

Doktorasını “TSK’nın kurumsal dönüşümü” üzerine yapan eski asker ve Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde araştırmacı olan Metin Gürcan’ın Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan (Temmuz 2018) tezi ile başlayalım. (Bu tezin araştırma alanı Ankara Oran’da bulunan askeri lojmanlar)
Gürcan, ordunun yüzde 85’inin hala “laik” hassasiyetler içinde olduğunu söylüyor. Bu tanımı dolduran ise “dindarlık” anlayışı. Bunu da anketinde 4 kıstas üzerinden sorgulamış: Oruç tutma, ahiret inancı, faiz algısı ve din-bilim ilişkisi. Bu yüzde 85’lik kesim, dinin kamuda görünür olmasına karşı olmakla birlikte alt rütbelere doğru indikçe (binbaşılık ve yüzbaşılık dâhil bunların altı) laiklik hassasiyeti zayıflıyor. Geçmişte durum bunun tersi idi. Genç subay ve astsubaylarda Atatürkçülük ve laikliğin çok daha güçlü olduğunu biliyoruz.
Ordunun genelinde siyaseten sağa kayış olduğunu gözlemleyen Metin Gürcan tespitlerine şöyle devam ediyor:
“Bununla birlikte, ordunun genelinde siyaseten sağa doğru bir kayış olduğunu gözlemliyoruz. Anlaşılan hem Irak ve Suriye’deki gelişmeler, hem de 15 Temmuz sonrası süreç milliyetçi damarı güçlendirmiş. Bu anlamda terörle mücadelede başı çektiği için Kara Kuvvetlernin “en merkez sağda” olduğu söylenebilir.”
Gelelim yüzde 85’ten geriye kalan yüzde 15’e. Gürcan bu kesimi “radikal” diye niteliyor. FETÖ’cü askerleri de bu gruba dâhil ediyor. Ancak: FETÖ bağlantılı askerlerin üst rütbelerde başarıyla temizlendiğini özellikle vurguluyor. Binbaşı ve altındaki rütbelerde ise “hâlâ büyük oranda FETÖ bağlantısı var” diyor. Dolayısıyla ordu genelinde hala aşağı yukarı yüzde 15’lik bir FETÖ’cü gruptan bahsediyor.
Genelkurmay Başkanlığının internet sitesine göre TSK’nın personel mevcudu; Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinde 203 general ve amiral, 26 bin 278 subay, 64 bin 999 astsubay, 47 bin 570 uzman erbaş ile 16 bin 149 sözleşmeli er ve erbaş görev yapıyor. Yaklaşık 160 binlik bu kitlenin yüzde 15’i 24 bin kişi eder. Bu hiç azımsanmayacak bir sayıdır.
Özellikle 15 Temmuz sonrasının yarattığı beka sorunu ordu içinde Erdoğan olmadan bu mücadelenin başarılı olamayacağı inancı güçlenmiştir. Böylece ordu içinde iki temel yarılma noktasına (laiklik ve üniter yapı) bir üçüncüsü daha eklenmiş oldu. Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığı!
Gürcan’a göre Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrası orduya yönelik izlediği politikayı destekleyenler, alt rütbelerde yüzde 50 civarında. Desteklemeyenler de yüzde 50.
Üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen hala süren FETÖ operasyonlarından anlıyoruz ki (en son,- 23 Mayıs 2025- ülke çapında rütbeli 59 muvazzaf subay ve astsubayın daha gözaltına alındığı duyuruldu) TSK, İslami ideolojiyi geçmişteki gibi sadece diyanet temelli, resmi İslam düzeyinde, -Makyevelistce- değil, onu bir dünya görüşü olarak da benimsemiş. Beklenmedik derecede bünyesine içselleştirmiş! Anlaşılıyor ki bu durum devrimci hareketin gözden kaçırdığı ciddi bir sosyolojik gerçektir. 15 Temmuzdan önce İslam ve tarikat olgusunun TSK içinde bu denli dal budak saracağı tahmin edilememiştir. Batıcı laik cenah bile bu konuda büyük bir gaflet yaşamıştır. Toz kondurmadıkları ordunun içerden büyük bir çürüme içine girdiğini görememişlerdir. 15 Temmuz sonrası askeri liseleri kaldırıp harp okullarını kendi denetimine alan AKP, bu sefer kendi taraftarlarının çocuklarını TSK’nın içine yerleştirmeye başladı. FETÖ’nün geçmişte gizli gizli yaptığı bu yerleştirmeler, AKP eliyle kendi taraftarları lehine hiçbir gizliliğe gerek duyulmadan bu sefer açıktan yapılmaya başlandı. Ordu böylece ikinci kez, ama bu sefer FETÖ gibi bariz ABD etkisi altında olmayan, daha ziyade “yerli ve milli” özellikler taşıyan başka tür bir İslam’ın asimilasyonuna tabi oldu. Maruz kaldığı bu ideolojik transformasyonu incelemek, ülkenin geleceği açısından gayet önemli. Keza diğer devlet kurumları ve ideolojik aygıtlar gibi ordu da kendini siyasal dönüşümlerin dışında tutamamıştır. Bunca olaydan sonra (Tuzla Piyade okulundaki olay, Mezuniyet törenindeki olay ve hakkında alınan kararın sadece bir oy farkla kabul edilmesi, HÜDA-PAR ile yan yana fotoğraf çektirmeleri vb.) yakın gelecekte hiç kimse TSK’nın bir Pakistan ordusuna dönüşmeyeceğinin garantisi veremez!
TSK ideolojik bir ordu idi. Bugün o ideolojik karakterinin en temel unsurlarını -laiklik ve yurtta sulh dünyada sulh- tümden yitirmiştir. Libya’dan Azerbaycan’a, Güney Kürdistan’dan Somali’ye, Kosova’dan Kuzey Suriye’ye askeri üsler, askeri birlikler bulundurmaktadır. PKK’nin fesih kararına rağmen Kandil’i, Zap ve Metina’yı bombalamayı sürdürmektedir. Bu bölgesel hegemonya hırsı damarlarına o denli işlemiştir ki, hatırlarsınız ABD Afganistan’dan çekildikten sonra Kabil havaalanının işletmesi için bile Taliban ile diplomasi yürütmüştü. Dışarıda selefi İslam, HAMAS ve Taliban ile Pakistan türü İslamcı faşizmlerle, Arap Birliği gibi emperyalist-Siyonizm’le ittifak halindeki ülkelerle stratejik işbirliği içinde olan bir ordunun içerde laiklik diye bir sorunu olabileceğini düşünmek çölde serap görmek kadar büyük bir yanılsamadır.
Yine hatırlarsınız, Afrin’e yönelik askeri müdahalede TSK’ye 43 silahlı grup eşlik etmişti. Bunlardan pek çoğu El Kaide’nin ya türevi ya da müttefikiydiler. Aralarında sivillere yönelik katliamlara imza atan Sultan Murat Tugayı ve Semerkant Tugayı; Suriye El Kaide’si El Nusra’nın müttefikleri Feylak’uş Şam ve Ahrar’uş Şam ile propaganda niyetine çocukların kafasını kestikleri video görüntülerini yayımlayan Nureddin Zengi Tugayı da vardı. Türkiye’nin Kemalist sol aydınları bunları bilmiyor mu?
AKP hükümeti, tarihe karışmış, bölgede artık istenmeyen ideolojilerle (selefi İslam) ittifak halinde iken nasıl oluyor da “laik” TSK ile bir arada yaşayabiliyor, kavga etmeden devleti birlikte yönetebiliyor derseniz, bunun cevabı her iki tarafın sınıf savaşımları içinde geçirdiği dönüşümün içinde aranmalıdır. Öncelikle her iki tarafın meseleye müthiş bir pragmatizmle yaklaştığını görürsünüz. TSK’nın laikliği sahiplenmesi AKP iktidarına kadar toplum nezdinde öyle görünmek zorunda olduğu içindi. Laiklik geçmişten beridir onun vaz geçilmez kimliği, olmazsa olmazıydı. O ezelden ebediyete kadar kendini “laik görünmekle” mükellef kılmıştı. Laiklik hükümette kim olursa olsun onun siyasi doktrini ve dogmasıydı. Ve tüm dogmalar gibi gerçek muhtevasıyla bir illiyet bağı kurulmadan gözü kapalı olarak tartışmasız inanılandı. Laikliğin illiyet bağı eşitlik, özgürlük ve demokrasidir. Kaynağını Rönesans ve Fransız devrimi gibi zengin bir tarihsel içerikten alır. Bunların olmadığı bir laiklik yoktur. Eğer varsa bu dışardan bakıldığında gerçek gibi görünen ancak içi ölü ve sadece bir dış kabuktan ibaret kalmış bir sosyalitedir.
Laiklik geçmişte askerin adeta Kur’an’ı gibiydi. Kur’an Müslüman ülkelerde toplumu terbiye etme araçları içinde en başlarda gelir. Laiklik te ordunun elinde böylesi bir işlev görüyordu. Çünkü Türk tipi laiklik M. Kemal tarafından topluma değil devlete atfedilmiş bir özelliktir. Devletten topluma doğru yol alır. İçsel değil dışsal bir güçtür. Laiklik Türkiye’de gerçek varoluşunu sağlayan Antik Roma, Rönesans ve Hümanizm gibi felsefi gelenekler ve Fransız devrimi gibi politik mücadelelerden koparılarak devlet katına taşınmıştır. Laiklik yukarıda sayılan tarihsel kaynaklarının çoğunu özellikle çok partili döneme geçildikten sonra birer birer terk etmiştir. Hiç damıtılmamış bir alkol gibi toplumlar üzerinde zehir etkisi yaratmıştır. Bu zehri yudumlayan ağırlıklı olarak şehirli küçük burjuva aydınlar ve Aleviler olmuştur. Alevilerin bu acı ilacı içmelerinin nedeni geçmişte devlet destekli Sünnilerce gerçekleştirilen sivil katliamlardan kendilerini korumak, bir yenisini daha yaşamamak içindi! Bazı bilimsel deneylerde bir hücreye başka bir hücrenin elemanlarının transferi için o hücrenin sadece dış çeperi korunarak başta mitokondriler olmak üzere hücrenin tüm hayati içeriği yok edilir. Laiklik de böyle, o zengin içeriği boşaltılmış, sert bir kabuk haline dönüştürülmüştür.
AKP’nin İslam’ı ise Müslüman hayat tarzını özümsemekten ziyade onu sadece biçimsel ritüelleriyle yaşayan, geleneksel halk İslam’ı ile hiçbir ilgisi olmayan elitist bir dindarlıktır. Yanı sıra onu iç ve dış politika aracı olarak, kendi “yerli” ve muhafazakâr burjuvazisini palazlandırmanın en kullanışlı aracı ve simgesi olarak ideolojisine yerleştirmiştir. AKP, Müslümanlığa bütünsel İslami bir kimlikten ziyade milliyetçi Türk kültürüyle harmanlanmış parçalı bir kimlik olarak yaklaşır. Onun ki, Hıristiyanlıktaki Protestan ahlakının İslami bir benzeri, onun izdüşümü gibidir.
Türk tipi laiklik ve Türk tipi Sünni İslam’ın bu coğrafyada hegemonik bir rol oynamasının hiçbir imkânı kalmamıştır. Laikliği laiklik değil, Müslümanlığı Müslümanlık değildir. Kuruluşundan günümüze politika, edebiyat, sanat, sinema ve felsefe alanında öne çıkan o kadar çok aydını öldürmüş, demokratik bir Türkiye ve özgür Kürdistan için mücadele eden o kadar çok devrimci, emekçi ve Alevi’yi katletmiştir ki bu tarihsel şiddet birikimiyle aslında bölgenin en yalnız, en karanlık, en gerici devletleri arasında nerdeyse ilk sıradadır.
Bir ülkeyi ayakta tutan, uluslararası toplumda saygın kılan nedir? Mesela Trump gibi dünyanın tozunu attıran faşist bir adama ”dostum dostum” diyerek methiyeler düzen bir lidere hangi ülke saygı duyabilir ki? Bir vatandaş çıkıp “senin sevgili dostun yakıp yıkılan Gazze’yi bir turizm şehri yapmak istiyor” dese bunda haksız olur mu? Peki, yıllardır demografisi ile oynanmasına rağmen KKTC halkının yarısı neden AB’ye girmek istiyor? Azerbaycan TC’nin yeni düşmanı İsrail ile sıcak ilişkiler kurmaktan çekinmiyor. Nerede kaldı “yavru vatan”, nerede kaldı “iki devlet tek ülke”! Orta Asya’daki tüm Türki cumhuriyetler, KKTC’yi değil, Kıbrıs Rum Cumhuriyetini tanıyor. İşte böylesi bir Türklük ve böylesi bir Müslümanlık!
Kendi şiddet dolu tarihiyle en az olsun yüzleşme cesareti göstermekte ayak direyen, onca faili meçhul cinayetin bir tekini bile çözemeyen, -o zaman katil odur!- bu devlet gerçekliği, çok açık ki kendini bölgede sadece zor gücüyle ayakta tutabilmektedir.
Görülüyor ki AKP İslam’ı ve TSK’nın laikliği geçirdikleri dönüşümlerle bugün tencere-kapak misali büyük bir uyum içerisindedirler. AKP İslam’ı zaten daha kuruluşu itibarıyla Erbakan tarzı muhafazakâr İslam’dan kopmuştu. Erbakan ABD ve Siyonizm karşıtı milli ve yerli İslam’ın temsilcisiyken, AKP o dönemde su katılmamış Amerikancı liberal İslam’ın temsilcisiydi. Erdoğan ABD ziyaretinde Yahudi kuruluşlarından takdir görüyor, yakasına Siyonist rozetler takmaktan geri durmuyordu. Şimdi siz bakmayın AKP’nin dilinden düşürmediği “yerli ve milli” laflarına, bu sloganın gerçek sahibi Erbakan’dır. Erbakan milli sanayi derken ya da anti Siyonist söylemlerde bulunurken gerçekten samimiydi. Bu konularda ideolojik bir tutum sahibiydi. AKP’nin millîliği ve yerliliği son derece sahtekârcadır. Göz boyamadan ibarettir. Türkiye tarihinde görülmüş en gayri-milli burjuva hükümet bunlardır. TSK’nın milliliğine gelince, son 20 yıldır NATO ile Avrasyacı güçler arasında o kadar gidip gelmiştir ki, geleneksel Kemalist duruşundan eser kalmamış, tarihsel hafızasını yitirmiştir.
Tufan Yakın