Violeta Parra’dan Ruhi Su’ya halk ezgilerinden devrimci bir müzik arayışı – Zeynep Deniz

İlk insanla ortaya çıkar ses. Sesler, söz olur; şiir olur sonra. Şiirler ezgilenerek insanların  yazıdan önceki duygularını anlatmasını sağlar çağlar boyunca. Yazı girer insanlığın hayatına  fakat; şiir ve ezgi hiç eksilmez insandan. Dünyanın her yerinde sözlerin şiir olup ezgilenmesi  aynı serüveni yaşar. Ve hiç kesintiye uğramadan gelir günümüze. İnsanın sözü, şiir olup ezgiyle  halkın şarkısı, bizdeki adıyla halkın türküsü olur.  

Her türkünün bir vakti vardır. Bekler, demlenir, mayalanır… Duygular ne zaman coşar, ne  zaman yollara vurur kendini, ne zaman çeker en diplere insanı, işte o zaman çıkıverir ezgisiyle  birdenbire! Öyle içten, öyle yürekten dökülüverir vakti gelince. Acılar, ölümler, savaşlar ağıt  olur; sevinçler, güzellikler şarkı olur, türkü olur damlar yüreğinden söyleyenin. Gerçektir  türküler bu anlamıyla, yaşamın kendisi gibi, insanın kendisi gibi, halkların kendisi gibi.  Halkların özüdür, sözüdür, sesidir, soluğudur türküler. Ağlayışı, gülüşü, şenliği, cümbüşüdür.  

Toprağın kokusu, yağmurun çise çise bazen de bardaktan boşanırcasına yağışıdır türküler.  Ayazdır, kıştır, borandır, tufandır, zemheridir türküler. Bahardır, cemredir, yeşeren daldır,  yapraktır, güldür, tomurcuktur türküler. Ilgıt ılgıt esen seher yeli, burcu burcu yarin kokusudur.  Sevdanın en karası, menekşenin en moru, kırmızı gülün alıdır türküler. Karanlık gecelerde ay  ışığı, tan ağaranda sevda çekenlerin yürek atışıdır, gönül yarasıdır, yürek sızısıdır türküler.  Ateşten gömlek giyenlerin yüreğindeki yangındır hiç küllenmeyen. 

Baş kaldırmaktır türküler; ezilmişliğe, hor görülmeye, yok sayılmaya. İsyandır türküler;  kula kulluk etmeye, yarin yanağından gayrı ne varsa hakça bölüşülmeyene. Eşkıyadır türküler,  dağları mesken tutanların yareni, yoldaşıdır. Kaçaktır, firaridir türküler. Uğruna mahpus yatılan  sevdalının hayali, gül cemalidir türküler. Özlemdir, hasrettir, gurbettir, gidilemeyen sıladır  türküler. Yar göğsüne baş ko’madan düşenlerin son sözü, yadigarıdır. Zindanlar, darağaçları,  mahpus damlarıdır. Görüş günü, posta günüdür, avluda volta, bir çift güvercin, kızıl güldür  sıkılmış yumruklarda. Nerden inceldiyse ordan kopsundaki hınçtır, öfkedir. Direnmektir,  boyun eğmemektir türküler, diz çökmemektir zulme ve zalimlere… 

Yaşamı bütün boyutlarıyla içeren türküleri sahiplenmek – tıpkı bizlerden öncekilerin  yaptığı gibi – gelecek kuşaklara kalmasını sağlamak, günümüzde özel bir çabayı  gerektirmektedir. Koşulların daha doğrusu kır-köy yaşamının bozulması, büyük değişikliğe  uğraması türkülerin özellikle kentli insanlarla bağını kopartmıştır. Kentleşmeyle birlikte  insanların köylerden kentlere yoğun göçü, teknolojinin ve iletişim araçlarının çoğalması ve  hızlı bir etkileşim ağı oluşturması, tabii ki küresel kültürün yaşamın her alanını etkilemesi, toplumların kültürel kodlarını dumura uğratmıştır. Bu kaçınılmaz hatta dayatılan kültür  emperyalizmi, bütün toplumsal ve kültürel dinamikleri altüst ederken -ki bu, kır ve köy  gerçeği gibi köy insanını da değiştirmiştir- bundan en hızlı etkilenen de halkların dilleri  olmuştur. Halkların dilleri gibi şarkıları, türküleri ve bütün söz varlığı ciddi bir yozlaşmayla  hatta yok olmayla karşı karşıya bırakılmıştır. 

Farklı coğrafyalarda yaşamış olsalar da halkın yaşam ve duygu dağarcığından süzülerek  gelen türkülerin zenginliğini, güzelliğini, yaşama içkinliğini fark edip halk kültürünü,  folklorunu, müziğini yaşamlarının merkezine alan, yeni bir müzik kültürünün ve tarzının iki  öncü kişiliğinden söz edeceğiz. Farklı kültürlerin içine doğmuş olmalarına rağmen halk  kültüründen beslenen, buradan halk ezgilerindeki isyankar damarı yakalayarak yeni bir müzik  tarzını kitlelere ulaştırmış, mücadeleci kişilikleri gibi birçok paydada buluşabilecek iki halk  sanatçısı, iki türkü ustası, iki türkü dostu: Violeta Parra ve Ruhi Su  

Violeta Parra, asıl adı Violeta Del Carmen Parra Sandovol’dur. 1917’de Şili’nin güneyinde  Las Carlos kentine uzak bir dağ köyü olan Nuble’de doğmuştur. Kent merkezine uzak olan bu  dağ köyünde kardeşleriyle birlikte belki de en büyük şansı müzikle uğraşan bir ailesinin  olmasıdır. Birçok anne-baba gibi Violeta’nın ailesi de çocuklarının okuyup köyden gitmelerini,  büyük şehirlerde iyi bir iş ve yaşam kurmalarını ister. Bu yüzden çocuklarını müzikten uzak  tutmaya çalışırlar. Çünkü yaşadıkları bölgede müzikle uğraşmak, okuyup eğitim alarak  yapılacak iş ve mesleğin dışında en yaygın işlerden biridir. Çünkü müzik oradaki yaşamın ve  kültürün önemli bir parçasıdır. Bu yüzden çocukların müzik aleti çalmaya ilgileri çok küçük  yaşlarda başlar ve genellikle de bir müzik aleti çalmayı öğrenirler. Sirklerde, küçük müzikli  mekanlarda veya kırsal bölgelerdeki etkinliklerde çalmaya başlayan çocuklar, artık mesleğini  de seçmiş olur ve okula gitmek istemezler. Üstelik de çoğu zaman karın tokluğuna yapılır bu  işler. Yaşadıkları köyde müzik öğretmenliği yapan babası, Violeta’nın müziğe ilgisini ve  yeteneğini fark etmektedir. Özellikle Violeta’dan gitarını saklamakta fakat; her fırsatta Violeta,  saklanılan gitarı bulup çalmak için uğraşırken yakalanmaktadır babasına. Hiçbir ders  almamasına rağmen Violeta, gitarı kendi kendine çalmayı öğrenir ve ilk bestesini de çok erken  yaşlarda kardeşi Nicanor’un (Daha sonra Şili’nin en önemli şairlerinden biri olacaktır Nicanor  Parra) bir şiirine yapar. On iki yaşındayken babasını kaybeden Violeta, ellerinde bulunan  paranın Nicanor’un üniversite masrafına gitmesi üzerine kız kardeşleriyle sirklerde babasının  gitarıyla şarkılar söylemeye başlar. Köylere gider, köylerdeki sirklerde ve etkinliklerde çalar. O  günkü köylerde daha çok kent merkezine uzaklıktan kaynaklı yerli halkın sözlü geleneği çok  canlıdır. Okuryazarlığın da düşük olduğu bu dağ köylerinde özellikle kadınlarla bir gönül bağı  da kurar. Kadınların söylediği şarkılara gitarıyla eşlik ederken şarkıların sözlerinden ve  ezgilerinden çok etkilenir, kadınlarla sıcak dostluklar kurar. Kadınların söylediği şarkılara  hayranlık duymaya başlamıştır. On sekiz yaşına geldiğinde Santiago’ya gider. Öğretmen  okulunda eğitim görmeye başlar. Bu dönem Violeta’nın hayatında yeni bir bilincin  oluşmasına, zihinsel olarak birçok durumu sorgulamasına neden olur. Kırdan kente göçün  hızlandığı bir dönemdir. Kentlerin varoşlarında tutunmaya çalışan, gecekondularda yoksul bir  yaşam süren yerli halkın Santiago’daki dışlanmışlığını fark etmesiyle sınıf farkının ne olduğunu anlamaya başlar. Kentli orta sınıf ile kırsaldan gelip kentin çeperlerinde tutunmaya çalışan  yerli halk arasındaki uçuruma tanıklık eder. Dağ köylerinden Santiago’ya çalışmak için gelen  insanların işçileştiği, yeni bir sınıfın ortaya çıkışına tanıklıktır bu. Bu yıllar, aynı zamanda yeni  siyasi oluşumların ve sosyalist, komünist, anarşist grupların ortaya çıktığı yıllardır. Ama asıl  yaşanan çelişkilere adını koyması, adlandırması, siyasi bilincinin oluşması, yaşadığı  coğrafyanın içinde barındırdığı çelişkilerin ortaya çıkışıyla olacaktır. Santiago’da yaşamak  zordur. Para kazanmak için çalıp söylemek gerekiyordur. Okulu bırakıp kardeşi Hilda ile  müziğe tekrar döner. Tam da Santiago’da bulunduğu süreçte radyolar aracılığıyla yeni türedi  bir piyasa müziği bütün ülkede yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle endüstrileşmeye başlayan  Şili geleneksel halk müziğinin müzik tekelleri eliyle yozlaştırılarak kitleleri nasıl ele geçirdiğini,  kendi köyünü de içine alan bölgede yaşayan yerli halkların çalıp söylediği Cueva’nın (danslı  müzik) nasıl ticarileştiğine, özünden kopartıldığına tanık olur. Yaşadığı bu hayal kırıklığı, onu  ilerleyen dönemlerde folklor araştırmacılığına ve derleme çalışmalarına yönelten en önemli  motivasyon olacaktır. 

Ruhi Su, 1912’de Van’da doğar. Violeta Parra ile yaşıt sayılır. 1915 Ermeni Katliamı’nda  kaybeder anne ve babasını. Adana’da bir aileye evlatlık verilir. Tabii anne ve babasının  ölümüne neden olan 1915 Katliamı’nı da oraya giden yolun taşlarının 1909’da Adana’da  döşendiğini de çok sonra öğrenecektir. (1909 Nisanında İttihatçıların da işin içinde olduğu o  ünlü Cemal Paşa Adana valisidir o günlerde. Otuz binden fazla Ermeni, yerinden yurdundan  edilmiş, evlerine, tarlalarına, narenciye bahçelerine, değirmenlerine el konulmuş, Beş Ocak  Meydanı’nda kurulan darağaçlarında birçok Ermeni idam edilmiş, kadınları ve çocukların bir  kısmı Çukurova’nın köylerine dağıtılmış, çoğu da Suriye’ye sürülmüştür.) Yıllar sonra “Birinci  Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardık.” diye anlatacaktır o yılları. Evlatlıktan çok bir  ‘’tutma’’dır, ayak işleri yaptırılan, her işe koşturulan. Kötü, zor zamanlardır. Fransızlar Adana’yı  işgal etmiş, kaç-göç yıllarıdır. İnsanlar Toroslar’a kaçar sığınmak için. Fransızların Adana’dan  ayrılması ile köylerine, evlerine dönenleri açlık, yokluk ve sefalet bekler. Evlatlık verildiği evde  ‘yenge’ dediği kadının sözlü en çok da fiziksel şiddetine maruz kalır. Konu komşunun  yardımıyla elinden alınır yengenin Mehmet. Artık adı budur: Mehmet!* Anılarından söz  ederken komşuları olan bir kadının kendisine yardım ettiğini, Adana Öksüzler Yurdu’na o  günkü adıyla Darül Eytam’a birkaç hatırlı insanın araya girmesiyle verildiğini söyler. Üstü başı  kir pas içindeki Mehmet, yıkanıp giydirilip bahçede oynayan çocukların yanına gönderilir. Yine  o günleri “Yeni elbiselerimle beni okulun bahçesine salıverdiler. Oyun denilen şeyin var  olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.” sözleriyle ifade eder Ruhi  Su.(Adana’dan Ankara’ya arkadaşlarıyla müzik eğitimi için gittiklerinde, adlarını değiştirip  kendilerince şehirli adlar bulurlar. Mehmet; kendine Ruhi adını, Su’yu da soyadı olarak  seçiyor.) Kısa bir süre İstanbul Askeri Lise’de öğrenim gören Su, Adana Lisesi ve Adana  Öğretmen Okulu’nda öğrenim görür. Sonrasında Ankara’da bulunan Müzik Öğretmen Okulu  (Musiki Muallim Mektebi) sınavlarına girer ve başarılı bir öğrenci olarak öğrenimine burada  devam eder. 1936’da Müzik Öğretmen Okulu’nu, hemen arkasından da 1942 yılında Devlet  Konservatuvarı Şan Bölümü’nü de bitirir. Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu’nda ve Hasanoğlan  Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yapar. Aynı dönemde, Devlet Operası’nda opera sanatçısı olarak çalışmaya da başlar. Satılmış Nişanlı, Madam Butterfly, Tosca Rigoletto, Figaro’nun  Düğünü, Maskeli Balo, Fidelio gibi operalarda oynar. En son ise Konsolos operasında rol alır.  Tanınan bir “Bas Bariton”dur artık. Radyo programları, opera gösterileri tanınır bir kişi  yapmıştır onu. Fakat yaşanan süreç itibarıyla sol /sosyalist kimliği baskılara maruz kalmasına;  işinden, Devlet Operası sanatçılığından uzaklaştırılmasına neden olur. Türkülere olan ilgisi bu  süreçte artar. Türküler üzerinde çalışmaları yoğunlaşır ve derleme çalışmaları yapmaya başlar. 

RADYO/TELEVİZYON PROGRAMLARI VE KONSERLER 

Violeta Parra, 1945 yılında radyo programları yapmaya başlar. Bu programlar, hem  kendisinin hem Şili’nin kendi sözlü geleneğindeki zenginliğin hem de üzerinde çalıştığı yeni  müzik tarzının tanınırlığını önemli ölçüde arttırır. Özellikle Şili’nin dışlanan bölgelerindeki  müzikal geleneği görünür kılmada önemli bir katkı sağlar. Bu bölgelerin Şili ile bağlarını  güçlendiren bir misyonu da yerine getirmiş olur. 1954’te Radyo Chilena için yaptığı “Sing  Violeta Parra” adlı programla, profesyonel derleme/araştırma çalışmalarının en verimli  dönemine denk gelmiştir. Son derece başarılı ve ciddi dinleyici kitlesine ulaşan bu  programları, genellikle Şili halk müziklerinin yapıldığı mekanlarda kaydetmiştir. Violeta,  derlediği halk ezgilerinin yanında sözleri kendine ait parçalar da seslendiriyor, o dönem  radyolarda popüler olan, tamamen tüketim ürünlerine dönüştürülen parçalara kendi sesi ve  sözü ile meydan okumaya çalışıyordu. Toplumsal eşitsizliğe, işçi sınıfının ve köylülerin  yaşamlarına değen/dokunan, özellikle başta Şili olmak üzere bölge devletlerin yerli halklara  uyguladığı baskıları dile getirmeye çalışıyordu. Şili halk müziğini kitlelere ulaştırmadaki  başarısından dolayı 1955’te “Yılın En İyi Folkloristi Ödülü” verilir. Birkaç yerel radyoda daha  farklı folklar araştırmalarına dair programlar yapan Violeta, BBC’de radyo yayınları yapmak  için Londra’ya da gider. ABD etno-müzikologu Alan Lomax tarafından yönetilen bir serinin  bazı bölümlerine BBC arşivleri için kayıt yapar. 1950’li yıllarda politik kimliği ile öne çıkmaya  başlayan Violeta, Varşova Gençlik Şenliği’ne davet edilir. Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa ülkelerini gezer. 1961 yılında Finlandiya’da düzenlenen Dünya Gençlik Festivali’ne  davet edilir, ve daha sonra bazı projelerini gerçekleştirmek üzere Fransa’ya yerleşme kararı  alır. Paris’te kaldığı üç yıl boyunca radyo ve televizyon programları yapar. Birleşmiş Milletler  Tiyatrosu’nda UNESCO için şiir dinletileri yapar. Cenevre’de bir dizi konser verir. Bolivya’da ve  Şili’nin birçok şehrinde halk konserleri verir. Müziğin dışında resim, heykel, Şili’ye özgü  Arpirella denilen halı işlemeciliğiyle de ilgilenip duvar halıları yapan Violeta, Paris’te Louvre  Müzesi’nde sergi açan ilk Latin Amerikalı sanatçıdır aynı zamanda. 1964’te Şili’ye  döndüğünde Şili Halk Sanatları Ulusal Müzesi’nin kuruluşuna da öncülük eder.  

Ruhi Su ise, konservatuvarda türkülerini dinleyen hocalarından Markovich’in radyo  müdürüne kendinden söz etmesi üzerine radyoda program yapmaya başlar. 1943-1945 yılları  arasında iki haftada bir pazar günleri “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonsuyla bir  program yapmaya başlar. Beklenenin de üstünde ilgi gören bu program, “Ruhi Su komünizm  propagandası yapıyor” denilerek sonlandırılır. O günleri kendisiyle yapılan bir söyleşide  “Söylediğim türkülerin çoğu, Alevi deyişleri ve Alevi nefesleriydi. Ali İzzet’ten ‘Bir Allah’ı Tanıyalım Ayrı Gayrı Bu Din Nedir’ Pir Sultan Abdal’dan ‘Gelin Canlar Bir Olalım’, Muyhi’den  ‘Zahit Bizi Tan Eyleme’ gibi nefesler söylerken Alevi türküleri söylüyor, komünizm  propagandası yapıyor diye susturdular beni. O dönem, egemen güçler, Alevi nefesleri  söylemekle, komünist olmayı eş anlamda algılıyorlardı.” diyerek anlatmıştır. O günlerden  bugüne değişen bir şey de olmamıştır. Hala TRT televizyon ve radyolarında yasaklıdır Ruhi Su!  Gazino programlarının yanı sıra sol/sosyalist grup ve kurumların etkinliklerine ve gecelerine  davetler almış, türkülerini söyleyecek fırsatları her koşulda yaratmıştır. 1977 yılında Berlin  Sanat Dairesi’nin Nazım Hikmet’in 75. Sanat Yılı Etkinlikleri kapsamında bir hafta sürecek bir  konser programına katılmış, aynı yıl Milletlerarası Öğrenci Derneği’nin bir konser daveti üzerine Londra’ya gitmiştir. Londra’da bulunduğu günlerde BBC Türk’te Yurdakul Fincancı’nın  radyo programı konuğu olmuş, müzikle tanışması ve türkülerle yaptığı yolculuğu anlatmıştır.  

DERLEME /ŞİİR / BESTE ÇALIŞMALARI 

Violeta Parra, Santiago’dan dönüşünde kardeşi Nicanor’un akademi çevresiyle tanışır. Bu  süreçte Nicanor, Şili halk şiiri üzerine araştırmalar yapmaktadır. Ayrıca üniversitenin müzik  gelenekleri üzerine başlattığı bir projeye davet üzerine katılır. Yerli halk müziğinin yozlaştırılıp  bir tüketim metası haline getirilişine tanıklık ettiği Santiago’da bulunduğu yıllarda zaten bu  konuda neler yapılabileceği üzerine kafa yormaya başlamıştır. Onlara sahip çıkılması ve  özünün korunmasına dair bazı fikirler netleşmiştir zihninde. Defter, kalem, kayıt cihazı, küçük  oğlunu da yanına alıp yollara düşer. Birçok akademisyen, özellikle Orta Şili’deki derleme  çalışmalarında Şili’nin sözlü geleneğindeki gizli hazineleri gün yüzüne çıkarma uğraşında  Violeta’ya destek olurlar. Dönemin önemli akademisyenlerinden Sargio Larrain, Violeta’nın  derleme-araştırma çabası için şöyle der: “O dönemde Latin Amerika’nın hiçbir değeri  olmadığı düşünülüyordu. Ressamlar, şairler, Avrupa’ya, ABD’ye gitme peşindeydiler. Violeta,  Şili’yle bağlantımızı sağlayan bir adım gibiydi. Şili’de hiçbir şey yoktu. Ancak gerçek değerler  sıradan insanların yaşamındaydı ve Violeta bunun farkına varan, bunu seven ve kendi müziği  ile bunu yorumlayan bir kişi oldu.” Şili kültürünü araştırmak için And Dağı eteklerinde yaşayan  yerli halkların yaşadığı köyleri karış karış gezen Violeta, buralarda söyleşiler ve kayıtlar yapar.  Müzikolog Gaston Soublette’nin aktarımıyla bu derleme/araştırma ve arşiv oluşturma  çalışmaları “eşek üstünde tek bir gitarla” devam eder uzun süre. Okuma- yazma oranının çok  düşük olduğu bu yoksul dağ köylerinde özellikle sözlü geleneğin taşıyıcısı olan kadınlarla  çalışır en çok. Eski halk(folk) şarkılarının kaybolmasını önlemek amacıyla arşiv çalışmalarına  da başlar. Tüm Şili’de olduğu gibi yaşadığı bölgede de ağırlıklı olarak gitar kullanılmasına  rağmen, bu bölgelerde kullanılan geleneksel çalgılara da ilgi gösterir. Bu çalgılardan bambo,  flüt ve charango’yu kullanmaya başlar. Uzun bir derleme çalışması sonrası döndüğünde üç  binin üzerinde halk şarkısı derlemiştir. Bunları “Şili Folklor Şarkıları” sonrasında da “Şili Köy  Şarkıları” olarak albüm yapmıştır. Sözlerini kendi yazıp bestelediği çok sayıda şarkısı olan  Violeta’nın dünyanın her ülkesinde sol/sosyalistler başta olmak üzere milyonların bilip  söylediği en ünlü bestesi Gracias A La Vida** şarkısıdır.

Ruhi Su, radyoda söylediği türkülerde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle işine  son verilmiş, aleyhinde kampanyalar başlatılmış biri olarak yoluna türkülerle devam etme  kararı alır. Çok küçük yaşlarda halk sözlü geleneğinin çok canlı olduğu bir bölgede  -Çukurova’da- çocukluğu geçtiği için, türkülere hem kulağı hem de dili yatkındır. Çocuk  yaşlarında konu komşunun dikkatini çekmiştir sesiyle. Fırsat bulunduğunda onlara öğrendiği  türküleri söyler. Fransızların Adana’yı işgali sırasında yaşanan kaç-göç yıllarında Torosların  eteğindeki dağ köylerinde çok fazla türkü dinleyip öğrenmiştir. Aldığı Batılı müzik eğitimiyle  türkülerde yeni bir form yaratmanın ve türküleri kendi damarından kopartmadan özgün bir  şekilde yorumlamanın arayışı içerisindedir. (Opera eğitiminin bu özgünlükte önemli bir payı  olduğunu da belirtmek gerekir.) Özellikle yaşadığı şehrin çevre çeperinde tutunmaya çalışan,  Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelen insanların yaşadığı gecekondu mahallelerinde yapar  derleme çalışmalarını. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yeni ekonomik politikaların  hayata geçirilmeye başlandığı yıllardır. Toprağa bağlı yaşamın kırılmaya başladığı, aş ve iş  derdiyle köyden kente yoğun göçlerin yaşandığı bir süreçtir bu dönem. Kır/köy yaşamıyla bağı  tam kopmamış, kent kültürüne henüz tam anlamıyla adapte olamamış bu insanların geldikleri  bölgelerin sözlü geleneğini taşıyor olmaları, onların yaşadığı yoksul semtlere ve gecekondu  evlerine konuk edecektir Ruhi Su’yu. Mahallelerden gelen haber ve davetlerle derleme  çalışmalarına başlar. Öncelikle büyük halk ozanlarından Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Pir  Sultan Abdal, Yunus Emre üzerine araştırmalar ve derlemeler yapar. Bu derlemeleri armonize  ederek yeniden seslendirir. Kullandığı tek alet bağlamadır. Bu süreçte halk bilimci ve folklor  araştırmacısı Pertev Naili Boratav ve Sabahattin Eyüboğlu, derleme ve arşiv oluşturma  çalışmalarında ona destek olmuştur. Kendi yazdığı şiirleri de yine halk ezgilerinden ilham  aldığı notalarla besteler. Batı formu ile halk müziğini birleştiren devrimci bir müziğe evrilen  bestelerdir bunlar. “Karadeniz Ağıdı”nı, 1920’de öldürülen Mustafa Suphi ve arkadaşları için  bestelemiştir. 1968’de faşistler tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Vedat Demircioğlu  için “Bir Sabah Uykusunda” türküsünü besteler. 1969’da adı Kanlı Pazar olarak tarihe geçen  faşist ve gerici güçlerin devrimcilere saldırması sonucu yaşanan olaylarda ölen gençler için  yaktığı türkü “Bu Meydan Kanlı Meydan”, bugün de olduğu gibi devrimci gençlerin eylem  alanlarındaki marşlarından biri haline gelmiştir. 1977 1 Mayıs’ında öldürülenler için “Şişli  Meydanı’nda Üç Kız”ı yazıp besteler. Ama adını kitlelere duyuran ise bunlardan daha önce  yazıp bestelediği Mahsus Mahal*** türküsüdür. 

KORO ÇALIŞMALARI 

Ruhi Su, öğretmenliğe başladığı yıllardan itibaren koro çalışmalarına başlar. 1936 yılında  “Müzik Öğretmenliler Korosu”nu kurar. Koro başkanı da Ahmet Adnan Saygun olur. İkinci  önemli koro çalışmasını Ankara Üniversitesi DTCF öğrencilerinden oluşturduğu koroyla  yürütür. Koronun adı birçok yerde ve belgeselde “Tel ve Sesler Korosu” olarak anılmıştır. 1951  TKP Tevkifatı sebebiyle cezaevinde kaldığı dönemlerde küçük gruplardan korolar kurmuştur.  1960’lı yılların sonlarına doğru Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan bir koro çalışması  yapmıştır. 1964’te bir de çocuk korosu kurmuş, bazı programlarında bu koroyla çıkmıştır. 

Atıf Yılmaz’ın “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası” adlı filmin müziklerini yapma teklifi üzerine  Adana’da özellikle Kadirli yöresinde -aşıklık geleneğinin hala canlı olduğu bir bölgedir  günümüzde de- Karacaoğlan derlemeleri yaparak film için küçük bir de koro kurar. Derlediği  türküleri, film için koroyla birlikte seslendirir. 1974’te Dostlar Tiyatrosu oyuncularından bir  koro kurar. Koroda, çok sesli türküler ilk kez seslendirilir. Konserlerde Ruhi Su’ya eşlik de eder  bu koro. Başta Genco Erkal ve diğer sanatçılar, Ruhi Su’ya daha geniş bir koro kurmasını  önerirler. Üyeleri, müziğe ilgili gençlerden sınav ve elemelerle seçilen koronun başkanlığı da  Ruhi Su’dadır. Adı “Dostlar Korosu”dur artık. Birçok engellemeye ve baskıya rağmen  çalışmalarını sürdürür. Fakat 12 Eylül Darbesi’yle ülke yönetimine el koyan Cunta’nın baskı  yasaklamalarından kaynaklı çalışmalarına ara vermek zorunda kalan Dostlar Korosu, Ruhi  Su’nun 1985’te ölümünden sonra tekrar çalışmalarına başlar. 1987 yılında adını “Ruhi Su  Dostlar Korosu” olarak değiştiren koro, ülkedeki çalışmalarını kesintisiz sürdüren uzun soluklu  birkaç korodan biri olmaya devam etmektedir. 

Violeta Parra’nın koro çalışmaları biraz farklı olsa da müziğe ilgi duyan gençleri bir araya  getirmeye çalışmış; halk şarkılarını yepyeni bir tarzda söylerken çalışmalarına onları da ortak  etmiştir. Bunu o dönemde yaygınlaşan Pena adlı kültür merkezleri aracılığıyla yapmıştır.  Penalar özellikle Şili Komünist Partisi’nin örgütlenme alanı olarak gençlerin fazlasıyla ilgi  gösterdiği merkezlerdir. Öyle ki Violeta’nın ölümünden sonra Penaların tüm Şili’ye  yayılmasında Şili Komünist Partisi ve gençlik örgütlerinin önemli katkıları olmuştur. 1970  Salvador Allende’nin başkanlık seçiminde Nueva Cancion (Yeni Şarkı) akımı takipçisi gençler  etkili olmuştur. Victor Jara’nın Venceremos marşı, önce Allende iktidarının sonra da tüm  dünya devrimci hareketinin marşı haline gelmiştir. 1973’te Allende iktidarını askeri darbeyle  ele geçiren Pinochet diktatörlüğü zamanında Penalar kapatılmış, geleneksel bazı çalgılar  yasaklanmıştır. Victor Jara, Yeni Şarkı akımının Şili’deki en güçlü militan sesi olarak binlerin  önünde elleri kesilerek işkenceyle öldürüldüğü ana kadar “Venceremos” marşını dilinden  düşürmemiştir. 

POLİTİK KİŞİLİK VE ÖRGÜTLÜ YAŞAM  

Violeta Parra’nın politik görüşleri, Santiago’da gecekonduda kaldığı yıllarda oluşmaya  başlar. Köylerden gelenlerin şehrin yoksul mahallelerindeki yaşamları, o günlerde dikkatini  çekmiş; insanların yoksullar /işçiler ve zenginler diye ayrılışına tanıklık etmiştir. Özellikle  1950’ler ve 1960’lı yıllarda, Güney Amerika’daki Küba ve Bolivya Devrimleri’nin etkisiyle  kentlerde yükselen işçi hareketleri ve sendikal mücadeleden etkilenmiştir. Halka zulmeden,  halkı sömüren düzene karşı, müziğiyle muhalif bir tavır sergilemeye başlar. Onun müziği aynı  zamanda, Şili’nin yoksul halklarının sosyal ve ekonomik sıkıntılarından sorumlu tuttuğu kilise  ve askerlerin yanı sıra zengin arazi sahibi insanlara bir eleştiridir. Ona dair yapılan “Şili işçi  sınıfının müziğini, şiirsel bir kompozisyonla birleştirdi.” yorumu, yaptığı müzikler ve sanatçı  kimliğinin en iyi ifadesidir. Şili Komünist Parti üyesi de olan Violeta, birçok kez gözaltına da  alınmış, baskı ve engellemelere maruz kalmıştır. Tüm baskılara karşı geri adım atmamış,  halkın ve mücadelenin sesi ve sözü olmaya devam etmiştir. Şili’nin uzun yıllar baskı altında kalan yerli halk müziğini, devrimci /toplumsal bir sentezle birleştirip özellikle Şili Kültür  Merkezleri (Penalar) aracılığıyla gençlerin müzikle örgütlenmesinde önemli bir işlev de  görmüştür. Gitar ve geleneksel flütle seslendirdiği şarkıları, sosyalist ve devrimci bir ruhun  mayalanmasına öncülük etmiştir. And Dağları’nın geleneksel müziğini kendi çağıyla  birleştirmeyi başarmış olan Violeta, bu yönüyle politik ve kültürel boyutları olan yeni bir  müzik tarzının öncülüğünü üstlenmiştir bu dönemde. “Volver A Los 17” ve “Hace Falta Un  Guerillero” gibi politik parçaları, dönemin gençliği tarafından mücadele türküleri olarak  sahiplenilir. Soğuk Savaş’ın farklı bir boyuta geldiği 1950’li yıllarda politik kimliği daha fazla  öne çıkar. Pablo Neruda’nın evinde söylediği kendi bestelerini dinleyenler aracılığıyla Şili  Radyosu’ndan program teklifi alır. Müziğinin geniş kitlelere ulaşmasında bu programlar çok  etkili olmuştur. Dönemin Jorge Alessandri hükümeti sorumluluğunda yapılmış olan Jose  Maria Caro katliamından sonra, hakkında tutuklama kararı çıkartılır. Dönemin siyasi iklimi  Violeta’yı çok zorlar. Halkın mücadelesiyle özdeşleştirmeye çalıştığı müziği, şarkıları  radyolarda yasaklanır. Ortaya koyduğu Yeni Şarkı tarzına alternatif kolonyalist ithal müzikler  öne çıkartılır.  

Ruhi Su, sosyalist kimliğini sonuna kadar korumuş, bu nedenle iktidarlar ve devletle  arası her zaman sorunlu olmuştur. Komünistlikle, komünizm propagandası yapmakla  suçlanmış; radyo programı sonlandırılmış, opera sanatçılığından uzaklaştırılmıştır. 1954’te TKP  Tevkifatı sırasında gözaltına alınıp aylarca Sansaryan Han’da her tür ağır işkencelerden  geçirilmiş, aylarca tabutluk denilen hücrelerde kalmış; sonrasında 141. Maddeden kendisine  5 yıl 20 ay hapis cezası verilmiştir. 5 yıllık cezası bittikten sonra yirmi ay denetimli olarak göz  hapsinde tutulmuştur. Ruhi Su, bütün yaşadığı işkence ve baskıya rağmen türkü söylemekten  hiç vazgeçmemiştir. Geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan türkülerini de uzun gözaltı /işkence  ve mahpusluk yıllarında bestelemiştir. Adını ilk duyurduğu bestesi Sansaryan Han’da işkence  gördüğü aylarda yaptığı Mahsus Mahal’dir. 16 Şubat 1969’da ABD’nin 6. Filo’sunu protesto  etmek amacıyla 76 gençlik örgütünden bir araya gelen gençlere, faşist ve dinci/gerici güçlerin  -devletin de sessiz ve tepkisiz kalarak destek verdiği- saldırıları sonucu hayatını kaybeden  gençler için yazdığı “Bu Meydan Kanlı Meydan” türküsünden dolayı halkı isyana teşvikten  yargılanmıştır. Çok sayıda kaset çıkartan Ruhi Su, ölümünden sonra adına kurulan vakfın  çalışmalarıyla şiirleri ve yazılarının toplandığı “Ezgili Yürek” kitabı basılmış, konserlerinde  söylediği ve arşivlediği türküler kaset olarak çıkartılmıştır. “Ekin İdim Oldum Harman”  uzunçaları ile Fransa’da “L’academie Charles Cros Ödülü”nü almıştır. 

MÜKLERİYLE ETKİLEDİKLERİ SANATÇI VE GRUPLAR 

Violeta Parra, Paris’ten döndükten sonra devrimci gençlerin örgütlendiği La Carpa De La  Reina ismini verdiği sanat merkezinin açılışını yapar. Akşamları gitarıyla sahne aldığı sanat  merkezine özellikle müziğe ilgili gençler yoğun ilgi gösterir. Bu gençlerden biri de Victor  Jara’dır. Yeni Şarkı (nueva concion) ile tanışması ve devrimci müzik yolculuğu böyle başlayan  Victor Jara, yeni filizlenen bu müzik tarzının daha sonra hem mücadelenin içinden biri olarak  hem de milyonların direnişinin sembol ismi olarak öldürüldüğü ana kadar yapılan işkencelere şarkılarıyla direnen bir komünist olarak tarihe adını yazdıracaktır. Sahneye davet edip eline  gitarı uzatan Violeta için yıllar sonra bir konuşmasında “Yeni Şili Şarkısının anası” diyecektir  Jara. 1950’lerde Şili’de başlayıp 1960’larda İspanyolca konuşulan tüm ülkeleri etkileyen,  1970’li yıllarda ise tüm dünyada yaygınlaşan Nueva Cancion (Yeni Şarkı) akımın öncülüğünü  yapan Violeta, (Devrimci kitlelerin sesi olan bu akımın yükselişini erken yaşta ölmesiyle  göremeyecektir.) Inti Illimani ve Quilapayun, Illapu ve Patricio Manns gibi geleneksel Şili halk  müziği ile mücadeleyi birleştiren genç sanatçı ve grupları, Yeni Şarkı akımıyla tanıştırmıştır.  Ölümünden sonra bu müzik tarzının zenginleştirilip kitleselleşmesinde ve dünya müziğini  etkileyen bir akıma yol açmasında Victor Jara’dan sonraki en güçlü isimlerden biri de  Mercedes Sosa’dır. Mercedes Sosa, Joan Baez’le birlikte Violeta’nın Gracias A La Vida” şarkısını dünyaca ünlü bir şarkı haline getirmişlerdir. Elis Regina da parçanın popüleritesini  arttıran sanatçılardandır. Türkiye’de de Yeni Türkü müzik grubu 1970’lerde Yeni Şarkı tarzına  uyan müzik çalışmaları yapmış fakat; bu tarzın bizim ülkemizde kitlelerle buluşmasını Grup  Yorum yapmıştır. Hala da en önemli temsilcisi olmaya da devam etmektedir. 

Ruhi Su, aldığı Batı müziği eğitimini geleneksel halk ezgileriyle sentezleyip yeni bir  müziğin öncüsü olmuştur. O güne kadar herkesin bildiği türküleri, halk destanlarını, ninni ve  ağıtları çoksesli yorumlamaya çalışmış, dikkatleri çeken bir tarzın başlatıcısı olmuştur.  Sözlerini kendi yazıp halk ezgilerinden beslediği besteleri, ağırlıklı olarak toplumcu müziğe  uzanan bir yolu da açmıştır. Nazım Hikmet’in Kuvva-yi Milliye Destanı’ndan bir bölümü  besteleyerek Nazım şiirlerini de besteleyen ilk kişi olmuştur. Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Jean De  Baranger’e birçok şairin şiirini de bestelemiştir. Konserlerinde, kurduğu korolarla sahneyi  paylaşarak türkülerin o güne kadar denenmemiş bir formda icra edilebileceğini göstermiştir.  Korolar aracılığıyla müziğe ilgili gençleri, türkülerin çoksesli yorumlandığı bu müzik tarzıyla  tanıştırmış, birçok sanatçıya bu anlamda öncülük etmiştir. Sümeyra Çakır, Tülay German bir  şekilde onun rahle-i tedrisinden geçmiş önemli müzik ustalarıdır. Zülfü Livaneli’den Cem  Karaca’ya Selda Bağcan’dan Sadık Gürbüz’e, Ahmet Kaya’dan Rahmi Saltuk’a, İlkay Akkaya’dan  Edip Akbayram’a, Grup Kızılırmak’tan Ezginin Günlüğü’ne, Grup Yorum’a kadar pek çok  sanatçı ve grubu etkilemiş, derlediği ve yeniden yorumladığı türkülerle ve kendine ait  besteleriyle onlara müzik adına önemli bir kültürel miras bırakmıştır. 1980 sonrası özellikle  sol/sosyalist /devrimci müziğin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında, yeni muhalif bir müzik  anlayışının gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.  

Kanser teşhisi konan Ruhi Su’nun yurtdışında tedavi olmak için süresi dolan  pasaportunu yenilemek için yaptığı başvurusu tüm sanatçı aydınların çabasına rağmen  reddedilmiştir. Altı Alman sanatçının – Heinrich Böll, Wolf Bierman, Ingeborg Drewitz, Günter  Grass, Siegfried Lenz, Güntre Wallraff – Kültür Bakanlığı’na başvurusu üzerine “yalnız bir  defaya mahsus olmak üzere” denilerek pasaportun yenileneceği duyurulduğunda ise artık çok  geç kalınmıştır. 20 Eylül 1985’te Cerrahpaşa Onkoloji Kliniği’nde hayatını kaybetmiştir.  Cenaze töreni, binlerce kişinin katıldığı 12 Eylül döneminin ilk kitlesel gösterisine  dönüşmüştür. Törende 163 kişi gözaltına alınmış, 15 gün gözaltında tutularak birçoğu  hakkında soruşturma açılmıştır.

Violeta Parra, sanatçı olarak en verimli döneminde ağır bir depresyon içerisindedir.  Çocuklarından birinin ölümünden dolayı yaşadığı sarsıntı; önemli projelere imza attığı, birlikte  çalışmalar yürüttüğü ve birlikte yaşamı paylaştığı İsviçreli flüt sanatçısı Gilbert Favre’den sorunlu ayrılışı, ciddi ruhsal kırılmalara neden olmuştur. “Acı, hiçbir sözle kafiye olamaz.”  diyen Violeta, şehir merkezinin dışına yaptırdığı kültür merkezinde, 5 Şubat 1967 günü, gece  boyu charango çalıp şarkılar söyleyerek sabaha karşı silahla intihar etmiştir.  

Bugün hala bu ülkede Ruhi Su türküleri söylenip dinleniyorsa, Violeta Parra’nın şarkıları  sadece Şili’de değil dünyanın her yerinde yüzbinler tarafından hep bir ağızdan  söylenebiliyorsa, her ikisinin de kendi çağını aşan bir sanat anlayışı ve duyarlılığı taşıyor  olmalarındandır. Müziğin insanlığın ortak dili olduğunu bilmeleri, bu dili kendi coğrafyalarında  en etkili kullanan kişiler olmalarındandır. Bu dilin kaybolmaya yüz tutmuş yanlarını, derinlere  uzanan köklerini, ezgilerin dip akıntılarını bir arkeolog gibi gün yüzüne çıkarmaya çalışmış  olmalarındandır. Halk ezgilerini köyden kente uzanan bir yolculuğa çıkarırken yaşadıkları  toprakların bu ezgileri ortaya çıkaran dinamiklerini, sınıfsal bir bakışla ele almaları ve onları  ezilenlerin sesiyle çoğaltabilmiş olmalarındandır. Ezgileri, yerelden evrensele uzanan bir  yolculuğa çıkarırken halkların kendi özünü koruyarak yeniye ulaşmaya çalışmalarındandır.  İnsanın ve insana ait tüm yaratımların kutsallığına inanmalarındandır. Yeniyi aramanın insanı  anlamak olduğunu fark etmelerindendir. İnsanı ve insanın varoluşunu sağlayan en önemli  şeyin yaşam içerindeki mücadelesi olduğunu, insanın tarihsel bir varlık olduğu gerçeğini asla  göz ardı etmemelerindendir. Sınıf bilinciyle yaşama bakmaları, halkların tüm değerleri gibi  müziklerinin de sınıfsallığını fark etmelerindendir. Bu tarih bilinciyle, insanları söz ve  besteleriyle coşkulandırmak istemelerindendir. Yaptıkları müzikle kentli aydın, muhalif, sol ve  sosyalist insanları, halk ezgileriyle buluşturarak bu ezgileri sevdirmeyi başarmış  olmalarındandır. Yaşamın ve yaşamlarının merkezine insanı koymuş olmalarındandır en çok  da…  

Hem Ruhi Su hem de Violeta Parra, diğer tüm devrimci sanatçılar gibi dünyanın tüm  sömürülen ve ezilenlerinin özgürleşeceği, kardeşçe bir varoluş coşkusuyla her tür  engellemelere rağmen zulüm, baskı ve tahakküme karşı direnci ve mücadeleyi büyütmek için  türküler /şarkılar söylediler. Söylerken sınırsız/sınıfsız/sömürüsüz bir yaşamın olacağı daha  adil ve güzel bir dünya düşlediler. Belki o dünyayı göremediler; ama görmüşçesine söylediler  hep. Bizlere de o günlerin görüleceği umudunu hiç kaybetmemek adına, hem ezilenlerin  mücadelesini hem de onların şarkılarını sahiplenmek düşüyor…

PNOT VE KAYNAKÇA 

Yalçın Küçük ve Saralı Putlar Tarihi 

 Ön yargısız insan olur mu? Önyargısı olmayan insanın kafasının içi -herhalde curcunadır. Ben ,biz” Türklerin sesi olamayacağını kabul ediyorum. Buradaki ses”  sözcüğünü müzik anlamında kullanıyorum. Benim önyargıma göre , biz” Türklerin  müzik değeri olan sesi olamaz; eğer bir Türkte müzik değeri olan bir ses görüyorsam,  Türklüğünden kuşku duyarım. Ruhi Su, benim sesini çok yüksek tuttuğum biridir. Bu  nedenle bir Türk anne ve babadan doğduğuna kuşku duyuyorum. 

 Ansiklopedi, genel bilgi içindir ve doğru bilgi vermek zorundadır. İnsanlar  aradıkları her bilgiyi ansiklopedide bulabileceklerini düşünüyorlar. Doğrusu benim  müzikle ilgili önyargımı sınamak çok zor olmamalıdır; herhangi bir ansiklopediye  bakarak Ruhi Sunun anne ve babasının kimliğini bulabileceğimi düşünüyordum.  Yanıldım. Pek çok ansiklopediye baktım; nerede ise hiçbir bilgi vermemelerinin yanında  hiçbiri bir diğerini tutmuyor. Bütün ansiklopedileri sıralamayı düşünmüyorum. 

Meydan Larousse: Su(Ruhi), Türk müzikçisi, basbariton ( Adana1912) diyor. Anlaşılan  Ruhi Su, 1912 yılında Adanada doğmuş oluyor; annesi ve babası hakkında hiçbir bilgi  verilmiyor. 

 Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi: Ruhi Sunun doğumunu Vana alıyor. Gerisi şöyle  başlıyor: Su, Ruhi (1912) Vanda doğdu. Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetti.  Çocukluğu Çukurovada ve Toroslarda geçti.”  

 Vanda doğan ve küçük yaşta Adana çevresine aktarılan Ruhi Sunun anne ve  babasını adı verilmiyor ve Ruhi çok küçükken anne ve babasını kaybetmiş oluyor.  Küçükken ama ne zaman? 1915 yılında üç yaşındadır ve belki hala Vandadır. Annesi ve  babası acaba kıyıldı mı? 

 Ruhi Sunun nüfus cüzdanının ilk sayfasını bulamadım; şöyle bir hipotez  kurabiliyorum: Eğer Ruhinin annesi ve babası Vanda kıyılan Ermeni ise, nüfus  cüzdanında babasının adının çok büyük ihtimalle Abdullah olarak yazılması gerekiyor.  II. Murat’ın oğlu ve tahta II. Mehmet olarak çıkan Fatihin annesinin babasının adı da  Abdullahtır. Buna bakarak uzmanlar Fatihin annesinin de doğumunda Müslüman  olmadığı sonucunu çıkarıyorlar. Osmanlı döneminde İslamlaştırılan, çok zaman babası  öldürülen ve bu nedenle bilinmeyen Hıristiyan çocuklarına baba adı olarak Abdullah”  veriyorlar. Sanıyorum ilk Müslüman olan Muhammedin babasının adının Abdullah  olmasından kaynaklanıyor. Ruhinin bir nüfus cüzdanı suretini ararken bu önyargı ve  hipotezle hareket ediyorum. Nüfus cüzdanını bulamadım; ancak Ruhinin 1951 Komünist  Tevkifatı nedeniyle tutuklandığı ve sonradan hüküm aldığı için iddianameye  bakabileceğimi düşündüm. Hipotezim doğru çıkıyor. 1953 yılında hazırlanan 

iddianamenin sanıklar sırasında 141inci yerde şunlar yazıyor: 14/11/52 tarihinde tevkif  olunan, Ankara Işıklar Caddesi, Karakuş Sokak, Haile Apartmanı’nda mukim, Devlet  Opera Sanatçısı, 328 Van doğumlu, Abdullahtan olma, Huriden doğma Mehmet Ruhi  Su.” Ne kadar hoş; annesini ve babasını üç yaşında bir anda ve Vanda kaybeden  küçücük çocuğa isim ararken nüfus memuru herhalde Mevlidi hatırlamış olmalıdır. On  ikinci gece isneyn gecesi/ Çünkü Abdullahtan oldu hamile” İşte buraya uygun düşüyor.  Bazen bir araştırmacı bir hipotez kurduktan sonra çok daha fazlasıyla karşılaşabiliyor.  Nüfus memurunun Ruhiye anne olarak bir cennetsel Huri”yi ve göbek adı olarak da  Muhammedin bir tür kısaltılmışı olan Mehmeti uygun bulduğu anlaşılıyor.(….) 

Bulguları özetliyorum:  

Bir: Ruhi Su hakkında, biyografik bilgiler çok kıt ve birbirini tutmuyor. 

İki: Anne ve babası hakkında bilgilerin üstünü örtme eğilimi saptanıyor. 

Üç: Bir kardeşi veya amcası ya da teyzesi bilinmiyor. 

Dört: Vanda doğduğu ve buradan Adana yöresine getirildiği kesindir. 

Beş: Doğum tarihi olarak 1912 tarihi veriliyor. 1915 yılında Vanda Ermeni Kıyımı oluyor. 

Altı: Babası bilinmeyen ya da kıyılan Hıristiyan çocuklarına baba adı aranırken  “Abdullah” adını seçmek, yeniçeriliğin başladığı tarihten itibaren Osmanlı düzeninin  değişmeyen bir usulüdür. 

Yedi: Ruhinin anne ve babasının isimlerinin nüfus memuru tarafından uydurulmuş olması  çok yüksek bir ihtimal olarak görünüyor. 

 Benim temel görüşüm ise, Türklerde güzel ve hacimli bir ses bulmak imkansız; eğer  bir Türkte böyle bir ses varsa, Türk olduğundan kuşku duyuyorum. 

 Ruhinin dünyaya bir Ermeni anne ve babanın çocuğu olarak gelmesi ve anne ve  babasının 1915 yılında Vanda öldürülmesi ya da göçürülmesi çok yüksek bir ihtimaldir;  önyargım böyle bir sonuca götürüyor; ancak önyargım sadece bilimsel araştırma  düzlemindedir; insanların kökeni konusunda ise hiçbir yargı taşımıyorum. Benim için  Ruhinin Ermeni olarak dünyaya gelmiş olmasında hiçbir sakınca yoktur; sadece anne ve  babasını çok küçükken kaybetmiş olmasına üzülebiliyorum.” 

**Gracias A La Vida(Teşekkürler Hayat) sözü, İspanyol halkları arasında anlatılan  efsaneleşmiş bir halk kahramanın sözü olarak bilinmektedir. Özellikle devrimciler arasında  sloganlaşan bu söz, idama götürülen bir genç devrimcinin haykırdığı son sözleridir. 1939  yılında Madridde Franconun mangaları ordu, kilise ve sermayedarların desteğiyle ülkede 

devrimciler için sürek avı başlatmıştır. Yakalanan, tutuklanan, gözaltına alınan devrimcilere  ağır işkenceler yapılmakta, öldürülmektedir. Konuşmayanlar, direnenler en ağır insanlık dışı  işkencelere maruz kalıyor, idam ediliyordur. Genç bir tarım işçisi olan Carlos – henüz 18  yaşındadır- devrimci bir militandır aynı zamanda. Yakalandıktan sonra işkenceden geçirilir.  O, hiçbir şekilde konuşmaz, sonuna kadar direnir. Artık idam edilecektir. Carlos asılmadan  önce, kilisenin işbirlikçi papazı hücresine gelir: Evladım adettendir, son bir isteğin var mı,  dua ister misin?” der. Carlos, papaza bakar, güler ve bağırır: GRACİAS A LA VİDA!”  

***Mahsus Mahal, Ruhi Sunun Sıdıka Umut için yazıp bestelediği bir türküdür.1951  Tevkifatı ile gözaltına alınıp 6 ay Sansaryan Handa işkence gören, tabutluklarda tutulan  Ruhi Su, daha öncesinde Dostlar Korosundan tanıdığı Sıdıka Umutun da aynı yerde  olduğunu, ona da işkence edildiğini, sesini tesadüfen duyarak anlar. Duygusal olarak da  aralarında bir yakınlığın başladığı bir dönemde birbirlerinden dahi gizledikleri TKP üyesi  oldukları gerçeğini böylece öğrenir Ruhi Su. Mahsus Mahal türküsünü Sıdıka Umut için  besteler ve söyler. İkisi de ceza alır. Aynı cezaevinde kaldıkları dönemde, Harbiye  Hapishanesinde, Behice Boran ve eşi Nevzat Hatkonun nikah şahitliğinde evlenirler. 

https://ekmekvegul.net/index.php/kultur-sanat/gunun-sarkisi-gracias-a-la-vida

https://gazetekarinca.com/2018/02/muzigin-don-kisotu-misali-bir-kadin-violeta-parra/ https://www.ruhisu.org.tr/ruhi-su/ 

https://www.ruhisu.org.tr/vandan-istanbula-bir-ezgili-yurek-ruhi-su-sidika-su-ve-dostlari anlatiyor/ 

http://defterares.blogspot.com/2011/09/sarknn-srrna-eren-esmer-tenli-kz.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/Violeta_Parra

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruhi_Su

La Bicileta Dergisi, Toda Violeta Parra  

Akatlı Füsun, Bir De Ruhi Su Geçti, Su Yayınları, 2020 

Gezici Aytekin, Yalçın Küçük ve Saralı Putlar Tarihi, Karakutu Yayınları, 2008

Yaseyan Zabel, Yıkıntılar Arasında, Aras Yayıncılık, 2014 

Su Ruhi, Ezgili Yürek, Everest Yayınları, 2010