Varlık-yokluk problemimiz doğru tavır alışımızın kelepçesi olamaz – Sinan Karacan

Komün Dergi’nin ikinci sayısında yer alan seçim değerlendirme yazısında “İstanbul’u CHP almadı; AKP, CHP’ye verdi. Seçim AKP açısından sadece şekil değil aynı zamanda esastır; fakat bu esas seçimin tek başına sonucu tayin edici etkisinin olduğu anlamı taşımaz.” demiştim.  Yine Komün Dergi yazarı Mustafa Berk, “Türkiye’de sandık devri kapanmıştır” demişti. Komün Dergi imzasıyla da faşizmin hızla kurumsallaştığını, burjuva siyaseti açısından bile içinde kalınmayı olanaklı kılacak bir yasal/anayasal alanın kalmadığını, faşizmin usulü ve ilkesi belli olmayan biçimde ve kısa vadede politik ya da hukuki restorasyon derdi olmayan CHP gibi partilerle seçim ittifakları kurularak ve salt seçimle yenilemeyeceğini belirtmiştik. 

6 Mayıs itibariyle, memleketçe AKP’nin İstanbul’u CHP’ye vermediğini gördük. Buna bağlı olarak seçimin AKP açısından ne anlama geldiğini ve Türkiye’de seçimin artık ne demek olduğunu bir kez daha en somut biçimiyle gördük. Ama biz bunu şimdi görmedik ve şimdi söylemedik, biz bunu çok daha önceden gördük ve söyledik.

Seçimin tam da söylediğimiz gibi AKP açısından sadece şekil olmadığı aynı zamanda esas olduğu (AKP’nin iktidarını sürdürmek için seçimlere ihtiyaç duyduğunu) ancak bu esasın AKP deki karşılığının klasik yorumuyla değil, faşistçe yorumuyla (kendini seçtirmek) varlık bulduğunu ve sandığın son sözü söyleme niteliğinin çok göreceli olduğunu, Türkiye’de artık burjuva siyaseti açısından bile içinde kalınacak bir yasal/anayasal alan kalmadığını söyledik. Ayrıca faşist iktidarın çok sıkıştığında bu esasın faşistçe yorumunu (kendini seçtirmek) dahi soft bulup, sandığın tabutuna son çiviyi çakıp onu bir argüman olmaktan bütünüyle çıkarabileceğini de gördük.

Elbette bunu önceden tek gören ve söyleyen sadece biz değiliz, sosyalist hareketin devrimci kanadı da bizim gördüğümüzü gördü ve söyledi. Pek tabi bunu görüyor olmamızın anda devrimci bir etkisi söz konusu değil. Ancak söylediğinizin ya da yaptığınızın önemi salt andaki karşılığı/etkisi üzerinden ölçülmez/ölçülemez. Hele ki Marksist-Leninist bir hattın inşacısı ve sürdürücüsüyseniz… Şüphesiz, olanı doğru okumak ve olacak olanı öngörebilmek fakat buna mukabil eyleme gücünden büyük oranda mahrum olmak, devrimci özne/özneler için önemli bir handikaptır. Maalesef bu handikap bugün Türkiye sosyalist hareketinin devrimci kanadı için açık seçik ortadadır.  Ancak bu durum ideolojik ve politik doğrularımızı terk edip kendi iddialarımızı bir kenara bırakıp burjuva siyasetine yedeklenmeyi, gerçeği inkâr etmemizi özetle ehven-i şeri seçmeyi gerektirmiyor. Kendi öznel problemlerimiz ve andaki varlık-yokluk problematiğimiz, doğru okuma ve doğru tavır alışımızın kelepçesi olamaz. Devrimcilik tam da doğru olana inanç üzerinden bir politik küfre şiddetle karşı gelmektir. İşte o politik küfür, bugün ülke siyaseti açısından seçimle kurtuluş heveskarlığına karşı çıkanlara marjinal demektir. Faşist iktidarın oyun alanına dönüşmüş sandıktan kurtuluş beklemek bizce küfrün en büyüğüdür. Bu bahisle söz konusu marjinallik liberalizme, apolitizme ve düzeniçileşmeye karşı olmaktır ve doğru olanı söylemektir.

İstanbul seçiminin iptali Türkiye’de seçim döneminin kapandığı ve faşizmin giderek kurumsallaştığı iddiamızın son ve kesin kanıtı olmuştur.  Elbette yine bir seçim olacaktır ve sonucu yine “sandık” belirleyecektir. Ama o sandık artık burjuva demokrasisinin en sadeleştirilmiş izah biçimi olan halkın kendi yönetenlerini belirleme iradesi yalanının bitişinin simgesi olmuştur. Sandıktan ikinci defa CHP’nin çıkması bu gerçeği değiştirmeyecektir. CHP’nin ve diğer muhalif partilerin bu yalanı sürdürmelerinin tek yolu vardır; o da seçimi boykot etmektir, hatta bununla beraber meclisten çekilmektir. Ama bu ihtimali kimse aklının ucundan dahi geçirmemektedir. Çünkü başta CHP olmak üzere bütün partiler öncelikle her şeye rağmen sistemin ve devletin bekasını düşünmektedirler. Devletin içinden bir kesimin çıkıp sistemlerine/devletlerine hunharca kastetmesinin hesabını, sistemin/devletin dışına çıkıp sormak istemiyorlar. Israrla kitleleri düzen sınırları içinde tutmaya çabalıyorlar.  Bunu halkın iradesinin bir çete tarafından gasp edildiği ve hukukun iktidarın arka bahçesi olduğu tespitlerine rağmen yapıyorlar.

Görünürde kendileriyle fena halde çelişiyorlar. Demokrasinin ve hukukun iktidar tarafından katledildiğini gördükleri ve söyledikleri bir konjonktürde, hukukun ve demokrasinin sınırları içinde kalarak mücadelelerine devam edeceklerini belirtiyorlar. Gerçekte ise, düzen için yapmaları gerekeni yapıyorlar. Çünkü bahsettikleri sınırlar demokrasinin ve hukukun değil; düzenin sınırlarıdır ve kitlelerin düzenle bağlarının güçlendirilmesi durumudur.

Bu konuda fazlasıyla başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Zira yine aynı yazımdaki HDP eleştirisi bölümünde “HDP bu tutumu ile yüzü kendisine dönük kitleleri düzen içine kanalize etmektedir ve Hayır kampı ile CHP’li kitleleri apolitize etmektedir.” şeklindeki tespitlerimiz hızla anlaşılır olmuştur. YSK’nın seçim iptali kararının hemen ardından Hayır kampı kitlesinin, koca koca sosyalistlerin ve HDP tabanın önemli bir kısmının daha alternatif önerileri yazıp konuşmaya fırsat bulmadan, daha küfrünü bile etmeden  “herşeyçokgüzelolacak” sloganı ile yeni bir seçime hazırlanmaları,  ulusalcı Kemalist kampın yeni bir lider oluşturma operasyonuna bu kadar hevesli olmaları düzeniçileşmenin ve apolitize olmanın çıplak gözle görünür hali olmuştur.

AKP iktidarı için ise söyleyeceğimiz daha öncekiler ile aynıdır. AKP iktidarı için seçimler bütünüyle bir meşruiyet meselesi değil iktidarını sürdürmenin aracıdır. Ama seçimlerin bu araçsallığının tarzı, sandığın bağımsızlığı ve hukukiliği biçiminde olmadığı gibi sürekli AKP’yi seçtirecek mutlaklıkta da değildir. AKP’nin İstanbul seçimlerini iptal ettirmesi ve uzun zamandır kendi menfaatine kullandığı sandığı ve milli iradeyi bu ölçüde gayrı meşru ilan etmesi sandığa ihtiyacı kalmadığı anlamına gelmeyecektir. Bu onun çok sıkıştığı ve geri adım atmak bir yana dönüp gerisine dahi bakamayacağı anlamına gelmektedir.

İlgili yazımda “AKP İstanbul’u CHP’ye verdi” derken, bu ölçüde bir risk alamayacağını varsayılmıştı. Görünen o ki iktidar bu riski aldı ve İstanbul seçimleri artık AKP için bir tür sırat köprüsüdür. Seçimlerin sonucuna göre faşist iktidar ya bütünüyle kalıcılaşacak ve muhalefetin kitleleri yeni bir seçime taşıma şansı kalmayacaktır ya da AKP için sonun başlangıcı olacaktır. Ancak seçim sonuçlarının CHP lehine sonuçlanması ve AKP için sonun başlangıcı olması durumu, doğrudan seçim sonucuna bağlanabilecek bir şey değildir. Bu AKP’nin aldığı riskin bir sonucu olacaktır ki o risk olağan bir seçim takviminin işletilmesinden çok öte bir şeydir. Bu risk faşistleşmiş siyasal İslam’ın temelini dinamitleyecek ve ona ağır hasarlar verecek türden bir risktir. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve benzer isimlerin duruma itirazı demokrasi seviciliklerinden değil riski görüyor olmalarındandır.

23 Haziran seçimine aynı kamplarla artı İmamoğlu’nun mağduriyetiyle gideceğiz. HDP’nin tavrı da aynı olacak. Bağımsız sol adaylar İmamoğlu lehine çekildiklerini açıkladılar. DSP de CHP lehine çekileceğini bildirdi. İmamoğlu tam bir karıştır barıştır projesidir. Hem Türkeş’i hem de Denizleri anması tam da misyonunun gereğidir. Daha önce belirttiğim risk giderek daha gerçekçi hale gelmektedir. Kürdistan’daki HDP belediyeleri ile ilgili olup bitenleri kimse görmüyor ve Kürtler için kimse demokrasi istemiyor; ama diğer taraftan HDP’nin tabanı ve HDP’ye yüzü dönük kitlelerde CHP ve İmamoğlu seviciliği giderek artıyor.

Son söz olarak; devrimcilerin seçimleri ve egemen klikler arasındaki çatışmaları ele alış biçimi bellidir. Faşizme karşı mücadele yöntemleri bellidir.  İmamoğlu’nun ve CHP’nin sükûneti düzensevicilikten kaynaklanmaktadır. Bu tavır, devrimciliğin hiçbir tarafına sığmaz. Bir seçimle her şey güzel olmaz; bunu son bir ayda ziyadesiyle gördük. İmamoğlu’nun herşeygüzelolacak vaadine kanan yüzü sola dönük kitlelerin vebali boynumuzdadır. Bu saatten sonra devrimciler olarak İstanbul seçimleri ile ilgili bir boykot çağrısı yapmamamız burjuva kepazeliğe karşı mücadelemizi sekteye uğratamaz. Bu nedenle HDP’nin de kendi pozisyonunu acilen gözden geçirmesi elzemdir.