Ukrayna savaşının üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçti. Savaşın yıldönümünde Biden ve Putin’in Ukrayna’da boy göstermesiyle Rusya ve ABD-NATO arasındaki restleşme tavan yaparak devam etti. Yakın zamanda NATO Genel Sekreteri de Zelenski ile görüşerek destek ve kararlılık açıklaması yaptı. Rusya “Batı bizi meydan savaşında yenecekmiş, yensin de görelim” diyerek Napolyon ve Hitler yenilgilerini hatırlattı. ABD-NATO ve Zelenski cephesi ise Rusya’nın asla zafer kazanamayacağını söyledi.
Amerika ve Avrupa’dan (Kissinger, Macron vb.) ve Çin’den önemli simaların, bu savaşın bitirilmesine dair açıklamalar ve girişimler yapıldı. Çin devreye girdi ve rol almaya çalışıyor. Fakat savaşın sonu şimdilik görünmüyor. Tersine NATO Rusya’yı bu savaşla emperyalist hegemonyanın dışında tutmaya çalışıyor, saf dışı bırakmak istiyor. Savaşın başlangıcından bugüne kazananlar hem NATO hem de Rusya olmuştur. ABD artık ölümü tartışılan NATO’yu diriltmiş, Avrupa’yı da kontrol altına almıştır. Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağlılığını cüzi miktarlara indirmiştir. Ukrayna’yı savaşta tutarak Rusya’yı yermiştir. NATO’ya yeni üyeler kazandırmıştır. Rusya ise bazı bölgeleri kontrolüne almış ve kendi toprağı ilan etmiştir. Ukrayna’nın NATO üyeliğini engellemiştir. Fakat bir yandan da NATO ve Rusya istediklerini tam olarak gerçekleştiremediler. NATO, Rusya ile sinir harbine girdi ama Rusya stratejik yaklaşımlarını terk etmedi. Kuzey Akım boru hatlarının patlatılması, Darya Dugina ve Putin’e yakın diğer isimlere yönelik suikastler, Kremlin’e İHA’lı saldırı, ABD ve İngiltere’nin Karadeniz üzerinde ajan İHA ve SİHA vurmaları gibi kışkırtıcı eylemlerle Rusya’yı düzenli stratejik hamlelerden alıkoyup öfkeli-tepkisel bir yola çekmeye çalıştılar. Bunda başarılı olamadılar. Rusya bazen geri çekilerek, savaşın seyrini düşük seviyelere çekerek, bazen çok sert cevaplar vererek kendi oyununu oynamaktan vazgeçmedi.
NATO, Putin’in erkenden saf dışı edileceğini düşünüyordu fakat hesapları tutmadı. ABD’nin senaryosunda etkili olan eski Rus göçmenlerin düşünceleri de gerçekleşmemiş oldu. Rusya’dan kaçan Batı’ya yerleşen öfkeli, öç almak isteyen kesimlerin, Batı yanlısı işadamlarının ABD’nin hedeflerinde etkili olduğu ama savunmasız kaldığını görüyoruz. Putin bunların bir kısmını infaz etti ve içerde bir “dış mihrak” bırakmadı denilebilir. Fakat NATO hala Putinsiz ve bölünmüş bir Rusya hedefliyor. Senaryolar basında tartışılıyor. Çeşitli etnik yapılardan oluşan kozmopolit Rusya Federasyonu’nun onlarca parçaya bölünmesi hedefleniyor. Bunun anlamı etnik savaşın kışkırtılıp piyasaya sürüleceğidir. Fakat Rusya’da böyle bir etnik uyanış görünmüyor. Kışkırtılmak istenen etnik yapıların içinde Tatar, Başkurt, Yakut, Kazan Türkleri de var. Buradan Türkiye’yi de işin içine katmak isteyeceklerdir ki bu da Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek demektir. Türk burjuva siyaset erkinin buna nasıl yaklaşacağını göreceğiz. Şimdilik Rusya’ya karşı bir halklar ayaklanması, etnik savaş gibi durumu işaret edecek olgular yok. Putinli Rusya konumunu korumayı sürdürüyor. Batı, Rusya’yı ekonomik olarak çökerteceğini düşünmüştü, orda da yanıldı. Putin, 2022 yılında ekonomide 2,2 düzeyinde bir küçülme açıklaması yaptı. Bu, Rusya’nın çökeceği, kaosa sürükleneceği bir darbe niteliğinde değildir. Avrupa, Rusya gazını almayınca, havalar da sıcak geçince büyük kriz yaşamadı. Ama Rus parası da dolar karşısında değer kaybetmedi.
Rusya’yı en çok zayıflattıkları alan, enerji alanında Batı’nın ilişkiyi kesmesi oldu. Almanya başta olmak üzere İtalya ve Fransa’nın da Rusya ile ilişkileri koparması, Rusya’nın Avrupa ile bağlarında kırılma yaratmıştır. 19. yüzyıl İngiliz stratejisine göre Rusya ile Avrupa arasındaki buluşma engellenmeliydi. Kapitalizmin Avrupa’da inşasını birinci elden gerçekleştiren İngiltere’ydi ve bütün Avrupa’ya Rus düşmanlığını şırınga etti. Rusya ve Almanya’nın buluşması Avrupa’nın Rusya’nın denetimine açılmasına yol açardı. ABD ve İngiltere’nin güvenliği tehlikeye girerdi. Dünya hegemonyası el değiştirirdi. Bu nedenle Çarlık Rusya’sının Avrupa dışında tutulması gerekiyordu. Diğer yandan Rusya toprakları her zaman için Avrupa’nın göz diktiği enerji ve maden yataklarıydı. Napolyon ve Hitler’in sömürgeci işgallerinin amacı “demokrasi, hürriyet vb.” götürmek değildi herhalde. Gerçi Batı’nın sömürgecilik teorisi demokrası ve uygarlık götürme şeklinde makyajlanmıştır. Rusya’yı Avrupa dışında tutmak, Rusya’yı yıkmak Avrupa’nın denetimine almak!
21. yüzyılda ABD-NATO aynı stratejiyi güncelleyerek sürdürüyor. İngiltere’nin akıl hocalığını yaptığı stratejik yönelim şimdi ABD ve NATO tarafından yürütülüyor. ABD, Almanya-Rusya (Avrupa) ilişkisini kesip atarak, Avrupa’yı Atlantik egemenliğinde tutmayı hedefledi. Ukrayna savaşıyla Rus sınırına dek her yerden kuşatmayı gerçekleştirmiş durumdadırlar.
Rusya, Avrupa’nın doğalgaz-enerji tedarikçilerinin başında geliyordu. Ukrayna savaşı ile bu yolu kestiler. ABD, Avrupa’ya baskı yaptı ve Rusya ile ilişkileri koparmaya zorladı. İngiliz stratejisi dar anlamda başarılı oldu. Fiili olarak ABD ve İngiltere’nin jeo-stratejik savunma hattı şimdilik güvenli hale getirildi. Fakat mesele salt askeri bir hegemonya savaşı değildir, bu nedenle güvenlik artık eski yaklaşımlarla ele alınabilecek bir olgu değildir.
Rusya, Ukrayna savaşının yıldönümünde değerlendirmelerde bulundu ve yeni kararlar aldı. O kararlar hayati derecede önemliydi. Rusya Batı’yı kaybetmişti. Artık ekonomisini ayakta tutan doğalgaz (enerji vb.) Asya’ya ve Afrika’ya satılacaktı. Putin, Ukrayna savaşının yarattığı stratejik dengeleri gözeterek Rus devletinin strateji değiştirdiğini, yüzün Çin ve Hindistan’a döndüğünü açıkladı. Artık, Batı eksenli siyaset terkediliyordu. Gerçi 2022 yılında Batı’ya gidecek doğalgaz için Türkiye’yi merkez yapmak istediklerine dair açıklamalar yaptılar. Ukrayna ve Polonya yol kesici davrandıkları için Türkiye’yi öne çıkarmak istiyorlardı. Türkiye, NATO ülkesidir, Batı-Atlantik parçasıdır, oradan geçişe Avrupa (ABD) bir şey demez diye düşünmüş olabilirler. Böylece Ukrayna’ya duyulan ihtiyacı da azalmış olacaktı. Fakat Batı topyekûn Rusya’yı devre dışı bıraktı.
Finlandiya NATO’ya üye oldu, İsveç gün sayıyor. NATO, Rus sınırında konumlandı. ABD’nin sınırı ile Rusya’nın sınırı aynıdır artık! Ukrayna büyük olasılıkla NATO’ya üye yapılmayacak ama fiili olarak NATO üyesidir. Dolayısıyla Rusya, Batı’yı kaybetti. Dünya hegemonyası için olmazsa olmaz denilen Avrupa (Almanya) ittifakı gerçekleşmedi. Bu durum emperyalist kamplaşmada önemli bir değişken oldu.
Rusya nasıl Batı’yı kaybettiyse, Batı da Rusya’yı kaybetti. Rusya artık Asya ile birlikte yani bir stratejik oyun ile hegemonya mücadelesine dahil oluyor. Artık kavganın ve kapışmanın büyüğünü Asya ve Afrika’da göreceğiz. Bu kavgaya Çin’i de dahil ettiğimizde savaşın boyutu çok karmaşık haller alacaktır. Atlantik ittifakı, Rusya’yı çevreledik, Rus sınırına NATO’yu konumlandırıp kendi güvenliğimizi garantiye altık diye düşünüyor. Fakat savaş süreklilik kazanamaz. Askeri güçler, büyük savaşlar olduktan sonra geri çekilir. Öyle büyük bir savaş olur mu, o da tam olarak belli değil. Trump ve Medvedev küresel güçler arasında üçüncü dünya savaşı koşulları var dediler. Dolayısıyla salt askeri güvenlik doktrinleri kapitalizmin yeni aşamasında tek belirleyen değildir. Rusya’dan farklı olarak Çin, Batı’nın denetlediği her yerdedir. Bizzat Batı’nın temsilcisi ABD’de, Güney Amerika’da, Avrupa’da ve Afrika’dadır. Sadece var olmak yetmez, sadece askeri güvenlik hegemonya için asla yeterli değildir. Ekonomi, diplomasi, teknoloji alanı da savaşın seyri üzerinde hegemonya belirleyicidir.
Rusya’nın Ukrayna’daki hedefini hatırlayalım: Ukrayna’nın NATO’ya girmesini engellemek, Batı yanlısı iktidara son verip Rusya yanlısı ekibi iktidar yapmak, Karadeniz’i denetime almak, bazı bölgeleri kontrolünde tutmak vd… Şu anda Zelenskiy iktidarını düşürüp yerinin Rus yanlısı bir iktidar koyacak bir durum yok. Ama bunun dışındaki hedeflere ulaşılmış görülüyor. Ukrayna, NATO’ya üye yapılmayacak, Karadeniz’de Rus etkisi sürecek ve Ukrayna’nın bir bölümü Rusya toprağı ilan edilecek.
NATO var gücüyle Ukrayna’yı savaşta tutuyor. Her türlü desteği veriyor. Avrupa’nın kimi ülkeleri önce yarım ağız destekledikleri Ukrayna’nın zamanla en ateşli destekçilerine dönüştüler. Merkel’in Minsk Anlaşması’yla Rusya’yı oyalamak, zaman kazanmak istedik şeklinde açıklaması, aslında Avrupa’nın uzun zamandır ABD eksenli yeni hegemonya çerçevesinde konumlandığını da düşündürüyor. Bu bir tür itiraftır. İngiltere’nin AB’den çıkması da benzer bir senaryonun parçası olarak düşünülebilir.
Gelinen aşamada Ukrayna ile Rusya arasında iktidar düzeyinde kopuş netleşti, artık düşman ülkeler haline geldiler ve kısa sürede bunun tersine dönme şansı da kalmadı. Aynı şey Avrupa ve Rusya ilişkisinde de gerçekleşti. Batı Avrupa ile Rusya’nın konuşması dünya güç dengelerini değiştirecek boyutlara sahiptir. Avrupa büyük bir hamle yapmış ve oyun bozan rolü oynamıştır. Rus stratejisini değiştirecek kadar önemli bir adım atmışlardır. NATO, Rusya’nın Avrupa’dan dışlanmasını sağladı. Fakat hiç beklemediği, daha doğrusu asla görmek istemediği Rus – Çin – İran ittifakının gerçekleşmesiyle karşılaştı. ABD’nin en korktuğu senaryo buydu ve bu ittifak ABD’nin dünya hegemonyasının sonu anlamına gelir deniyordu. ABD belki Batı’yı kazandı ama dünyayı kaybetti.
ABD, Rusya’yı öncelikli hedef, Çin’i de asıl rakip ilan etti. Büyük savaşı Çin’le yapacağız dedi. NATO’nun 2021’deki Brüksel toplantısı, Batı ittifakının geri dönüşü ve üçüncü dünya savaşının başlaması olarak anılmalı. Bu toplantıda resmi düzeyde Çin ve Rusya düşman ilan edilmiş ve altına imza atılmıştır. 10 yıllık bir süreçti bu belirlemelerin, imzaların somut bir karşılığı olarak stratejik hamleler göreceğiz. Tabii bunlar tek taraflı hamleler olmayacak.
Ukrayna savaşı ilk günden beri Rusya-Ukrayna savaşı değil, NATO ve Rusya arasındaki bir savaştır. Bu nedenle Ukrayna’nın savaşı belirleyecek bir iradesi ve bağımsız bir hamlesi yoktur. Satranç tahtasının piyonudur. Savaş araç gereçlerinden savaş taktiklerine kadar Ukrayna’yı yöneten güç Atlantik güçleridir. Avrupa’nın pek çok ülkesinde Ukrayna askerleri eğitiliyor, NATO aklı Ukrayna’ya hakimdir. Bu yüzden Ukrayna’ya dair söylenecek fazla bir şey de yoktur. Asıl değerlendirmeler emperyalist stratejiler ve güçlerin değerlendirilmesi olacaktır.
ABD-NATO açıklamaları savaşın uzatılması, Rusya’nın iyice yıpratılması, güçten düşürülmesi yönündedir. Rusya, Çin ve İran ittifakı Ukrayna benzeri alanlar bularak vekalet savaşlarıyla yıpratılmaya çalışılacaktır. Tayvan’da Çin’i kuşatma çabaları, savaşın geniş coğrafyalara yayılıp pek çok cephede aynı anda sürdürülmesi gibi açıklamalar yeni dönemde olacakların sinyalini veriyor. Sudan’da yaşananların da bir vekalet savaşı olduğuna dair görüşler var. İran’ın Rusya’ya yardım ettiği top ve tank mermisi verdiği, yeni yaptırımların gündeme gelmesi kadar, savaşın da seçenekler arasında olduğuna dair demeçler veriliyor. Bir İsrail ve İran çatışmasının körüklediğini de görmek gerekir. İsrail bunu iç sorunlarını örtecek bir malzeme olarak mı görüyor yoksa bir savaşı istiyor mu? Bu net değil ama ısınan İsrail ve İran gerginliği var. Bu ve buna benzer gerilimli alanları 10 yıl içinde çokça göreceğiz. NATO’nun 2030 yılına dek yaptığı planlamaya göre savaşın seyri bu şekilde sürdürülecek diye anlıyoruz. 10 yıl sonrasının planını da bu süreçten alınacak başarı veya başarısızlık ile belirlenecektir.
Rusya belki Ukrayna’da yenilmeyecek istediğini de büyük oranda alacak. Fakat Rusya’nın batı ile ekonomik (özellikle doğalgaz) ilişkisini kaybedip yüzünü doğuya dönmesi bir kırılma noktası olarak kabul edilmelidir. Asya’ya dönmesi Çin ve Hindistan’a mecbur kalması Rusya için kısa vadede olumsuz bir görünüm kazandıracaktır. Doğalgaz ve petrolü Asya’ya pazarlamak zorunda kalacak. Hindistan ve Çin, Avrupa’dan dışlanmış Rusya’dan ucuza mal almak gibi bir güce kavuştu. Bu anlamıyla Rusya’nın savaşta yıpranması Asyalı güçlere yaramıştır. Rusya, Asya’ya mecbur kaldığı için biraz daha haddini bilerek konuşacaktır. Şu anda Çin ve Hindistan’ın enerji ihtiyacının asıl tedarikçi Rusya’dır. Bu durum giderek de derinleşecek ve yükselecektir. Bu ülkelerle yapılan ticaret hacmi bir önceki yıla göre %30 artmıştır. Petrolde %45, kömürde %54, doğalgazda %50 beşlik bir artış yaşanmıştır.
NATO, 21 yüzyılda Rusya ve Çin yine düşmanlarımızdır ama bu sefer düşman güçler hiyerarşisinin tepesinde Rusya değil Çin vardır diyor. Çin, Batı ile olan savaşında Rusya’nın yanında duruyor. Ama bu sınırlı bir duruştur çünkü Rusya’nın yıpranması Çin’in çıkarına yarıyor. Rusya hem Çin’in emperyal rakibi hem de ihtiyaç duyduğu bir güçtür. Güçsüz bir Rusya, Çin’in işine gelip fakat yenilmiş bir Rusya istemez. Rusya’nın yenilgisi, Orta Doğu ve Orta Asya’nın paramparça olup NATO’ya kapıların sonuna dek açılması ve ardından NATO’nun Çin sınırına dayanması demektir. Yenilmiş bir Rusya, dünya dengelerini Çin lehine değil NATO lehine değiştirir. Rusya, Çin için hem Batı’ya bir geçiş köprüsü hem de Batı’ya karşı bir barikat konumundadır. Çin’in Rusya’ya ihtiyacı barizdir. Rusya, Batı ile Çin arasında çıkacak bir savaşın caydırıcı olan gücü de olabilir. Dolayısıyla Rusya, batı ile ipleri kopmuş, zayıflamış, stratejisini değiştirmiş olsa da jeopolitik ve jeostratejik açıdan hâlâ büyük bir güçtür. Ve hala tüm emperyalist güçlerin gözleri Rusya’nın üzerindedir. Rusya’daki enerji kaynakları, Rus savaş gücü, tekniği, tarımsal alanları… ve stratejik coğrafi konumu egemenler için vazgeçilmez bir alandır.
NATO, Rusya ve Çin’i düşman ilan etse de Çin ile ilişkisini hemen koparmak istemiyor. ABD’nin Pasifik’ten Çin’i kuşatması “güvenlik” açısından belki yeterli bulunabilir ancak ABD’nin “kara”da Çin’le ilişki geliştirememesi durumunda dünya hakimiyeti kurulamaz deniyor strateji uzmanları tarafından. Bu nedenle savaş ya da barış koşulları dahil çin’le bağlantıyı koparmak niyetinde değiller. Sadece sıkıştırıp güçten düşürmeye ve bölgesel emperyalist olarak kalmasını sağlamaya çalışıyorlar. Ancak bu da pek mümkün görünmüyor çünkü Çin artık sadece Çin değil, dünyanın her yeriyle temasları olan bir ülke.
Avrupa da Rusya ile köprüleri attıktan sonra Çin ile ilişkilerini sürdürme yanlısı politik tavırlar geliştiriyor. NATO, Çin ile hem düşmanlığını hem de ilişki sürdürme ihtiyacını bir arada nasıl götürecek, bu da ayrı bir konu. Tayvan sorununu ve adalar sorunu kaşıyorlar, Çin’le sorunları sınırları olan ülkeleri kışkırtıyorlar.
Macron’un yanına onlarca iş adamı alıp Çin’e gitmesi, Scholz’un Çin’e gitmesi, adeta bu tavır Avrupa’nın genel bakış açısıdır diyerek Macron’la birlikte Ursula Von der Leyen’in de Çin’e gitmiş olması önemli bir mesajdır. NATO’nun Çin ile ilişkilerde ortak bir akla sahip olmadığını da düşünmek lazım. Avrupa’nın kafası karışık. Rusya’yı dışlayıp Çin ile derinleştirilen ilişkiler büyük bir paradokstur. Rusya belki Atlantikçilerle sınırdaştır ve Avrupa’yı korkutuyor olabilir. Çin coğrafi olarak uzakta ve bu nedenle böyle bir korku yaratmıyor. Avrupa, Ukrayna savaşından beri ABD’ye fazla yanaştığını farkında ve bu durum içerde rahatsızlık yaratmaktadır. NATO’da olmak Almanya ve Fransa’ya dünya egemenlik pastasından fazla pay getirmez. Her iki ülke de bunun farkındadır. Çin ile ilişkilerini koparma olmalarının altında bağımsız davranma eğilimi yatıyor. Ama henüz o kadar güçlü de değiller. Ayrıca Rusya’yı düşman ilan edip dışlamaya adından ötürü ileride pişmanlık bile duyabilirler. ABD, Avrupa’ya kaya gazı satarak Rusya’nın yerini doldurmak istiyor. Fakat ABD gazı yeterli olacak mı bu konuda birine netlik yok. Bu nedenle Ortadoğu ve Afrika’da enerji almak için girişimlerde bulunuyorlar. Kafkaslarda özellikle Azeri doğalgazını yöneliyorlar. Fakat bu da Rus engeliyle karşılaşabilir. Mağrip’ten Hindistan’a kadar, Batı bloku ciddi krizlerle karşılaşacak ve bu alanda iki kutbun pek çok kez karşı karşıya gelmesine tanıklık edeceğiz. Hazar’daki petrol ve doğalgazı alma isteği, Azeri-Ermeni sorununa müdahil olacak boyutlara taşırım aldıkça Rusya’nın bam teline basılmış oluyor ve diğer taraftan İran soruna doğrudan dahil oluyor. Avrupa’yı ABD’ye bağımlı zor günler bekliyor. Almanya ve Fransa’nın bu bağımlılık Zincirini kırma arayışları şimdiden ortaya çıkmaya başladı.
Çin’e ziyaretinden sonra Macron, Ukrayna hatasının farkında olacak şekilde bir açıklama yaptı. Tayvan konusunda ABD ile ortak davranmak zorunda değiliz dedi. Afrika’da güç kaybeden, dünya egemenlik yarışında gerileyen Fransa’nın Avrupa’yı daha radikal bir hale getirme çabası sürecektir. Almanya’nın bu radikalleşme çabasına katılımı güç dengelerinde kaymalar yaratacaktır. Dünya çok kutuplu emperyalist hegemonya biçiminde seyrediyor. Ama Ukrayna savaşı çok tutukluluğu iki kutuplu imiş gibi görmeye yol açtı: İki kutup ve onların ittifakları! Savaşlar kutupları keskinleştirir ve bu yüzden ABD, NATO’yu sıcak ama düşük yoğunluklu savaşlar içinde, Çin ve Rusya düşmanlığında kemik eleştirmek istiyor. Savaşsız “barış atmosferinde” ABD nin denetimi zayıflar ve bu nedenle yerelleştirilmiş vekalet savaşlarını kışkırtıp Avrupa’yı elinde tutmak isteyecektir.
Çin, Rusya ve İran kutbu da boş durmuyor. Afrika ve Orta Doğu ve hatta Orta Asya’da adeta seferberlik başlatılmıştır. Bu bölgelerde ülkeler yörünge değiştiriyor. Çin’in liderlik ettiği bu kutup diplomatik ve ekonomik ilişkilerle çok güçlü bir yayılma gösteriyor. Çin, bütün dünyayla ilişki içinde, İran da yapıcı rolüyle Orta Doğu ve Orta Asya’da denge değiştirici bir güce evriliyor. Rusya askeri olarak kafa tutuyor. Savaş ve gerginlik ortamı Doğu’da da böyle bir kaynaşmaya yol açıyor. Savaşsız ortamda doğuda da emperyalist hakimiyeti herkes birbirinin rakibidir!
Ukrayna savaşının nasıl ve ne zaman sonuçlanacağı belli değil. Kimine göre Avrupa yorgun düşüp olanakları zayıflayınca artık yeter diyecek ve ABD’yi sıkıştırıp razı edecek ve ardından “barış” gelecek! Çin’in arabuluculuğa soyunduğunu da unutmamak gerek! Kuşkusuz barış içinde bir mücadele verilecek! Çin’in inisiyatif alması ABD’yi kızdıracaktır. Ama sonuçta bu savaş emperyalist güçlerin bir biçimde anlaşmasıyla son bulacak. Ukrayna’nın kaderine razı olup bu sonucu beklemekten başka seçeneği de yok. Eski İsrail başkanı, “Ben şahidim sürecin başında Rusya barıştan yanaydı” dedi. Ancak Batı bunu kabul etmedi.
Ukrayna, Batı için de Rusya içinde olmazsa olmaz görünüyor. Rusya bunu varlık yokluk düzeyinde ontolojik bir sorun olarak kabul ediyor. Batı ise Rusya’yı Ukrayna ile düşürürüz-durdururuz diyor. Kim ne kadar başarılı olur onu zaman gösterecek. Ama Ukrayna’ya sıkışmış bir emperyalist hegemonya anlayışı yanlış hesaptır. Doğu kutbunun izlediği yol dünya hegemonyasının çok farklı yollardan olabileceğine ve yığınla odak bulunabileceğine işaret ediyor. Rusya, Batı ile köprüleri uçurmuş olsa da bu kısa vadeli kayıp ve kırılma başka yollardan telafi edilebilir. Batı da Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya’yı kaybediyor. Dolayısıyla Ukrayna önemli, Avrupa önemli ama dünya iktidarı buraya bağlı değil. İşte; ABD, NATO’ya egemenlik kurdu, Batı’yı Ukrayna üzerinden egemenliğinde tutuyor ama bu dünya egemenliğine yetmiyor.
Putin, ABD için şöyle bir değerlendirmede bulundu: “ABD, soğuk savaşı kazanınca kendini dünyanın tanrısı ilan etti ama o dönem sona erdi. Şimdi farklı ülkelerin kendi güçlerinin farkına varacağı yeni bir döneme girdik. Dünyada tektonik güç kaymaları oldu. Artık asya merkezdir.”
Ülkelerin ve bölgelerin kendi güçlerini ortaya koyarak yeni kurulacak emperyalist hegemonyayı şekillendirmede rol alacakları bir döneme girildi. Artık alışılmış ittifaklar ve ilişkiler değişecektir. Bu açıdan; Ukrayna savaşı, bize dünyanın değişen yönünü gösterdi. Taşlar yerinden oynamıştır. Yeni sistem çok komplike tavır ve tutumlarla şekillenecektir.