Unutmak ihanettir! – Murat Akdağ

Türk devletinin tarihi kanlı katliamların tarihidir. Türk devletinin harcında Kürt’ün, Ermeni’nin, Rum’un, Alevi’nin, kadının, işçinin… kanı vardır. Ne zaman başı sıkışmış, bu sıkışıklığı halklara uyguladığı katliamla aşmaya çalışmıştır. Bu Türk devletinin değişmez yasasıdır. Bugün İzmir’de ve Konya’da uygulanan katliamlar da bu devlet aklının ürünüdür.

Artık cin şişeden bir kez çıktı. Ölü böcek taklidi yapılarak bu saldırılar durdurulamaz. Mızmız muhalefet çizgisiyle de hakeza öyle. “Karanlıktan korkuyorsan dünyayı yakarım” diyor ya kadınlar. Bir Kürdün gözüne oturan o korku ifadesini silmek için faşizmin ensesinde bitecek bir atılganlık gerekiyor.

Deniz Poyraz ve Dedeoğulları ailesi özelinde Kürt halkına dönük katliamlar artık gösteriyor ki mağdur ve provokasyon edebiyatı bırakılmalıdır. Ne kadar mağdur ve provokasyon edebiyatı yapılıyorsa sistem ve onun ırkçı-faşist güruhları o kadar cesaretleniyor. Bu saldırılar Kürt halkını soykırım temelinde imha etmenin ön provalarıdır. Artık sistemle uyumlu olmayan tüm kesimler bu imha saldırılarıyla  karşı karşıyadır. Sisteme uyum sağlamayan hiçbir kesimin canından başka kaybedecek bir şeyi kalmamıştır. Bu böyle bilinmeli, zihinlere kazınmalı ve buna göre hareket edilmelidir.  “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine de saldırtırız” diyordu Rojava’yı işgal etmek isteyen akıl. Dolayısıyla bu katliamlar ne ilktir ne de son.

Unutmak ihanettir! Mitinglerde, eylemlerde yıllardır bu slogan çokça revaçtadır. “Dersim’i unutmadık, Maraş’ı unutmadık, Çorum’u unutmadık, Halepçe’yi unutmadık, Gazi’yi unutmadık, Roboski’yi unutmadık, Gezi’yi Unutmadık, Suruç’u unutmadık, Ankara’yı unutmadık, Cizre’yi unutmadık…” Bu böyle sürer gider. Unutmamak sadece  hafıza defterine not düşme işi midir? Unutmadıysak, bu katliamların her an devletin menzilinde olduğunun bilinciyle hareket etmeli ve bu temelde örgütlülüğü oluşturmalıyız. Bu örgütlülük nedir? Bunu tartışmak ve hızlıca hayata geçirmek gerekir.

Devrimcilik ‘an’a yanıt olmaktır. Zaman artık akmamalıdır. Zaman hiç de soyut bir kavram değildir. Zaman biziz. Ona ruhunu veren insandır. Bunun farkına varmalıyız. Biz harekete geçmedikçe, faşist sistemin ve güruhun anladıkları dilden konuşmadıkça zaman akıp gidecek ve sonradan edilen ah vahlar bir anlam ifade etmeyecektir. Provokasyona gelmeyelim ve mağduruz edebiyatı ise faşizmin halklara sapladığı hançeri daha da kanırtan bir zevzeklikten başka bir şey değildir. Artık halkı provoke etmeliyiz. Ezilenlerin duygularını kabartmalıyız. Öyle ajiitasyonlar çekmeli, öyle eylemler örgütlemeli, öyle örgütlenme alanları açmalıyız ki artık canına tak edenler, insanlığından başka kaybedecek bir şeyi kalmayanlar faşizmle nasıl mücadele edeceğini bilsin.

Devrimciler, kendi içlerinde bir olamasa bile artık faşizmin geliştirdiği saldırılar halkların birleşik mücadelesini zorunlu kılmıştır. Bu potansiyel tüm boyutlarıyla açığa çıkmıştır. Bu potansiyeli açığa çıkarmak içinse ‘an’ı devrimcileştirmek zorundayız. ‘An’ ise soyut olarak kavranmamalıdır.  ‘An’ beton gibi bir gerçek olarak; halkların birleşik mücadelesini potansiyel olarak barındıran, faşizmin harcına kanını akıtmak istemeyen topluluklardır.  Bu halkları, toplulukları soykırıma, kültür kırımına, cins kırımına karşı öz savunma temelinde örgütlemek en temel görevdir. Bu temelde örgütlenmeyenler bırakın devrimciliği, kendine insanım demeye bile utanır hale gelecektir. Çünkü boyun eğdikçe, kafamızı kuma gömdükçe insanlığımızdan geriye bir şey kalmaz. İnsanım diyen, yaşam hakkını ne pahasına olursa olsun savunmalıdır. Bu anlamda insani değerlere sahip çıkmak için öz savunma en meşru haktır.

Öz savunma dendiğinde ise sadece düşmanın saldırısına karşı, kendini savunur pozisyonda bekleyen bir yaklaşım söz konusu olamaz. Öz savunma aynı zamanda gelişebilecek ataklara karşı da yönelir. Saldırgan faşist güçlerin güç odaklarına, kaynaklarına yönelmeksizin bu saldırıları durdurmak mümkün değildir. Savunma hattını ileri çekmeksizin, stratejik bir hatta oturtmaksızın bu saldırılara karşı sınırlı bir direniş olur ki bu da yenilmeye mahkumdur. Ancak esas olarak öz savunmayı yaşam alanlarını savunma esaslı başlatmanın gerçeğini de kavramalı ve kavratmalıyız.

Sadece var olan örgütlü gücün kazanacağı bir savaş değildir bu. Tüm insanlık bu savaşla tehdit edilmektedir. Dolayısıyla insan kalma güdüsüyle hareket eden tüm kesimleri bu sisteme karşı savaştırabilecek adımları örmemiz gerekir. Potansiyeli gerçek güce dönüştürecek zeminleri yaratmalıyız. Yaşamı ve yaşam alanlarını savunma temelinde başlayan bir öz savunma hattını adım adım ileri çekerek ve bu saldırılardan nasibini alan, sistemle uzlaşmayan kesimleri birleştirerek bu örgütlülüğü yaratabiliriz.

Utanmak sadece yaptıklarımızla ilgili değildir. Yapamadıklarımız da bazen utandırır. “Unutmadık!” diye attığımız sloganlar aslında bizim için utanç yaralarıdır. Bu yüzden tekrar utanmamak için, insanlığımızı kaybetmemek için mücadele tarihimizde biriken değerlerimize  sahip çıkıp gereğini yerine getirmeliyiz.

Belleğimizi iri ve diri tutalım. Bir daha aynı tokatları yememek ve bir daha o tokatların utancını taşımamak için önlemlerimizi şimdiden aciliyetle alalım.