Vatansız dünyalılar: Romanlar (Çingeneler) – Şamil Kazbek | 1994

Afrikalı büyük devrimci Franz Fanon sömürge halklar için “Yeryüzünün Lanetlileri” deyimini kullanır. Bu deyim tüm ezilenler içerisinde herkesten çok Romanlar için geçerlidir. Romanlar tüm dünyada ezilenlerin en alt kesimini oluştururlar. Onlar, her yerde yabancıdır, istenmeyendir, sığıntıdır. Bu durum Batıda da Doğuda da böyledir. Gelişmiş ülkelerde, azgelişmiş ülkelerde, Müslüman veya Hristiyan toplumlarda velhasıl tüm dünyada onlara yer yoktur. Her yerde horlanır ve aşağılanırlar. Kapitalizmin tüm baskı ve ezgisinin bütün biçimlerini katmerli olarak üzerlerinde hissederler. Sınıfsal olarak emekçi ve yoksul oldukları için ezilir ve sömürülürler. Emekçi kesimlerin en alt kesimidirler. Daha katlı bir sömürü ve ezilmedir onlarınki. Etnik kimliklerinden kaynaklı Çingene olarak her yerde ezilir ve baskı görürler. Onlar diğer sömürülenler tarafından da aşağılanır ve hor görülürler. Onlar kelimenin tam anlamıyla “Yeryüzünün Lanetlileri”dirler.

Konumuzun esasını oluşturmamakla birlikte kimdir bu Romanlar? Nereden gelmişlerdir? Niçin sürekli gezerler vb. sorulara çok kabataslak olsa da bakmak gerekiyor.

Romanların kökeni ve tarihi ile ilgili çeşitli iddialar var. En çok kabul gören 2. yüzyılda Hindistan’ın Kuzeyinden başlayan göç dalgalarıyla önce Ortadoğu’ya ardından tüm Avrupa’ya yayılmışlardır. Bunun yanında Ortaçağ Avrupası’nda yaşanan acımasız din ve mezhep savaşları sonucunda yurtlarından koparılıp sürülenler veya katliamlardan arta kalan ve kendilerini göçer durumda bulan büyük toplulukların zaman içerisinde Romanlara katıldıkları bilinmektedir. Yine 13-14 ve 15. yüzyıllarda Kafkasya’dan, Mısır’dan ve Girit adasından kovulan ve çeşitli ülkelere dağılan gezginci toplulukların zaman içerisinde Romanlaştıkları sanılmaktadır. 

Bütün dünyada Romanlar Hint-Avrupa dil gurubuna ait olan Romanca’yı konuşurlar. Yazılı kaynakları olmayan bu dil çok inatçı bir biçimde bütün dünyadaki Romanlarca bugüne kadar korunabilmiştir. Romanlar ayrıca gezdikleri birkaç ülkenin dillerini de çeşitli düzeylerde konuşurlar. Örneğin tüm Balkanlardaki Romanların büyük çoğunluğu (Osmanlılığın bir devamı olsa gerek) Türkçe bilirler. Romanların müziği de yazılı kaynaklara dayanmamasına rağmen hemen tüm ülkelerde benzer temalara sahiptir. Yine ekonomik gelişim düzeyleri ve üretim biçimleri birbirine yakındır. Tüm ülkelerde Romanlar benzer meslekleri yapar ve ortak zanaatlara sahiptir. 

Romanlar, vatansız sınır tanımayan özgür dünyalılardır. Devletler, sınıflar, ulusal yükümlülükler onlar için bir anlam ifade etmez. Kondukları ve gezdikleri her doğa parçasını kutsal bilirler ve asla hor kullanmazlar. Geçtikleri yerlerdeki halklar tarafından her türlü haksızlığa maruz kalmalarına rağmen hiçbir halka karşı özel bir düşmanlık duymazlar. Her halkın kültüründen bir şeyleri alarak onları dünya üzerindeki farklı ülkelere olduğu gibi yaşadıkları ülkenin farklı yörelerine de taşırlar. Mevsimlere göre belirlenmiş geniş bir bölgede devlet sınırları tanımadan gezerler. Bu göç çizgisi boyunca yerleşik halkların taleplerine uygun olarak çok çeşitli el zanaatları ürünlerini satar ve çeşitli meslekleri yaparlar. Genellikle yok olmakta olan mesleklerin en son temsilcileridirler. Kalaycılık, bakır eşya, tamircilik, lehimcilik, sepetçilik, elekçilik vb. işleri yaparlar. Kadınlar falcılık, dilencilik yanında şarkı söyler ve dans ederler. 

Romanlar dünya üzerinde sınır tanımayan özgür topluluklar olduğu kadar, toplum olarak kendi içlerinde de oldukça özgür ilişkilere sahiptirler. Kadın erkek ilişkileri son derece gelişkin ve eşitlik üzerine oturmuştur. Hatta kabile veya aşirete dayalı ortak topluluğun en saygın ulu kişisi topluluğun en yaşlı kadınıdır. Hemen hemen toplulukla ilgili tüm önemli kararları almadan önce bu ulu kadına danışırlar ve onayını alırlar. Kadınların topluluk içerisindeki örgütlülükleri ve aile bütçelerine katkılarından dolayı oldukça güçlü bir otoriteleri vardır. 

Romanlarda aile kurumunun karşılığı olan bir kelime yoktur. Klasik çekirdek aile yapısına sahip olmalarına rağmen tüm topluluk bir aile gibidir. Ve topluluk içerisinde bu geniş aileler toplumun tek bir ailede görülen dayanışma ve paylaşım ilişkilerine sahiptir. Çeşitli dönemlerde Çingene krallardan bahsedilir. Ancak hiçbir dönem Çingenelerin ortak bir kralı olmamıştır. Her kabilenin kendi içerisinde seçtiği reisleri vardır. Reisler yaşlılardan oluşan bir danışma merkezi benzeri yaşlılar meclisiyle birlikte kararlar alırlar. Danışma meclisi etkili bir yürütme organı durumundadır. Oldukça gelişkin geleneklere dayanan bir hukuk sistemi ve çok etkili mahkemelere sahiptirler. Topluluk içerisindeki tüm anlaşmazlıklar ve sorunlar bu mahkemeler vasıtasıyla etkin bir biçimde karara bağlanır. Mahkemeler, tüm üyelere açık tartışmalı toplantılarda alırlar. Mahkemelerin kararları, gücünü topluluğun ortak iradesinden alan etkili bir uygulama mekanizmasına sahiptir. 

Dünyanın bu özgür insanları kendilerini “Rom” olarak adlandırır. Ancak hiçbir ülkede böyle çağrılmazlar. Her dilde bizdeki Çingene sözcüğüne denk düşen, içinde güçlü bir hor görmeyi taşıyan değişik isimlerle anılırlar. Birçok dilde Çingene sözünün karşılığı cellat anlamını taşır. Geçmişten beri yerleşik halklar tarafından, yanı başlarına konup göçen bu gezgin topluluklar tam anlamıyla “günah keçisi” muamelesi gördüler. Bu durum hemen hemen yeryüzünde gezmeye başladıklarından bu yana böyle süregelmiştir. Yerel halkların tümü için Çingeneler potansiyel suçlulardır. Hiçbir şekilde güvenilmez ve itimat edilmez kimselerdir. Yürekleri ve beyinleri dumura uğratan bir önyargıyla hor görülür ve suçlanırlar. Hırsız, pis, tehlikeli ve uğursuz olarak kabul edilirler. Bu durum her zaman Romanlara karşı toplu saldırılar için zemin hazırlamıştır. 

Özellikle gerici ve faşist ideolojilerin tümünde düşman görülenler, Çingene olmakla suçlanırlar. Çingene olmak baskı görmek ve yok edilmek için yeterli bir sebeptir. Irkçılığın ve faşizmin yükseldiği her ülkede Yahudilerle birlikte Çingeneler de katliama uğramıştır. Bütün dünya Yahudi katliamlarını bilir ama Çingene katliamından kimse söz etmez. Aynı vurdumduymazlık ve bilgisizlik ilerici kesimler için de geçerlidir. Faşizmin yükseldiği dönemde Yahudilerle birlikte 500 bin ila 1 milyon arasında Çingene Hitler tarafından yok edilmiştir. Ancak bu katliamdan hemen hiçbir kaynakta çok fazla söz edilmez. Katledilen Yahudiler için özür dilenmiş, tazminat ödenmiştir. Çingeneler için bunlar söz konusu dahi edilmez. 

Yerleşik halklarla Romanların ahlak ve adalet kavramları arasında büyük farklar vardır. Romanlar kendi içlerinde güçlü bir sosyal adalet anlayışına sahiptir. Kendi içlerindeki ilişkiler, dışa karşı geçerli değildir. Yerleşiklerin yasalarını da, geleneklerini de kabul etmezler. Yerleşiklerin gelenekleriyle de değerleriyle de alay ederler. Geleneksel ahlak değerlerine ve adalet anlayışına karşı saygısız tavırlarda bulunurlar. Bu durum sürekli aşağılanmalarına bir tepki olarak ortaya çıkar. Öte yandan birçok konuda özgür ve serbest Roman davranışları yerleşikler tarafından saygısızlık olarak algılanmaktadır. Bir yanı yoksulluk ve sefaletin sonucu olan yırtık ve kirli giyim kuşamı bir yanıyla da yerleşik topluluklara karşı bir tepkiyi içinde taşır. Yine düzensiz davranışlar, gürültülü ve küfürlü konuşmalar bu tür tepkisel davranışlardır. Yerleşik toplumlara benzememek, onlardan her konuda farklı olmak gibi kendi kimliklerinin ifadesi olan birçok sembol ve davranış biçimlerini hep korurlar. 

Romanların ahlakı ikili bir özellik gösterir. Kendi içlerinde yasak olan birçok şey dışa karşı meşrudur. Yerleşik topluluklar Romanlara karşı ikiyüzlü davrandığından ve onların hiçbir hakkını korumadığı için, Romanlarda yerleşiklere karşı biçimde karşılık verirler. Yerleşik topluluklara karşı çok güçlü bir iç örgütlülüğe sahiptirler. Yasadışı ketum bir iç dayanışma şeklinde dışa karşı her türlü kazanç yolunu meşru kabul ederler. Dıştan gelen her türlü saldırıya karşıda kendiliğinden gizli bir örgütlülük temelinde çok güçlü koruma yöntemleri geliştirirler. Her türlü yasadışı yollarla kazanç temin ederler. Bu durum yerleşik toplulukların onları içine ittikleri koşulların zorunlu sonucudur. 

Romanlar inatla kendi kimliklerini ve dışa karşı kapalı yapılarını korumaya çalışmalarına rağmen dış dünyadaki gelişmelerden çok yönlü etkilenmektedirler. Bunun en belirgin sonucu giderek gezginliğin yerini yarı yerleşik veya tümüyle yerleşik hayata bırakmasıdır. Tüm dünyada benzer bir süreç yaşanmakta ve gezginci Romanların sayısı hızla azalmaktadır. 

Yerleşik hayata geçen Romanların hem toplumsal hem ekonomik sorunları daha da ağırlaşmaktadır. Yerleşiklikle birlikte horlanma ve aşağılanma azalmaz, süreklileşir. Ekonomik sıkıntılar daha da artar ve yoksulluk derinleşir. Yerleşikliğe geçenler genellikle büyük şehirlerin kenarlarında, bataklıklarda, araba mezarlıklarında, çöplüklerin yakınlarında, kirli sanayi çevrelerinin yakılarında yerleşmek zorunda kalmışlardır. Buralar her türlü sağlık koşullarından yoksun, kanalizasyon su vb. hizmetlerinin yetersiz olduğu, çeşitli hastalıklara açık olan yerlerdir. 

Tam yerleşikliğe geçenler, büyük şehirlerin gettolarında toplanmışlardır. Bu bölgeler genellikle her türlü yasadışı işlerin merkezi durumundadır. Zaten şiddetli biçimde horlanan Romanlar aynı zamanda devlet ve kolluk kuvvetlerinin keyfi baskılarının hedefi durumundadır. Romanlar hiçbir zaman askerliğe ısınmamıştır. Askerlikle birlikte eğitim ve okulu da reddederler. Okula giden Roman çocukları okulda sürekli aşağılanma nedeniyle eğitimi yarıda bırakırlar. Eğitim düzeyi çok düşüktür. Roman çocuklarının okula gitmemesinin diğer bir nedeni de ebeveynlerinin çoğunluğunun işsizliğin pençesinde kıvranmasıdır. İşsizliğin en yaygın olduğu kesimlerin başında Romanlar gelmektedir. Çalışanlar ve iş bulabilenler de en pis ve kötü kimsenin yapmadığı işlerde çalışırlar. Fabrika işçiliği, hizmet işleri ve devlet dairelerinde zaten onlara iş verilmez. Onlar genellikle eğlence dünyasında müzik grupları oluşturur veya gittikçe azalan kendi el sanatı ürünlerini satarlar. Kadınlar bohçacılık, işporta ve çiçekçilik yapar. Toplu olarak çöplerden atık toplayıp satarlar. 

Cehalet, aşırı yoksulluk, pislik içindeki sağlıksız konutlar, işsizlik yanında sürekli devlet baskısı ve çevrenin sürekli horlaması yerleşikliğe geçen bu özgür toplulukları tam bir imhanın eşiğine getirmiştir.  Bu toplumsal ve sosyal koşulların sonucu Romanlarda sigara, alkol ve her türlü uyuşturucu bağımlılığı çok yaygındır. Modern kapitalizm bu özgür insanları fizik ve moral olarak maddi ve manevi anlamda her geçen gün çöküşe sürüklemektedir. İçinde yaşadıkları toplumdan tümüyle izole edilmiş, felaketin pençesinde kendi kaderine terk edilmiş bu topluluklara emekçi olmak, emeğini satacak bir iş bulmaları bile çok görülmektedir. Kapitalist sistem kendi ezilenlerini şovenizmle şartlandırarak sık sık bu yoksul insanlara karşı kışkırtır. Kışkırtılmış insanlar emekçi olmanın bile çok görüldüğü bu topluluklara sürekli baskı ve zorbalık uygularlar. Böylece kendi üzerlerindeki baskı ve sömürüyü katlanılabilecek bir mefhummuş gibi görebilecekleri bir algı geliştirirler. Romanlara bakıp kendi hallerine şükrederler. 

Türkiye Romanlarının Sorunları

Türkiye’de yaşayan Romanların sayısı bilinmemekle birlikte oldukça yoğun bir Roman nüfusu yaşamaktadır. Türkiye’deki Romanların küçük bir kısmı hala göçerliği sürdürmektedir. Ancak tüm dünyada olduğu gibi göçerler her geçen gün azalmaktadır. Göçerlikle yerleşiklik arasında kalan yarı göçebe bir kesimde mevcuttur. Yarı göçebe Romanlar yılın belli mevsimlerinde, belli yerlere gezginci olarak gider ve geleneksel mesleklerini icra ederler. Daha sonra tekrar belirli sabit ikametlerine dönerler. Yarı göçebelerin belirli sabit ikamet ettikleri yerler vardır ve asıl geçimliklerini yaşadıkları yerlerde kazanırlar, gezgincilik ek bir faaliyettir. Türkiye’de yaşayan Romanların ezici çoğunluğunu yerleşikler oluşturmaktadır. Bizde asıl olarak yerleşik Romanların sorunlarını inceleyeceğiz. 

Türkiye’deki Romanlar yukarıda bahsettiğimiz dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan Romanların yaşadığı sorunların katmerlisini yaşamaktadırlar. Dünyada Roman olmak zordur. Ancak Türkiye’de Roman olmak çok daha zordur. Türkiye emekçi yığınları ırkçı-şoven şartlanmalar sonucu yabancı, güçsüz, zayıf olan topluluklara karşı inanılmaz önyargılarla doludur. Resmi ideolojinin kirlettiği toplumsal bilinçte zayıf ve güçsüz olana, bizden olmayana bırakalım saygı göstermeyi, yaşam hakkının kabul görmesi bile zordur. Zaten emekçi yığınlarının kendisi de yoğun bir aşağılanmayı hep yaşamaktadır. Türkiye kadar emeğin ve emekçinin aşağılandığı, horlandığı çok az ülke vardır. Kendisi de sınıfsal konumundan dolayı horlanan kitleler, kışkırtılmış şovenizminde etkisiyle adeta kendi horlanma ve sefaletlerinin intikamını alırcasına ve daha zayıf ve daha güçsüz olan topluluklara karşı, özellikle de Çingenelere karşı kin ve düşmanlık gütmektedir. Nitekim bu düşmanlıklar sık sık saldırganlık biçiminde eyleme dönüşmüştür. 

Türkiye’de yaşayan Romanların içinde bulundukları koşulları daha iyi tanımak için, Türkiye toplumunun yabancı ve zayıf topluluklara karşı düşünce ve davranış biçimlerini kavramak gerekir. Çok bilinen bir örnek vardır. Patron müdürünü azarlar, o hızla ustabaşını haşlar, ustabaşı işçiye hakaret eder, hakarete uğrayan işçi hırsını kimseden alamazsa akşam evde karısını döver. Bunun gibi Türkiye toplumunun değişik kesimleri hiyerarşik olarak kendisinden zayıf ve güçsüz kesimleri sürekli aşağılar, hor bakar. Horlananların tümü hıncını alacak başka kimseyi bulamazsa topluca hıncını Çingenelerden alır. Kelimenin gerçek anlamıyla Çingeneler kitlesel ırkçı saldırılara hedef olurlar. 

Anadolu’nun birçok şehir ve kasabasında Roman mahalleleri vardır. Bunların büyük çoğunluğu şehir ve kasabaların hemen yanıbaşında yer alırlar. Bu durum şehirdeki yerleşiklerin, Romanları ilk yerleşim döneminde kendi yerleşim alanlarına kabul etmemesinden kaynaklı ortaya çıkmıştır. Özellikle büyük şehirlerde hızlı büyüme ile birlikte bu çeper Roman mahalleleri şehrin merkez bölgeleri haline gelmiş ve büyük bir değer kazanmıştır. Etrafları büyük iş merkezleri ve apartmanlarla çevrili bu derme çatma kulübeler şehrin bir nevi mafyası durumundaki çoğu iktidar partisinin yerel yöneticisi, emlakçı, müteahhit, komisyoncu çetelerin iştahını kabartır derecede rant vaat etmektedir. Bir çok şehirde devlet desteği yetmezse çevre halkı kışkırtılarak bu yoksul insanlar yerinden yurdundan kovulmuş ve buralara zorbaca el konulmuştur. 

Benzeri bir saldırı yakın tarihte Adana’da yaşanmıştır. Adana’da Conolar olarak bilinen Roman topluluğu akıl almaz kanunsuzluklarla, tam bir devlet terörüyle bulundukları bölgeden atılmıştır. Tümüyle yerel sermayedarların ve polisin planlı saldırılarıyla karşılaşan Conolar yerlerini korumak için şiddetli direniş gösterdiler. Polisin sürekli ve sistemli baskıları, işkence ve toplu tehditleri, kadınlara sarkıntılık yapması, topyekün taciz sonucu isyan eden Conolar birkaç polisi öldürdüler. Aynı çatışmalarda Conoların ileri gelenleri de öldürüldü. Devlet baskısı daha da artmasına rağmen Conolar direnişlerini sürdürerek yerlerini terk etmediler. Çaresiz kalan devlet ve mafya çeteleri, çevredeki halkı örgütleyerek ve kışkırtarak bu yoksul ve direngen insanların üzerine saldırttı. Kışkırtılmış kalabalıklar kitlesel olarak Conoları tam bir kuşatma altına aldı. Burjuva Medya tarafından olaylar kamuoyuna “ahlaksız, hırsız, cani, konumsuz Çingenelere” karşı öfkeli halkın tepkisi olarak yansıtıldı. 

Adana’daki olaylar aylarca devam etti. Açık devlet terörü ve kışkırtılmış çevre halkının desteğiyle bu insanlar yerlerinden kovuldular. Böylesi iğrenç bir haksızlık karşısında kimse kılını bile kıpırdatmadı. Conolar tümüyle yalnız kaldılar. Hiçbir kişi, kurum, örgüt onları desteklemedi. Haksız ve pis bir saldırıya uğradıkları, evlerinden kovuldukları halde tutuklanan ve yargılananlar da onlar oldular. Koskoca Türkiye’de insan hakları kuruluşları da dahil olmak üzere kimse onlara sahip çıkmadı. Bütün bu baskılara karşı bir anne ve genç kızı tüm toplumun suratına haykırırcasına öfke ve nefret kusan bir protestoda bulundu. Kalabalık bir caddede çırılçıplak soyunan bir Roman kızı gögüslerini jiletle kesti. Bu protesto çok şeyi anlatıyor. Bu insanların nasıl kuşatıldıklarını, nasıl boğulma durumuna geldiğini, nasıl bir çaresizliğin böyle bir eylem yapmak zorunda insanları bırakabileceğini anlatıyor. Roman genç kızı soyunup kendisini jiletle keserek, bu toplumun ahlak ve namusunun ikiyüzlülüğünü bütün çıplaklığıyla ortaya sermiştir. 

Türkiye Romanları, her türlü aşağılanmaya, devlet terörüne, kitlesel ırkçı saldırılara rağmen güçlü yaşama azmini, yaşama tutkulu bağlılıklarını, asırlardan beri getirdikleri neşeli mizaçlarını inatla koruyorlar. Bin yıllardan bugüne taşıdıkları eğlence ve müzik kültürleri, şarkıları ve danslarıyla üzerlerindeki baskılarla adeta alay ediyorlar. Ancak kapitalizmin acımasız çarkları onların manevi ve kültürel dünyasını her geçen gün kemirmektedir. Romanlar bugün büyük oranda işsizlik ve yoksulluk içindeki geniş emekçi halkımızın bir parçası haline gelmiştir. Sorunları da temel olarak işçi sınıfının ve yoksulların sorunlarıyla iç içe geçmiştir. İşçi sınıfının başını çektiği topyekun devrimci kurtuluş mücadelesi Roman halkının da tek kurtuluş yoludur. 

Aynı zamanda Romanların ırkçı baskılar ve ikinci sınıf insan muamelesi görmelerinden dolayı güçlü kimlik ve kültür sorunları vardır. Sınıfsal olarak emekçi sınıfların kurtuluşuyla bütünleşseler de ayrı kimlik ve kültür kavgalarını inatçı bir biçimde devam ettirmektedirler. En çok entegre oldukları bölgelerde bile her şeyiyle Romandırlar. Her türlü tükenişe, sefalete rağmen farklılıklarını korumaya devam ediyorlar. Romanların ekonomik ve sınıfsal sorunlarının yanında göz ardı edilemeyecek önemde kimlik ve kültürel sorunları vardır.

Türkiye devrimi tükenişin eşiğine getirilen bu özgürlük tutkunu topluluğa karşı görevlerini yerine getirmemiştir. Romanlara yönelik baskı ve aşağılamalara karşı mücadele etmek bir yana toplumla benzer önyargıları sol bile bilincinin bir tarafında taşımaktadır. Nitekim bunun somut örnekleri vardır. Geçtiğimiz yıllarda İHD İstanbul’da bir gece düzenlemişti. Bu gecede bir duyarlılık örneği olarak, Türk-Kürt, Arap, Çerkez, Azeri, Yahudi, Ermeni müzik gruplarının yanında birde Çingene müzik grubunu davet eder. Her ulusun müzik topluluğu sahneye çıktığında büyük alkış alır. Çingene müzik topluluğu sahneye çıktığında ise inanılmaz bir şey olur ve yuhlanırlar. Bu protestoda yapılan müziğe “yoz müzik” benzeri ilkel bir eleştirel bir yaklaşımın etkisi olsa bile asıl bilinçaltında yerleşmiş Çingenelere karşı küçümseyici şoven tortulardır. Hemen bütün dünyada Romanlar demokrat ve ilerici eğilimlerin doğal müttefikidir. Demokrasi ve özgürlük ona en çok ihtiyaç duyan ezilen ve horlanan kesimlerin talebidir. Doğru tarif edilen somut ve birleştirici bir demokrasi mücadelesi Romanlar tarafından büyük destek görecektir. Dünyanın her yerinde en çok ezilen ikinci sınıf olarak görülen topluluklar devrim mücadelesine kazanıldıklarında bu mücadeleye bir daha terk etmemek üzere büyük bir inançla sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Ezilen Romanlar da Türkiye devriminin en sadık müttefikleridir. 

Kaynak: Hedef Dergisi, Sayı: 37, 1994