İktidar karşıtı bir hareket söz konusu olunca, derhal hain etiketini yapıştırıyorlar ve komplo teorilerine girişiyorlar. Bu komplo teorilerinin ana teması da genellikle “Zamanlama manidar” cümlesi oluyor. O eylem ya kritik döneme denk gelmiştir ya da mutlaka bir provokasyondur. Eyleme dâhil olanların rolü provokasyona gelmekten başka bir şey değildir. Zira memlekette her şey yolundadır ve aziz iktidarımız her şeye kadirdir.
Kendi menfaatleriyle çelişen her şeyi/durumu kendi (tabi ki devletin) varlığına yönelmiş bir tehdit olarak algılamak, kendisinden olmayan herkesi ihanetçilik ile suçlamak ve imhaya yönelmek bir diktatörlük bilinci ve paranoyasıdır.
Devletlü olan her şey meşrudur ve yerindedir. Burada esas olan, dilemek ve dilenmektir. Devlet ve iktidar lütfeder, kanaat etmeyen ve karşı çıkan ise şeytanlaştırılır. Devlet ve iktidar tereddüte yer bırakmayacak biçimde sermaye safının safında yer alır ve bunu gizlemeye haşa girişmez. Çünkü sermaye kalkındırandır, refah payını arttırandır ve ekmek verendir. Diğerleri ise payına düşene ya da düşmeyene razı gelmesi zorunlu olan ve kendisine sunulan bu nimetlere karşılık olarak ihtiyaç doğduğunda canını vermesi gerekenlerdir, yani teferruattır.
Üçüncü Havaalanı inşaatında başlayan işçi direnişini ihanet, provokasyon ve devlete kastetme eğilimi olarak değerlendirerek, düşmanla savaşırcasına saldırmak da bu paranoyanın/bilincin bir sonucudur. Diğer yandan, mevcut siyasi iktidar ile projenin yürütücüsü olan sermaye guruplarının özel menfaatlerinin mutlak birliğidir.
Jandarmasından polisine kadar bütün kolluk kuvvetlerinin işçilerin basit bir hak arama girişimine yönelik iştahlı müdahalesi de bir bağlamıyla bu özel menfaat ilişkisinin diğer bağlamıyla da neoliberal ekonomi politikalarının diktatörlük sosuyla yerelleştirilmesinin dayanılmaz hafifliğidir. Polis ve Jandarma teşkilatı, iktidarın, devletin ve sermayenin şiddetinin kesintisiz devam etmesinin heveskârlığıyla deliye dönmektedir.
Üçüncü Havaalanı gerçekte nedir?
Burjuva medya tarafından sürekli olarak inşaat sahası, uçuş trafiği kapasitesi, insan trafiği kapasitesi, otopark alanı, istihdam, ticaret hacmi vb. meziyetlerine ilişkin rakamlar ile gündemleştirilen Üçüncü Havaalanı inşaatının bir de doğa katliamına, oluşturulan ranta, milletin sırtına yüklenen/yüklenecek mali bilançosuna, insanlık dışı çalışma koşullarına ve iş cinayetlerine dair rakamları var.
Bu rakamlar burjuva medyanın verdiği toz pembe tablonun aksine; insan yaşamının ve doğanın rant uğruna adeta araçlaştırıldığını gösteriyor. Bu rakamlar AKP iktidarının sermaye sınıfının yeminli siyasi temsilcisi olduğunu bir kez daha gösteriyor.
İstanbul’un kuzey bölgesinde, Arnavutköy Ormanları’nı da içerisine alan orman arazisine yapılan 3. Havalimanı, 6172 hektarı ormanlık alandan oluşan 7650 hektar alanı kapsıyor. Aynı zamanda İstanbul’un içme suyu havzaları olan Terkos-Haliç ekolojik koridoru da bu alanın içinde yer alıyor. Adeta bir doğa katliamına neden olacağından hareketle, bilim insanlarından ve TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’ndan gelen uyarılara rağmen; AKP’nin diğer doğa ve insan düşmanı projeleri gibi hiçbir hukuki kuralı ve bilimsel görüşü dikkate almadan inşaat hızla devam ediyor. Havaalanı inşaatının şimdiye kadarki etkileri dışında kullanıma açılmasının ardından oluşacak zararları da bulunuyor. 3. Köprü ile entegrasyon sağlandıktan sonra oluşacak araç trafiğinin yol açacağı hava kirliliği, kentin kuzeye doğru büyümesi sonucunda orman alanlarının daralmasından kaynaklanan bölgesel iklim değişimi ve su kaynaklarının kurutulması sonucunda İstanbul’un yaşam damarları kesilecektir. Üçüncü Havaalanı, İstanbul’u daha yaşanmaz bir kent haline getiren projelerden biri olarak tarihte yerini alacaktır.
Bu proje, temelinin 7 Haziran 2014’te atıldığı tarihten bugüne kadar iş cinayeti, hak ihlali ve gayrı insani çalışma koşulları haberleriyle sürekli gündeme geldi. Devrilen hafriyat kamyonları, bir Kürt işçinin koğuşundaki faşist tarafından yakılarak öldürülmesinin gizlenme girişimleri, düşüp öldükten sonra cesedine emniyet kemeri takılan işçiye kadar çok sayıda insanlık dışı olay haberlere konu oldu.
Çalışma Bakanlığı’nın (bugüne kadar toplam 400 civarında işçinin iş cinayetine kurban gittiği, bunların önemli bir kısmının ailelerine sus payı ödenerek gizlendiği iddialarını reddederek) verdiği iş cinayeti rakamları bile yeterlidir. Küresel ölçekteki iş cinayetleri sıralamasında, katliamcı pozisyonunu kesinleştirilmiş Türkiye’nin gittikçe tepeye tırmanması vahim tabloyu göz önüne seriyor.
Özetle “İnşaat ya Resulullah” diyenler, Üçüncü Havaalanı inşaatı ile doğrudan ve dolaylı olarak insan hayatına ve doğaya kastediyorlar. Emek düşmanlığını ve doğa düşmanlığını gizleme ihtiyacı duymayan seküler sömürücüler de iktidara kafa tutmanın radikal hali olarak bütün bu katliamın üzerine “İsmi Atatürk Havalimanı olsun” demekten başka bir şey yapmıyorlar.
Üçüncü Havaalanı eylemi
Üçüncü Havalimanı inşaatında çalışan işçiler 14 Eylül 2018 tarihinde, asgari koşulların yerine getirilmediği gerekçesiyle ve yemek, barınma ve ulaşım koşullarının düzeltilmesi, şimdiye kadar yaşanan iş cinayetlerinin aydınlatılması talebiyle eylem başlattı. Eylem üzerine güvenlik güçleri şantiye alanına girdi ve işçilere biber gazıyla saldırdı. Gece saatlerinde şantiye koğuşların kapıları kırılarak yüzlerce işçi gözaltına alındı ve çevredeki karakollara götürüldü. 15 Eylül günü akşam saatlerinde, İstanbul ve Ankara’da işçilere destek için yapılan basın açıklamalarına sert müdahale edildi. Bu yazının yazıldığı saatlerde işçilerin önemli bir kısmı hala gözaltındaydı. Gelen haberlere göre, şantiyenin dışarıyla bağlantısı bütünüyle kesilmişti ve eylemci işçilere yönelik (kaba dayak dâhil) baskı oluşturulmaya devam ediliyordu.
Elbette cumhuriyet tarihinin en büyük inşa projesi olan Üçüncü Havaalanı’nın 29 Ekim’e yetiştirilmesi ulvi amacına ve iktidarın temel ‘kalkınma’ alanı olan inşaat sektörüne (hele ki dış güçlerin ekonomimize saldırdığı zamanlarda) yönelik baldırı çıplakların eylemine ve dışarıda onlara destek veren diğer ‘provokatörlere’ fırsat verilmeyecekti!
Devrimciler bu saldırganlığa karşı gelişen işçi eylemliliklerin yalnızca birer destekçisi değildir; isyanın içinde olacak, bu alanları devrimcileştirecek ve işçileri iktidarın ‘Mısır Piramitleri köleleri’ olmaktan çıkaracaklardır. Diğer taraftan, mevki makamını kaybetmemek adına (bugüne kadar AKP’ye oy vermemek dışında) faşizme hayır bile diyememiş seküler beyaz yakalıların, işçilerin önemli bir kısmının AKP seçmeni olduğunu söyleyerek eyleme burun kıvırmalarına sessiz kalmayacaklardır. Devrimciler ayrıca, eylemci işçilerin taleplerini küçümseyerek “Tahtakurusu için eylem yapanlar bugüne kadar onca işçi ölürken niye eyleme geçmediler” diyen, çalışma ve yaşam koşulları içinde patlamanın ne üzerinden ve nasıl oluşacağının bir ölçü birimine tabi tutulamayacağını bilmeyen ve o andaki eylem niteliğinin ve taleplerin ağırlığının toplumsal muhalefetin ve sınıfın örgütlülüğün genel halinden azade olamayacağını sezemeyen toplum mühendisi ‘teorisyenler’e karşı da mücadele edeceklerdir.