın faşizan ve ırkçı göçmen karşıtı politikası, ABD’nin dünya sathındaki savaşlara maliyetini karşıladığı sürece katılacağı yoksa uzak duracağına dair söz vermesi ve son olarak Amerikan ekonomisinin federal bütçe kısıtlamaları ve gümrük vergilerinin artırılmasıyla ABD vatandaşlarının (petrol ve silah tekellerinin değil!) lehine düzeltilmesi amacı içinde olunacağıydı.

Oysa hiçbir ABD başkanı bugüne kadar hem hasımlarına hem de müttefiklerine aynı anda ve benzer şartlarda gümrük vergisi getirme tehdidinde bulunmamıştı. Trump, ABD’nin akıllı kapitalistlerinin Meksika ve Kanada’ya uygulanacak yüzde 25’lik gümrük vergisinin ABD sanayisinde “eşi görülmedik bir delik açacağı” (Ford Motor CEO’su) uyarılarına bile aldırış etmiyor. The New York Times yazarı Thomas L. Friedman Trump’ın zannettiğinin tersine esas meselenin “ekonomi değil ekosistemler olduğunu” söylerken cep telefonları ve bilgisayarlar örneğini veriyor. Her ikisini dünyada kendi başına üretecek ülke olmadığını, 50’den fazla ülkede bulunan binlerce işletme ve milyonlarca insanın üretim süreci içinde yer alarak imalatının gerçekleştirildiğini söylüyor. Anlaşılıyor ki Trump’ın nerdeyse diğer ülke ve bölgelerden yalıtılmış bir Amerikan ekonomisi anlayışı lafebeliğinden ibarettir. Bugün söz konusu olan tek bir dünya pazarı içinde birbirleriyle bağlantılı ve birbirlerine bağımlı hareket eden ekosistemlerdir. Bugün otomotiv, yapay zeka, akıllı telefon, çip üretimi, ilaç geliştirme gibi ekosistemleri oluşturan insanlar, parçalar ve bilgiler birçok ülke arasında gidip geliyor. O yüzden Trump’ın Amerikan ekonomisine dair salvoları yarı yarıya demagojiden ibarettir.

Donald Trump 47. ABD başkanı olarak kendinden önceki başkanlara dönüp baktığında acaba ne görüyor? Acaba onlardan kaçının adını sayabilir? Onca avukat, felsefeci, siyasetçi, general ve çekirdekten politikacı başkan içinde bir tek “iş adamı” kendisidir. İsteyen bunu araştırabilir. Trump’ın kendinden önceki 46 başkanda ilk gördüğü şey, kendisi dışında hiçbirinin iş adamı olmadığıdır. Hiçbiri onun kadar hem zengin hem de kötü değildi. Hangi biri oval ofisin kapısını oğlunun adını “X” koyan Elon Musk gibi sosyal darwinist bir bilim fetişistine açıp ilgi çekeceğine inandığı böylesi saçma sapan videolar çektirmiştir acaba?

Bugüne kadar hiçbir ABD başkanı kişisel özelliklerini veya kendine has fikirlerini Trump kadar ön plana çıkarmamıştı. Çoğu başta “kuvvetler ayrılığı” olmak üzere devlet yönetim felsefesinin dışına çıkmamaya azami dikkati göstermişlerdi. Trump’ın iktidara geldikten sonra yaptığı ilk işlerden biri yüksek yargı içinde kendi görüşüne muhalif hâkim ve savcıları tasfiye etmek oldu. Bu tasfiyeyi ABD ordusu içindeki adli müşavirlere kadar uzattı. ABD devlet yönetim felsefesi ve burjuva demokrasisinin üzerine titrediği, tarihsel kökleri itibarıyla kutsal ve dokunulmaz saydığı “kuvvetler ayrılığı” prensibi Trump tarafından yerle yeksan edilmek üzeredir. Trump’ın seçim vaatlerinin başında her ne kadar devleti ekonomik olarak küçültmek, daha verimli kılmak, orduyu deniz aşırı bölgelerden ülkeye geri çekmek gibi unsurlar olsa da asıl amacı kendi iktidarı döneminde ABD devletini şovenizm ve ırkçılıkla açıktan temas kuran çok daha sağda yeni bir ideolojik çerçevenin içine yerleştirmektir. Almanya seçimlerinde yüzde 20 oy alan aşırı sağcı partiyi —AfD, (“Almanya için Alternatif”)—  candan tebrik etmesi bu anlayışın bir tezahürüdür. Trump bir önceki başkanlık döneminin sonlarına doğru da ABD’nin geleneksel dış politikası ve içeride kökleşmiş “kuvvetler ayrılığı” prensibinin ayarlarıyla oynamak istemişti. Ancak Biden’in başkanlığı devralması sonrasında gerek Avrupa gerekse içerde federal devlet, Federal Rezerv (FED), ordu ve istihbarat derin bir “oh” çekmişti.

ABD 4 Temmuz 1776 yılında kurulmuş bir devlettir. Tarihçiler yedi kişilik bir “kurucu babalar” listesinden bahseder. John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, John Jay, Thomas Jefferson, James Madison ve George Washington. 250 yıllık devlet geleneğinin, bu tarihsel birikimin ne kadar dengesiz olursa olsun sadece bir başkanlık dönemi ile temelinden oynatılacağı düşünülmemelidir. Trumpçı fikirlerin gelecekteki ABD başkanları tarafından benimsenmesi pek muhtemel gözükmüyor. Kanada ve Meksika’ya uygulanacak gümrük vergilerinin askıya alınması, Trump’ın Gazze’ye ABD askeri çıkarılacağı şeklinde bir beyanının olmadığının açıklanması şimdiden söylenen o büyük lafların yavaş yavaş geri çekildiğini gösteriyor. O yüzden Trump’ın iç ve dış politikada gerçekleştirmek istediği değişikleri daha çok emperyalist hiyerarşi içinde yaratacağı değişiklikler temelinde ele almak gerekir.

Son 20 yılın dünya liderlerinde gizlemekten sakınmadıkları bir kendini beğenmişlik, gemleyemedikleri diktatoryal arzular ve haz ideolojisinden kaynaklı ruhsal, zihinsel sapmaları çok sık görmeye başladık. Kendi ülkemizden buna yakınen tanığız zaten. İtalya’nın yeni kadın faşist lideri Meloni; defileden çıkmış kıyafetleri, erkeksi hal hareketleri ve hızla ifade değiştiren garip bakışlarıyla bir Tik Tok fenomeni olmuş durumda. Putin’in Macron’u çok uzun bir masanın en ucuna oturttuğunu hatırlıyorsunuz. Tayyip Erdoğan’ı dakikalarca Kremlin Sarayı’nın iç kapılarında beklettiği görüntüler de hafızalarda. ABD başkanları da Jimmy Carter’dan sonra yerlerini devlet ciddiyetini, uluslararası saygınlıklarını kaybetmiş liderlere bırakmışlardır. J. Carter’dan sonrakiler, ki bu aynı zamanda Sovyetlerin çöküşü dönemine denk geliyor; Ronald Reagan, G. W. Bush, Bill Clinton, Obama, Biden ve Trump geçmiş ABD başkanları ile karşılaştırıldıklarında gerçekten de çok çapsız, siyasi karikatür malzemesi kişiliklerdir. Konuşma ve davranışları, siyasi üslupları, diplomatik gafları ve kişisel skandalları ABD müesses nizamı tarafından sürekli “düzeltilmek” zorunda kalınmış kişiliklerdir. 

Dünya eski barbarlığa doğru toplumsal bir gerileme içinde değil. Tamamen yeni bir barbarlık aşamasına doğru ilerliyor. Eski barbarlık gaz odaları ise yeni barbarlık dijital teknoloji ve kamikaze dronlardır, dronu gördüğün an bedeninin öldüğü andır. Dijital dünya ise insanın beğenilme arzusu ile kendini yiyip bitirdiği bir zihinsel ölüm mecrasıdır. Eski barbarlık toplama kampları ve gettolar ise yeni barbarlık Gazze’nin bir “turizm cennetine” dönüştürülmek istenmesidir. Yıkıntılar altında hala bulunamayan cesetler varken burada kapitalizmin ışıltılı-lüks yapılarını yükseltme düşüncesi insanlıkta bir parantez değil yeni bir medeniyet kırılmasıdır. Adam utanmadan yapay zekâya kendisiyle Netanyahu ve Elon Musk’ın Gazze’de güneşlenirken videosunu yaptırmış.

Naziler gaz odalarıyla “ölümün bilimsel organizasyonunu” yapılandırırken Hannah Arendt bunu “Kötülüğün Sıradanlığı” şeklinde tanımlamıştı. Trump’ın bu düşüncesini ise kötülüğün en sıra dışı pratiği olarak tanımlayabiliriz. Naziler acı çekenler karşısında kılını kıpırdatmayan, duygusuz, soğukkanlı birer katildi. Trump da aynı şekilde aldırmaz bir ruh haliyle Gazze’yi “devralıp” Filistinlileri süreceğinden bahsediyor. Nazilerle Trump arasındaki fark, Trump’ın gerçekleştireceği eylemlerin siyasi ve insani sonuçlarının farkında olması, Nazi savaş ve soykırım makinasının başındakilerin ise bu konuda hiç düşünmemeleriydi. Naziler Yahudileri yaşayan birer ölüye çevirmişlerdi. Umut, çoğu için bir an önce ölmekti. Umut bir fikir olarak ölümle özdeşleşmişti. Trump ise Filistinlilerin umudunu öldürüyor. Sizi kendi evinizden atacağım, başka ülkelere süreceğim diyor. Onları kanlı bir geleceğin beklentisi içinde tutarak psikolojik olarak yıkmaya, yıldırmaya çalışıyor. Sadece bir halkı zorla sürgün etmekten değil, sürgüne gönderilecekleri ülkeleri de belirleme hakkını kendinde görüyor. Bu apaçık “kudretimden sual olunmaz” gösterisidir. Feodal imparatorluklar zamanından kalma bir öğretinin günümüzde de yaşatılmasıdır bu. Trump özünde bir feodaldir, yanındaki Elon Musk ile birlikte “tekno-feodal” bir diktatörlük kurmuşlardır.

Trump’ın söylemi aslında İsrail’in emsali olmayan bombardımanları kadar vahşiyane ve acımasızdır. Sovyetler çöktükten sonra emperyalizm “sosyal devlet” ile gizlenen maskesini yırtıp attı, işte o zaman onun canavar dişlerini dünya olanca çıplaklığıyla gördü. Öncesinde gayet endişeli, temkinli ve ciddi olan bu emperyalist yüz, sosyalizm yıkılırken müstehzi bir gülümseme takınmış, sonra hızla acımasız bir katilin yüz ifadesine bürünmüştü. Trump bu emperyalist yüzün yeni bir versiyonu olmaya adaydır. Buradaki yüz hatları hiç aldırış etmeden, soğukkanlılığını yitirmeden, duygusuzca öldüren bir katilin yüz ifadesi gibidir. Burada elbette Nazilerin endüstriyel ölüm tekniklerini kullanırken içinde bulundukları duygu durumlarıyla olan benzerliği kolayca sezebiliyoruz. Naziler bir “ırkı” ortadan kaldırmak için endüstriyel ölüm araçları üzerinde yoğunlaşırken, Trump günümüzde bunu gaz odalarıyla değil, savaş mekânını “turizm cennetine” çevirerek yapmak istiyor. Kıymetli ve nadir mineraller konusunda Ukrayna’ya ar-edepten yoksun kan emici tefeciler gibi “savaşta verdiğim mühimmatın karşılığı olarak madenlerini alırım” diyor. Sanki onu Rusya ile kafa kafaya getiren kendi devleti değilmişçesine. Zelenski onun emperyalist politikaları için, NATO’nun Doğu’ya yayılması için savaştı. Hitler’in kendinden geçtiği ateşli söylevleriyle Trump’ın aldırmaz ruh hali ve narsizmi aynı kapıya çıkıyor. Emperyalizm hiçbir zaman cesur olmadı. O en güçlü olduğu zamanlarda bile ürkek ve hain, cani ve soğukkanlı bir katildi. Trump ile yeni bir karakter daha kazanmak üzere: Müttefiklerine dahi zorla senet imzalatan bir tefeciye, mafya tetikçisi rolüne soyundu.

İngiliz gazetesi Financial Times (FT) “Yeni ABD Avrupa’nın dostu değil düşmanı” şeklinde başlık atmış. Devamla, “Trump yönetiminin ideolojisi Putin’i ülkesi ve muhafazakâr değerler için mücadele eden bir savaşçı, Ukrayna’yı ise kendisine Avrupa’dan yanlış dostlar edinmiş bir beleşçi gibi görüyor” şeklindeki değerlendirmeler transatlantik ilişkilerin geleceğine oldukça karamsar bakıyor. Trump’ın Ukrayna meselesine Avrupa’yı dışlayarak Ruslarla birlikte çözmek istemesini dostlar arasında ciddi bir güven bunalımı olarak görüyor. Ancak biz, ortada NATO gibi vazgeçilmez ve köklü bir askeri güç varken meselenin stratejik yarılmalara neden olabilecek düzeyde olmayacağını düşünüyoruz. Trump’ın Avrupa hesabı aslında çok açık, savunma maliyetleri ve savaş harcamalarına katılımlarını daha fazla arttırmak, İtalyan Meloni, Fransız Le Pen, Alman AfD, Hollanda’nın Özgürlük Partisi (PW) ve Macar Orban tarzı aşırı sağ ve Neonazi hükümetlerin Avrupa çapında çok daha güçlü örgütlenmesini sağlamak. Yoksa Trump elbette Rusya ve Çin ”tehlikesi” ni bir kenara bırakıp kendine “yeni düşman” olarak Avrupa’yı seçmiş değil. Tersine ileride Rusya ve Çin’e karşı savaşacak çok daha güçlü bir Avrupa istiyor. Ama bunun için de Avrupa’ya siyaseten “ayak bağı olan” liberal demokrasilerden, evrensel hukuk ilkelerinden ve insan hakları prensiplerinden tavizler vermesini istiyor. Trump Avrupa’yı istiyor, aslında kendisini hamileri olarak ilan etmeleri bekliyor!

Tüm bu gelişmeler elbette Kremlin ve Putin’i memnun ediyor. Keza Rusya kaçınılmaz bir şekilde ciddi bir savaş yorgunluğu yaşıyor. Cephede Kuzey Koreli hatta Latin Amerikalı paralı askerleri kullanacak düzeyde asker sıkıntısı çekmeye başladı. Genel seferberlik ilanının ise iç kamuoyunda olumsuz karşılanacağını çok iyi biliyor. İngiliz kaynaklarına göre Rusya bugün Ukrayna topraklarının yaklaşık yüzde 20’sini kontrol ediyor. Bu hiç de az bir yüzölçümü değil. Savaşı bitirmeye yeterli bir işgal alanı. Ekonomik durum ise savaş harcamalarından dolayı enflasyonu ciddi oranlara yükseltmiş, Rus devlet varlık fonlarının likit varlıklarını da tehlikeli bir düşüşe geçirmiştir. Putin’in en büyük önceliği iktidarda kalmak, savaştan çıkmak, cephedekilerin evlerine dönmesini sağlamak. Kırım ve ilhak ettiği 4 Ukrayna vilayetinin Rusya’da kalması ve Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılmayacağı sözünün verilmesi Rusya için yeterli olacak gibi gözükmektedir. Avrupa ile Rusya arasında güçten düşmüş bir Ukrayna’nın geleceğinde ise artık Zelenski olmayacaktır. Avrupa’dan ziyade ABD’nin hegemonyası altında bir hükümet değişikliğiyle yoluna devam edecektir.

Mehmet Turan

27.02.2025