“Bana Türkiye’de sultan Maduro diyorlar. (Nusret’i taklit ederek) Yeni bir tuzlama tekniği de öğrendim. İstanbul’da Osmanlı dönemine ait eserlerin sergilendiği bir müzeyi gezdim, orada sultan tahtına bile oturdum.” – Nicolas Maduro
Önce Bolivar’ın bağımsızlıkçı ülkesi, sonra Chavez’in devrimci ülkesi, şimdi de Maduro’nun ne olduğu ve nereye koştuğu belli olmayan kaotik ülkesi… Venezuela’daki ekonomik ve politik kaos çok ileri boyutlara ulaşmış durumda. Venezuela’nın sosyalist devrimi kısa bir süre önce dünyadaki sosyalistlere umut vaat ediyorken; şimdi besin ve ilaç kıtlığı, elektrik kesintileri, ciddi bir siyasal çalkantı, dünyanın en yüksek enflasyon oranı, yaygın şiddet olayları, kişisel diktatöryal hevesler ve topyekûn bir çöküntüyle karşı karşıya.
Uluslararası sağ, Venezuela’daki ekonomik ve sosyal krizi kapitalizme alternatif herhangi bir sistem olamayacağının ispatı olarak gösteriyorken; solda ise Venezuela’daki değişimin sosyalist bir dönüşüm olup olmadığı tartışmaları yapılıyor. Yaşananlar, bazılarına göre zaten hiç sosyalist bir dönüşüm programını içermeyen ulusalcı ve popülist bir devlet kapitalizmi denemesi; bazılarına göre ise başarısız olmuş/olacak bir sosyalist dönüşüm girişimi.
İşin muhtevasına çok girmeden, kendi adıma kısaca bunun bir sosyalist dönüşüm programı olduğunu ve bir dizi sebeple de başarısızlığa uğradığını söyleyebilirim. Bundan birkaç yıl önce Venezuela ilgili bir inceleme yazısında düşünceleri alınan bir devlet görevlisinin “Devrim bir eşiğe geldi dayandı. Ya buradan daha ileriye sıçratacağız ya da daha fazlasını yapamazsak devrim yenilir. Bu noktada tutmamız mümkün değil” biçimindeki demeci hafızamda tazeliğini koruyor.
Ben de mevcut durumu bu eşiği aşamamak/aşmamak olarak değerlendiriyorum. Nitekim bu eşiğe kadar bilmemezlikler, acemilikler ve melez ekonomi politik eğilimlerle gelindi; ancak eşiği aşmanın gereği daha çok bilmek, daha kontrollü ve planlı davranmak, tartışılmaz bir biçimde sosyopolitik ve ekonomik bir sosyalist dönüşüme girişmekti. Bolivarcı devrim bu eşiği aşacak iradeyi oluşturmadı/oluşturamadı.
Ulaşabildiğim objektif kaynaklardan çıkardığım sonuç şu ki; Chavist hareket yüzü sosyalizme dönük iyi niyetli bir başlangıçken, sosyalizmi kuramamanın kötü niyetli bir sonucu durumuna dönüştü. (Bu kuramama durumunun devrim–dönüşüm tartışmalarına burada girmiyorum.)
Elbette niyet yetmeyecekti ve yetmedi. Meydana gelen bürokrasiyle ve ABD emperyalizmiyle hesaplaşmanın, emperyalist mali kuşatmayı yarmanın en etkili yolu olarak ekonomiyi çeşitlendirmek yerine büyük işletmelerin kontrolsüz ve plansız kamulaştırılması tercih edildi. Bu tercih devrimci bir yöntemle değil de yüksek mali bedellerle mümkün oldu. Üretim ekonomisini planlamak yerine petrol gelirlerinin taraftar kazanmak adına popülist politikalara harcaması, toplumsal bağlamda ve fikri düzeyde bir sosyalist dönüşümün sağlayamamasına neden oldu. Venezuela devrimi aşağıdan sınıfsal karakterli bir örgütlülük kuramaması nedeniyle hızla başarısızlığa sürüklendi.
Bu başarısızlık ve geriye düşüş, beraberinde içinden çıkılamaz bir ekonomipolitik kriz doğurdu. Bu ekonomipolitik kriz derinleştikçe de Chavist hareket gericileşmeye başladı. Bu gericileşme son dönemde kaba ve amaçsız -aslında tek amacı iktidarda kalmak olan- bir iktidarı ve bunu şahsında var eden bir figürü yani Maduro’yu doğurdu.
Maduro’nun Erdoğanlaşması
5 Mart 2013 tarihinde hayatını kaybeden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in yerine 14 Nisan’da yapılan seçimleri kazanarak devlet başkanı seçilen Nicolas Maduro, Türkiye’de NUSR-ET restoranına gidişini eleştiren sağ muhalefete cevap verirken yazının başındaki ifadeleri kullandı. O bu ifadeleri kullanırken biz Erdoğan’a ne kadar da çok benzediğini bir defa daha gördük. Erdoğan’ı sevmesinin, Erdoğan’ın yemin törenine Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir’in ve Katar emirinin yanında üçüncü ağır misafir olarak katılmasının taktik bir hamle olmadığını, Diriliş Ertuğrul dizisinin hayranı olmasının sıradan bir tesadüf olmadığını anladık. Anladık ki hoca hocayı tekkede buluyormuş ve strateji-taktik hak getireymiş. Bunun sebebi nasyonal sosyalist diktatöryel heveslerin ta kendiymiş. Nihayet Maduro yoksul Venezuela halkının şahsında bütün Latin Amerika halklarının güzel bir gelecek umudunu katletmeye girişmiş bir sultanlık sevdalısıymış!
Elbette mevcut durum Maduro ve Venezuela açışından tıpkı Erdoğan açısından olduğu gibi çok da sürdürülebilir değil. IMF ülkede enflasyonun bu yılsonunda yüzde bir milyonu göreceğini tahmin ediyor. Ülke nüfusu hızla mülteci oluyor. Nüfusu 38 milyon olan ülkede 2014’ten bugüne kadar 2,5 milyonu aşkın Venezuelalı topraklarını terk etti ve yoksullar giderek iktidara düşman hale geliyor. İktidar da her geçen gün krizden kurtuluş reçeteleri ile yoksullara daha fazla yükleniyor. Örneğin son yapılan düzenlemelerde gelir durumuna bakılmaksızın herkesten eşit oranda ve doğrudan alınan vergi türlerinden biri olan KDV’nin oranı %12’den %16’ya çıkartıldı. Yüksek yetkilerle donatılmış Maduro ve onun bürokrasisi her geçen gün yoksul kitlelerden daha fazla kopuyor ve günü kurtarmanın derdiyle hemhal oluyor. Kitle bağı zayıflayan Chavist hareket, kapıdaki ABD destekli iç savaşı-darbeyi savuşturacak beceriden gittikçe uzaklaşıyor.
Bu tablo üzerinden nasıl ki sermaye cephesi Venezuela’daki ekonomik ve sosyal krizi kapitalizme herhangi bir ekonomik alternatif olamayacağının ispatı olarak gösteriyorsa; Maduro’nun ve şürekâsının diktatöryel tutumunu da sosyalizmin somut ifadesi olarak propaganda ediyor. Oysa yukarıda da belirttiğim gibi, Maduro’nun diktatöryel hevesleri ve sultanlık rüyaları olsa olsa nasyonal sosyalist diktatörlüğe ait olabilir. Aslında dolayımsız bir şekilde egemenlerin fikir ve davranış dünyasına içkindir.
Girişilecek esaslı bir sosyalist dönüşümün gereği olarak proletaryanın ve onun siyasal temsiliyetinin kendi sınıf düşmanı olan burjuvaziye karşı radikal tedbirler alması, zor aygıtını kullanması ve giriştiği dönüşüm programının tarihsel ve sınıfsal gereği olarak üretim ve tüketim ilişkilerini sınıfsızlaştırması son derece meşrudur. Buna rağmen dönüşümün sınıfsal bir temelde yürütülmemesi ve melez ekonomi-politik pozisyon alınması, uygulayıcıları ister istemez başarısızlığa ve devamında da gericileşerek sınıf düşmanı bir zemine doğru itecektir.
Devrimci sosyalist iktidar ve onun zor aygıtları kişiye ya da zümreye ait değil; bir sınıf olarak proletaryaya aittir. Keza sosyalist ekonominin esası üretim araçlarının bir sınıf olarak bütünüyle burjuvazinin elinden alınması ve toplumun hizmetine sunulmasıdır. Üretim araçlarına kısmen el koyulması, yoksullara ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetlerinin verilmesi, bir takım sosyal yardım fonlarının oluşturulması sosyalist ekonomiye ait işlerdir; fakat tek başına sosyalizm demek değildir. Sosyalizm her şeyden önce planlamadır; popülizm değildir. Bu bağlamda ne Venezuela’da bürokratik ve ulusal alaşımlı devlet kapitalizminin sosyalizm hanesine yazılması ne de Maduro’nun sultancılık oyunlarının proletarya diktatörlüğü hanesine yazılması iyi niyetliliktir.
Sosyalistlerin temenniler üzerinden ve Chavizmin dünü hatırına bugünün Venezuela’sını ve Maduro’yu savunmaya girişmesi sosyalizm mücadelesinin meşruiyetine zarar vereceği ve egemenlerin kara propagandasına çanak tutacağı muhakkaktır.
Venezuela’da yaşananlar, ‘başarısız bir deneme’ olarak ders notlarımız arasında olacaktır.
Not: Efsanevi devrimci lider Fidel Castro Habitat toplantıları için 1995 yılında Türkiye’ye geldiğinde içimizi ısıtmıştı. Bugün Fidel Castro’nun da hayat bulması için çok emek harcadığı Venezuela Devriminin yenik ve komik figürü Maduro’nun ülkemizde bulunma amacı ve NUSR-ET macerası içimizi soğuttu. Sınıf mücadelesi tam da böyle bir şey: Fidelleri de var Maduroları da!