İlk insanla ortaya çıkar ses. Sesler, söz olur; şiir olur sonra. Şiirler ezgilenerek insanların yazıdan önceki duygularını anlatmasını sağlar çağlar boyunca. Yazı girer insanlığın hayatına fakat; şiir ve ezgi hiç eksilmez insandan. Dünyanın her yerinde sözlerin şiir olup ezgilenmesi aynı serüveni yaşar. Ve hiç kesintiye uğramadan gelir günümüze. İnsanın sözü, şiir olup ezgiyle halkın şarkısı, bizdeki adıyla halkın türküsü olur.
Her türkünün bir vakti vardır. Bekler, demlenir, mayalanır… Duygular ne zaman coşar, ne zaman yollara vurur kendini, ne zaman çeker en diplere insanı, işte o zaman çıkıverir ezgisiyle birdenbire! Öyle içten, öyle yürekten dökülüverir vakti gelince. Acılar, ölümler, savaşlar ağıt olur; sevinçler, güzellikler şarkı olur, türkü olur damlar yüreğinden söyleyenin. Gerçektir türküler bu anlamıyla, yaşamın kendisi gibi, insanın kendisi gibi, halkların kendisi gibi. Halkların özüdür, sözüdür, sesidir, soluğudur türküler. Ağlayışı, gülüşü, şenliği, cümbüşüdür.
Toprağın kokusu, yağmurun çise çise bazen de bardaktan boşanırcasına yağışıdır türküler. Ayazdır, kıştır, borandır, tufandır, zemheridir türküler. Bahardır, cemredir, yeşeren daldır, yapraktır, güldür, tomurcuktur türküler. Ilgıt ılgıt esen seher yeli, burcu burcu yarin kokusudur. Sevdanın en karası, menekşenin en moru, kırmızı gülün alıdır türküler. Karanlık gecelerde ay ışığı, tan ağaranda sevda çekenlerin yürek atışıdır, gönül yarasıdır, yürek sızısıdır türküler. Ateşten gömlek giyenlerin yüreğindeki yangındır hiç küllenmeyen.
Baş kaldırmaktır türküler; ezilmişliğe, hor görülmeye, yok sayılmaya. İsyandır türküler; kula kulluk etmeye, yarin yanağından gayrı ne varsa hakça bölüşülmeyene. Eşkıyadır türküler, dağları mesken tutanların yareni, yoldaşıdır. Kaçaktır, firaridir türküler. Uğruna mahpus yatılan sevdalının hayali, gül cemalidir türküler. Özlemdir, hasrettir, gurbettir, gidilemeyen sıladır türküler. Yar göğsüne baş ko’madan düşenlerin son sözü, yadigarıdır. Zindanlar, darağaçları, mahpus damlarıdır. Görüş günü, posta günüdür, avluda volta, bir çift güvercin, kızıl güldür sıkılmış yumruklarda. Nerden inceldiyse ordan kopsundaki hınçtır, öfkedir. Direnmektir, boyun eğmemektir türküler, diz çökmemektir zulme ve zalimlere…
Yaşamı bütün boyutlarıyla içeren türküleri sahiplenmek – tıpkı bizlerden öncekilerin yaptığı gibi – gelecek kuşaklara kalmasını sağlamak, günümüzde özel bir çabayı gerektirmektedir. Koşulların daha doğrusu kır-köy yaşamının bozulması, büyük değişikliğe uğraması türkülerin özellikle kentli insanlarla bağını kopartmıştır. Kentleşmeyle birlikte insanların köylerden kentlere yoğun göçü, teknolojinin ve iletişim araçlarının çoğalması ve hızlı bir etkileşim ağı oluşturması, tabii ki küresel kültürün yaşamın her alanını etkilemesi, toplumların kültürel kodlarını dumura uğratmıştır. Bu kaçınılmaz hatta dayatılan kültür emperyalizmi, bütün toplumsal ve kültürel dinamikleri altüst ederken -ki bu, kır ve köy gerçeği gibi köy insanını da değiştirmiştir- bundan en hızlı etkilenen de halkların dilleri olmuştur. Halkların dilleri gibi şarkıları, türküleri ve bütün söz varlığı ciddi bir yozlaşmayla hatta yok olmayla karşı karşıya bırakılmıştır.
Farklı coğrafyalarda yaşamış olsalar da halkın yaşam ve duygu dağarcığından süzülerek gelen türkülerin zenginliğini, güzelliğini, yaşama içkinliğini fark edip halk kültürünü, folklorunu, müziğini yaşamlarının merkezine alan, yeni bir müzik kültürünün ve tarzının iki öncü kişiliğinden söz edeceğiz. Farklı kültürlerin içine doğmuş olmalarına rağmen halk kültüründen beslenen, buradan halk ezgilerindeki isyankar damarı yakalayarak yeni bir müzik tarzını kitlelere ulaştırmış, mücadeleci kişilikleri gibi birçok paydada buluşabilecek iki halk sanatçısı, iki türkü ustası, iki türkü dostu: Violeta Parra ve Ruhi Su
Violeta Parra, asıl adı Violeta Del Carmen Parra Sandovol’dur. 1917’de Şili’nin güneyinde Las Carlos kentine uzak bir dağ köyü olan Nuble’de doğmuştur. Kent merkezine uzak olan bu dağ köyünde kardeşleriyle birlikte belki de en büyük şansı müzikle uğraşan bir ailesinin olmasıdır. Birçok anne-baba gibi Violeta’nın ailesi de çocuklarının okuyup köyden gitmelerini, büyük şehirlerde iyi bir iş ve yaşam kurmalarını ister. Bu yüzden çocuklarını müzikten uzak tutmaya çalışırlar. Çünkü yaşadıkları bölgede müzikle uğraşmak, okuyup eğitim alarak yapılacak iş ve mesleğin dışında en yaygın işlerden biridir. Çünkü müzik oradaki yaşamın ve kültürün önemli bir parçasıdır. Bu yüzden çocukların müzik aleti çalmaya ilgileri çok küçük yaşlarda başlar ve genellikle de bir müzik aleti çalmayı öğrenirler. Sirklerde, küçük müzikli mekanlarda veya kırsal bölgelerdeki etkinliklerde çalmaya başlayan çocuklar, artık mesleğini de seçmiş olur ve okula gitmek istemezler. Üstelik de çoğu zaman karın tokluğuna yapılır bu işler. Yaşadıkları köyde müzik öğretmenliği yapan babası, Violeta’nın müziğe ilgisini ve yeteneğini fark etmektedir. Özellikle Violeta’dan gitarını saklamakta fakat; her fırsatta Violeta, saklanılan gitarı bulup çalmak için uğraşırken yakalanmaktadır babasına. Hiçbir ders almamasına rağmen Violeta, gitarı kendi kendine çalmayı öğrenir ve ilk bestesini de çok erken yaşlarda kardeşi Nicanor’un (Daha sonra Şili’nin en önemli şairlerinden biri olacaktır Nicanor Parra) bir şiirine yapar. On iki yaşındayken babasını kaybeden Violeta, ellerinde bulunan paranın Nicanor’un üniversite masrafına gitmesi üzerine kız kardeşleriyle sirklerde babasının gitarıyla şarkılar söylemeye başlar. Köylere gider, köylerdeki sirklerde ve etkinliklerde çalar. O günkü köylerde daha çok kent merkezine uzaklıktan kaynaklı yerli halkın sözlü geleneği çok canlıdır. Okuryazarlığın da düşük olduğu bu dağ köylerinde özellikle kadınlarla bir gönül bağı da kurar. Kadınların söylediği şarkılara gitarıyla eşlik ederken şarkıların sözlerinden ve ezgilerinden çok etkilenir, kadınlarla sıcak dostluklar kurar. Kadınların söylediği şarkılara hayranlık duymaya başlamıştır. On sekiz yaşına geldiğinde Santiago’ya gider. Öğretmen okulunda eğitim görmeye başlar. Bu dönem Violeta’nın hayatında yeni bir bilincin oluşmasına, zihinsel olarak birçok durumu sorgulamasına neden olur. Kırdan kente göçün hızlandığı bir dönemdir. Kentlerin varoşlarında tutunmaya çalışan, gecekondularda yoksul bir yaşam süren yerli halkın Santiago’daki dışlanmışlığını fark etmesiyle sınıf farkının ne olduğunu anlamaya başlar. Kentli orta sınıf ile kırsaldan gelip kentin çeperlerinde tutunmaya çalışan yerli halk arasındaki uçuruma tanıklık eder. Dağ köylerinden Santiago’ya çalışmak için gelen insanların işçileştiği, yeni bir sınıfın ortaya çıkışına tanıklıktır bu. Bu yıllar, aynı zamanda yeni siyasi oluşumların ve sosyalist, komünist, anarşist grupların ortaya çıktığı yıllardır. Ama asıl yaşanan çelişkilere adını koyması, adlandırması, siyasi bilincinin oluşması, yaşadığı coğrafyanın içinde barındırdığı çelişkilerin ortaya çıkışıyla olacaktır. Santiago’da yaşamak zordur. Para kazanmak için çalıp söylemek gerekiyordur. Okulu bırakıp kardeşi Hilda ile müziğe tekrar döner. Tam da Santiago’da bulunduğu süreçte radyolar aracılığıyla yeni türedi bir piyasa müziği bütün ülkede yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle endüstrileşmeye başlayan Şili geleneksel halk müziğinin müzik tekelleri eliyle yozlaştırılarak kitleleri nasıl ele geçirdiğini, kendi köyünü de içine alan bölgede yaşayan yerli halkların çalıp söylediği Cueva’nın (danslı müzik) nasıl ticarileştiğine, özünden kopartıldığına tanık olur. Yaşadığı bu hayal kırıklığı, onu ilerleyen dönemlerde folklor araştırmacılığına ve derleme çalışmalarına yönelten en önemli motivasyon olacaktır.
Ruhi Su, 1912’de Van’da doğar. Violeta Parra ile yaşıt sayılır. 1915 Ermeni Katliamı’nda kaybeder anne ve babasını. Adana’da bir aileye evlatlık verilir. Tabii anne ve babasının ölümüne neden olan 1915 Katliamı’nı da oraya giden yolun taşlarının 1909’da Adana’da döşendiğini de çok sonra öğrenecektir. (1909 Nisanında İttihatçıların da işin içinde olduğu o ünlü Cemal Paşa Adana valisidir o günlerde. Otuz binden fazla Ermeni, yerinden yurdundan edilmiş, evlerine, tarlalarına, narenciye bahçelerine, değirmenlerine el konulmuş, Beş Ocak Meydanı’nda kurulan darağaçlarında birçok Ermeni idam edilmiş, kadınları ve çocukların bir kısmı Çukurova’nın köylerine dağıtılmış, çoğu da Suriye’ye sürülmüştür.) Yıllar sonra “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardık.” diye anlatacaktır o yılları. Evlatlıktan çok bir ‘’tutma’’dır, ayak işleri yaptırılan, her işe koşturulan. Kötü, zor zamanlardır. Fransızlar Adana’yı işgal etmiş, kaç-göç yıllarıdır. İnsanlar Toroslar’a kaçar sığınmak için. Fransızların Adana’dan ayrılması ile köylerine, evlerine dönenleri açlık, yokluk ve sefalet bekler. Evlatlık verildiği evde ‘yenge’ dediği kadının sözlü en çok da fiziksel şiddetine maruz kalır. Konu komşunun yardımıyla elinden alınır yengenin Mehmet. Artık adı budur: Mehmet!* Anılarından söz ederken komşuları olan bir kadının kendisine yardım ettiğini, Adana Öksüzler Yurdu’na o günkü adıyla Darül Eytam’a birkaç hatırlı insanın araya girmesiyle verildiğini söyler. Üstü başı kir pas içindeki Mehmet, yıkanıp giydirilip bahçede oynayan çocukların yanına gönderilir. Yine o günleri “Yeni elbiselerimle beni okulun bahçesine salıverdiler. Oyun denilen şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.” sözleriyle ifade eder Ruhi Su.(Adana’dan Ankara’ya arkadaşlarıyla müzik eğitimi için gittiklerinde, adlarını değiştirip kendilerince şehirli adlar bulurlar. Mehmet; kendine Ruhi adını, Su’yu da soyadı olarak seçiyor.) Kısa bir süre İstanbul Askeri Lise’de öğrenim gören Su, Adana Lisesi ve Adana Öğretmen Okulu’nda öğrenim görür. Sonrasında Ankara’da bulunan Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi) sınavlarına girer ve başarılı bir öğrenci olarak öğrenimine burada devam eder. 1936’da Müzik Öğretmen Okulu’nu, hemen arkasından da 1942 yılında Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü’nü de bitirir. Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu’nda ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yapar. Aynı dönemde, Devlet Operası’nda opera sanatçısı olarak çalışmaya da başlar. Satılmış Nişanlı, Madam Butterfly, Tosca Rigoletto, Figaro’nun Düğünü, Maskeli Balo, Fidelio gibi operalarda oynar. En son ise Konsolos operasında rol alır. Tanınan bir “Bas Bariton”dur artık. Radyo programları, opera gösterileri tanınır bir kişi yapmıştır onu. Fakat yaşanan süreç itibarıyla sol /sosyalist kimliği baskılara maruz kalmasına; işinden, Devlet Operası sanatçılığından uzaklaştırılmasına neden olur. Türkülere olan ilgisi bu süreçte artar. Türküler üzerinde çalışmaları yoğunlaşır ve derleme çalışmaları yapmaya başlar.
RADYO/TELEVİZYON PROGRAMLARI VE KONSERLER
Violeta Parra, 1945 yılında radyo programları yapmaya başlar. Bu programlar, hem kendisinin hem Şili’nin kendi sözlü geleneğindeki zenginliğin hem de üzerinde çalıştığı yeni müzik tarzının tanınırlığını önemli ölçüde arttırır. Özellikle Şili’nin dışlanan bölgelerindeki müzikal geleneği görünür kılmada önemli bir katkı sağlar. Bu bölgelerin Şili ile bağlarını güçlendiren bir misyonu da yerine getirmiş olur. 1954’te Radyo Chilena için yaptığı “Sing Violeta Parra” adlı programla, profesyonel derleme/araştırma çalışmalarının en verimli dönemine denk gelmiştir. Son derece başarılı ve ciddi dinleyici kitlesine ulaşan bu programları, genellikle Şili halk müziklerinin yapıldığı mekanlarda kaydetmiştir. Violeta, derlediği halk ezgilerinin yanında sözleri kendine ait parçalar da seslendiriyor, o dönem radyolarda popüler olan, tamamen tüketim ürünlerine dönüştürülen parçalara kendi sesi ve sözü ile meydan okumaya çalışıyordu. Toplumsal eşitsizliğe, işçi sınıfının ve köylülerin yaşamlarına değen/dokunan, özellikle başta Şili olmak üzere bölge devletlerin yerli halklara uyguladığı baskıları dile getirmeye çalışıyordu. Şili halk müziğini kitlelere ulaştırmadaki başarısından dolayı 1955’te “Yılın En İyi Folkloristi Ödülü” verilir. Birkaç yerel radyoda daha farklı folklar araştırmalarına dair programlar yapan Violeta, BBC’de radyo yayınları yapmak için Londra’ya da gider. ABD etno-müzikologu Alan Lomax tarafından yönetilen bir serinin bazı bölümlerine BBC arşivleri için kayıt yapar. 1950’li yıllarda politik kimliği ile öne çıkmaya başlayan Violeta, Varşova Gençlik Şenliği’ne davet edilir. Sovyetler Birliği ülkeleri ve Batı Avrupa ülkelerini gezer. 1961 yılında Finlandiya’da düzenlenen Dünya Gençlik Festivali’ne davet edilir, ve daha sonra bazı projelerini gerçekleştirmek üzere Fransa’ya yerleşme kararı alır. Paris’te kaldığı üç yıl boyunca radyo ve televizyon programları yapar. Birleşmiş Milletler Tiyatrosu’nda UNESCO için şiir dinletileri yapar. Cenevre’de bir dizi konser verir. Bolivya’da ve Şili’nin birçok şehrinde halk konserleri verir. Müziğin dışında resim, heykel, Şili’ye özgü Arpirella denilen halı işlemeciliğiyle de ilgilenip duvar halıları yapan Violeta, Paris’te Louvre Müzesi’nde sergi açan ilk Latin Amerikalı sanatçıdır aynı zamanda. 1964’te Şili’ye döndüğünde Şili Halk Sanatları Ulusal Müzesi’nin kuruluşuna da öncülük eder.
Ruhi Su ise, konservatuvarda türkülerini dinleyen hocalarından Markovich’in radyo müdürüne kendinden söz etmesi üzerine radyoda program yapmaya başlar. 1943-1945 yılları arasında iki haftada bir pazar günleri “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” anonsuyla bir program yapmaya başlar. Beklenenin de üstünde ilgi gören bu program, “Ruhi Su komünizm propagandası yapıyor” denilerek sonlandırılır. O günleri kendisiyle yapılan bir söyleşide “Söylediğim türkülerin çoğu, Alevi deyişleri ve Alevi nefesleriydi. Ali İzzet’ten ‘Bir Allah’ı Tanıyalım Ayrı Gayrı Bu Din Nedir’ Pir Sultan Abdal’dan ‘Gelin Canlar Bir Olalım’, Muyhi’den ‘Zahit Bizi Tan Eyleme’ gibi nefesler söylerken Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor diye susturdular beni. O dönem, egemen güçler, Alevi nefesleri söylemekle, komünist olmayı eş anlamda algılıyorlardı.” diyerek anlatmıştır. O günlerden bugüne değişen bir şey de olmamıştır. Hala TRT televizyon ve radyolarında yasaklıdır Ruhi Su! Gazino programlarının yanı sıra sol/sosyalist grup ve kurumların etkinliklerine ve gecelerine davetler almış, türkülerini söyleyecek fırsatları her koşulda yaratmıştır. 1977 yılında Berlin Sanat Dairesi’nin Nazım Hikmet’in 75. Sanat Yılı Etkinlikleri kapsamında bir hafta sürecek bir konser programına katılmış, aynı yıl Milletlerarası Öğrenci Derneği’nin bir konser daveti üzerine Londra’ya gitmiştir. Londra’da bulunduğu günlerde BBC Türk’te Yurdakul Fincancı’nın radyo programı konuğu olmuş, müzikle tanışması ve türkülerle yaptığı yolculuğu anlatmıştır.
DERLEME /ŞİİR / BESTE ÇALIŞMALARI
Violeta Parra, Santiago’dan dönüşünde kardeşi Nicanor’un akademi çevresiyle tanışır. Bu süreçte Nicanor, Şili halk şiiri üzerine araştırmalar yapmaktadır. Ayrıca üniversitenin müzik gelenekleri üzerine başlattığı bir projeye davet üzerine katılır. Yerli halk müziğinin yozlaştırılıp bir tüketim metası haline getirilişine tanıklık ettiği Santiago’da bulunduğu yıllarda zaten bu konuda neler yapılabileceği üzerine kafa yormaya başlamıştır. Onlara sahip çıkılması ve özünün korunmasına dair bazı fikirler netleşmiştir zihninde. Defter, kalem, kayıt cihazı, küçük oğlunu da yanına alıp yollara düşer. Birçok akademisyen, özellikle Orta Şili’deki derleme çalışmalarında Şili’nin sözlü geleneğindeki gizli hazineleri gün yüzüne çıkarma uğraşında Violeta’ya destek olurlar. Dönemin önemli akademisyenlerinden Sargio Larrain, Violeta’nın derleme-araştırma çabası için şöyle der: “O dönemde Latin Amerika’nın hiçbir değeri olmadığı düşünülüyordu. Ressamlar, şairler, Avrupa’ya, ABD’ye gitme peşindeydiler. Violeta, Şili’yle bağlantımızı sağlayan bir adım gibiydi. Şili’de hiçbir şey yoktu. Ancak gerçek değerler sıradan insanların yaşamındaydı ve Violeta bunun farkına varan, bunu seven ve kendi müziği ile bunu yorumlayan bir kişi oldu.” Şili kültürünü araştırmak için And Dağı eteklerinde yaşayan yerli halkların yaşadığı köyleri karış karış gezen Violeta, buralarda söyleşiler ve kayıtlar yapar. Müzikolog Gaston Soublette’nin aktarımıyla bu derleme/araştırma ve arşiv oluşturma çalışmaları “eşek üstünde tek bir gitarla” devam eder uzun süre. Okuma- yazma oranının çok düşük olduğu bu yoksul dağ köylerinde özellikle sözlü geleneğin taşıyıcısı olan kadınlarla çalışır en çok. Eski halk(folk) şarkılarının kaybolmasını önlemek amacıyla arşiv çalışmalarına da başlar. Tüm Şili’de olduğu gibi yaşadığı bölgede de ağırlıklı olarak gitar kullanılmasına rağmen, bu bölgelerde kullanılan geleneksel çalgılara da ilgi gösterir. Bu çalgılardan bambo, flüt ve charango’yu kullanmaya başlar. Uzun bir derleme çalışması sonrası döndüğünde üç binin üzerinde halk şarkısı derlemiştir. Bunları “Şili Folklor Şarkıları” sonrasında da “Şili Köy Şarkıları” olarak albüm yapmıştır. Sözlerini kendi yazıp bestelediği çok sayıda şarkısı olan Violeta’nın dünyanın her ülkesinde sol/sosyalistler başta olmak üzere milyonların bilip söylediği en ünlü bestesi Gracias A La Vida** şarkısıdır.
Ruhi Su, radyoda söylediği türkülerde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle işine son verilmiş, aleyhinde kampanyalar başlatılmış biri olarak yoluna türkülerle devam etme kararı alır. Çok küçük yaşlarda halk sözlü geleneğinin çok canlı olduğu bir bölgede -Çukurova’da- çocukluğu geçtiği için, türkülere hem kulağı hem de dili yatkındır. Çocuk yaşlarında konu komşunun dikkatini çekmiştir sesiyle. Fırsat bulunduğunda onlara öğrendiği türküleri söyler. Fransızların Adana’yı işgali sırasında yaşanan kaç-göç yıllarında Torosların eteğindeki dağ köylerinde çok fazla türkü dinleyip öğrenmiştir. Aldığı Batılı müzik eğitimiyle türkülerde yeni bir form yaratmanın ve türküleri kendi damarından kopartmadan özgün bir şekilde yorumlamanın arayışı içerisindedir. (Opera eğitiminin bu özgünlükte önemli bir payı olduğunu da belirtmek gerekir.) Özellikle yaşadığı şehrin çevre çeperinde tutunmaya çalışan, Anadolu’nun farklı bölgelerinden gelen insanların yaşadığı gecekondu mahallelerinde yapar derleme çalışmalarını. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yeni ekonomik politikaların hayata geçirilmeye başlandığı yıllardır. Toprağa bağlı yaşamın kırılmaya başladığı, aş ve iş derdiyle köyden kente yoğun göçlerin yaşandığı bir süreçtir bu dönem. Kır/köy yaşamıyla bağı tam kopmamış, kent kültürüne henüz tam anlamıyla adapte olamamış bu insanların geldikleri bölgelerin sözlü geleneğini taşıyor olmaları, onların yaşadığı yoksul semtlere ve gecekondu evlerine konuk edecektir Ruhi Su’yu. Mahallelerden gelen haber ve davetlerle derleme çalışmalarına başlar. Öncelikle büyük halk ozanlarından Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre üzerine araştırmalar ve derlemeler yapar. Bu derlemeleri armonize ederek yeniden seslendirir. Kullandığı tek alet bağlamadır. Bu süreçte halk bilimci ve folklor araştırmacısı Pertev Naili Boratav ve Sabahattin Eyüboğlu, derleme ve arşiv oluşturma çalışmalarında ona destek olmuştur. Kendi yazdığı şiirleri de yine halk ezgilerinden ilham aldığı notalarla besteler. Batı formu ile halk müziğini birleştiren devrimci bir müziğe evrilen bestelerdir bunlar. “Karadeniz Ağıdı”nı, 1920’de öldürülen Mustafa Suphi ve arkadaşları için bestelemiştir. 1968’de faşistler tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Vedat Demircioğlu için “Bir Sabah Uykusunda” türküsünü besteler. 1969’da adı Kanlı Pazar olarak tarihe geçen faşist ve gerici güçlerin devrimcilere saldırması sonucu yaşanan olaylarda ölen gençler için yaktığı türkü “Bu Meydan Kanlı Meydan”, bugün de olduğu gibi devrimci gençlerin eylem alanlarındaki marşlarından biri haline gelmiştir. 1977 1 Mayıs’ında öldürülenler için “Şişli Meydanı’nda Üç Kız”ı yazıp besteler. Ama adını kitlelere duyuran ise bunlardan daha önce yazıp bestelediği Mahsus Mahal*** türküsüdür.
KORO ÇALIŞMALARI
Ruhi Su, öğretmenliğe başladığı yıllardan itibaren koro çalışmalarına başlar. 1936 yılında “Müzik Öğretmenliler Korosu”nu kurar. Koro başkanı da Ahmet Adnan Saygun olur. İkinci önemli koro çalışmasını Ankara Üniversitesi DTCF öğrencilerinden oluşturduğu koroyla yürütür. Koronun adı birçok yerde ve belgeselde “Tel ve Sesler Korosu” olarak anılmıştır. 1951 TKP Tevkifatı sebebiyle cezaevinde kaldığı dönemlerde küçük gruplardan korolar kurmuştur. 1960’lı yılların sonlarına doğru Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan bir koro çalışması yapmıştır. 1964’te bir de çocuk korosu kurmuş, bazı programlarında bu koroyla çıkmıştır.
Atıf Yılmaz’ın “Karacaoğlan’ın Kara Sevdası” adlı filmin müziklerini yapma teklifi üzerine Adana’da özellikle Kadirli yöresinde -aşıklık geleneğinin hala canlı olduğu bir bölgedir günümüzde de- Karacaoğlan derlemeleri yaparak film için küçük bir de koro kurar. Derlediği türküleri, film için koroyla birlikte seslendirir. 1974’te Dostlar Tiyatrosu oyuncularından bir koro kurar. Koroda, çok sesli türküler ilk kez seslendirilir. Konserlerde Ruhi Su’ya eşlik de eder bu koro. Başta Genco Erkal ve diğer sanatçılar, Ruhi Su’ya daha geniş bir koro kurmasını önerirler. Üyeleri, müziğe ilgili gençlerden sınav ve elemelerle seçilen koronun başkanlığı da Ruhi Su’dadır. Adı “Dostlar Korosu”dur artık. Birçok engellemeye ve baskıya rağmen çalışmalarını sürdürür. Fakat 12 Eylül Darbesi’yle ülke yönetimine el koyan Cunta’nın baskı yasaklamalarından kaynaklı çalışmalarına ara vermek zorunda kalan Dostlar Korosu, Ruhi Su’nun 1985’te ölümünden sonra tekrar çalışmalarına başlar. 1987 yılında adını “Ruhi Su Dostlar Korosu” olarak değiştiren koro, ülkedeki çalışmalarını kesintisiz sürdüren uzun soluklu birkaç korodan biri olmaya devam etmektedir.
Violeta Parra’nın koro çalışmaları biraz farklı olsa da müziğe ilgi duyan gençleri bir araya getirmeye çalışmış; halk şarkılarını yepyeni bir tarzda söylerken çalışmalarına onları da ortak etmiştir. Bunu o dönemde yaygınlaşan Pena adlı kültür merkezleri aracılığıyla yapmıştır. Penalar özellikle Şili Komünist Partisi’nin örgütlenme alanı olarak gençlerin fazlasıyla ilgi gösterdiği merkezlerdir. Öyle ki Violeta’nın ölümünden sonra Penaların tüm Şili’ye yayılmasında Şili Komünist Partisi ve gençlik örgütlerinin önemli katkıları olmuştur. 1970 Salvador Allende’nin başkanlık seçiminde Nueva Cancion (Yeni Şarkı) akımı takipçisi gençler etkili olmuştur. Victor Jara’nın Venceremos marşı, önce Allende iktidarının sonra da tüm dünya devrimci hareketinin marşı haline gelmiştir. 1973’te Allende iktidarını askeri darbeyle ele geçiren Pinochet diktatörlüğü zamanında Penalar kapatılmış, geleneksel bazı çalgılar yasaklanmıştır. Victor Jara, Yeni Şarkı akımının Şili’deki en güçlü militan sesi olarak binlerin önünde elleri kesilerek işkenceyle öldürüldüğü ana kadar “Venceremos” marşını dilinden düşürmemiştir.
POLİTİK KİŞİLİK VE ÖRGÜTLÜ YAŞAM
Violeta Parra’nın politik görüşleri, Santiago’da gecekonduda kaldığı yıllarda oluşmaya başlar. Köylerden gelenlerin şehrin yoksul mahallelerindeki yaşamları, o günlerde dikkatini çekmiş; insanların yoksullar /işçiler ve zenginler diye ayrılışına tanıklık etmiştir. Özellikle 1950’ler ve 1960’lı yıllarda, Güney Amerika’daki Küba ve Bolivya Devrimleri’nin etkisiyle kentlerde yükselen işçi hareketleri ve sendikal mücadeleden etkilenmiştir. Halka zulmeden, halkı sömüren düzene karşı, müziğiyle muhalif bir tavır sergilemeye başlar. Onun müziği aynı zamanda, Şili’nin yoksul halklarının sosyal ve ekonomik sıkıntılarından sorumlu tuttuğu kilise ve askerlerin yanı sıra zengin arazi sahibi insanlara bir eleştiridir. Ona dair yapılan “Şili işçi sınıfının müziğini, şiirsel bir kompozisyonla birleştirdi.” yorumu, yaptığı müzikler ve sanatçı kimliğinin en iyi ifadesidir. Şili Komünist Parti üyesi de olan Violeta, birçok kez gözaltına da alınmış, baskı ve engellemelere maruz kalmıştır. Tüm baskılara karşı geri adım atmamış, halkın ve mücadelenin sesi ve sözü olmaya devam etmiştir. Şili’nin uzun yıllar baskı altında kalan yerli halk müziğini, devrimci /toplumsal bir sentezle birleştirip özellikle Şili Kültür Merkezleri (Penalar) aracılığıyla gençlerin müzikle örgütlenmesinde önemli bir işlev de görmüştür. Gitar ve geleneksel flütle seslendirdiği şarkıları, sosyalist ve devrimci bir ruhun mayalanmasına öncülük etmiştir. And Dağları’nın geleneksel müziğini kendi çağıyla birleştirmeyi başarmış olan Violeta, bu yönüyle politik ve kültürel boyutları olan yeni bir müzik tarzının öncülüğünü üstlenmiştir bu dönemde. “Volver A Los 17” ve “Hace Falta Un Guerillero” gibi politik parçaları, dönemin gençliği tarafından mücadele türküleri olarak sahiplenilir. Soğuk Savaş’ın farklı bir boyuta geldiği 1950’li yıllarda politik kimliği daha fazla öne çıkar. Pablo Neruda’nın evinde söylediği kendi bestelerini dinleyenler aracılığıyla Şili Radyosu’ndan program teklifi alır. Müziğinin geniş kitlelere ulaşmasında bu programlar çok etkili olmuştur. Dönemin Jorge Alessandri hükümeti sorumluluğunda yapılmış olan Jose Maria Caro katliamından sonra, hakkında tutuklama kararı çıkartılır. Dönemin siyasi iklimi Violeta’yı çok zorlar. Halkın mücadelesiyle özdeşleştirmeye çalıştığı müziği, şarkıları radyolarda yasaklanır. Ortaya koyduğu Yeni Şarkı tarzına alternatif kolonyalist ithal müzikler öne çıkartılır.

Ruhi Su, sosyalist kimliğini sonuna kadar korumuş, bu nedenle iktidarlar ve devletle arası her zaman sorunlu olmuştur. Komünistlikle, komünizm propagandası yapmakla suçlanmış; radyo programı sonlandırılmış, opera sanatçılığından uzaklaştırılmıştır. 1954’te TKP Tevkifatı sırasında gözaltına alınıp aylarca Sansaryan Han’da her tür ağır işkencelerden geçirilmiş, aylarca tabutluk denilen hücrelerde kalmış; sonrasında 141. Maddeden kendisine 5 yıl 20 ay hapis cezası verilmiştir. 5 yıllık cezası bittikten sonra yirmi ay denetimli olarak göz hapsinde tutulmuştur. Ruhi Su, bütün yaşadığı işkence ve baskıya rağmen türkü söylemekten hiç vazgeçmemiştir. Geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan türkülerini de uzun gözaltı /işkence ve mahpusluk yıllarında bestelemiştir. Adını ilk duyurduğu bestesi Sansaryan Han’da işkence gördüğü aylarda yaptığı Mahsus Mahal’dir. 16 Şubat 1969’da ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek amacıyla 76 gençlik örgütünden bir araya gelen gençlere, faşist ve dinci/gerici güçlerin -devletin de sessiz ve tepkisiz kalarak destek verdiği- saldırıları sonucu hayatını kaybeden gençler için yazdığı “Bu Meydan Kanlı Meydan” türküsünden dolayı halkı isyana teşvikten yargılanmıştır. Çok sayıda kaset çıkartan Ruhi Su, ölümünden sonra adına kurulan vakfın çalışmalarıyla şiirleri ve yazılarının toplandığı “Ezgili Yürek” kitabı basılmış, konserlerinde söylediği ve arşivlediği türküler kaset olarak çıkartılmıştır. “Ekin İdim Oldum Harman” uzunçaları ile Fransa’da “L’academie Charles Cros Ödülü”nü almıştır.
MÜZİKLERİYLE ETKİLEDİKLERİ SANATÇI VE GRUPLAR
Violeta Parra, Paris’ten döndükten sonra devrimci gençlerin örgütlendiği La Carpa De La Reina ismini verdiği sanat merkezinin açılışını yapar. Akşamları gitarıyla sahne aldığı sanat merkezine özellikle müziğe ilgili gençler yoğun ilgi gösterir. Bu gençlerden biri de Victor Jara’dır. Yeni Şarkı (nueva concion) ile tanışması ve devrimci müzik yolculuğu böyle başlayan Victor Jara, yeni filizlenen bu müzik tarzının daha sonra hem mücadelenin içinden biri olarak hem de milyonların direnişinin sembol ismi olarak öldürüldüğü ana kadar yapılan işkencelere şarkılarıyla direnen bir komünist olarak tarihe adını yazdıracaktır. Sahneye davet edip eline gitarı uzatan Violeta için yıllar sonra bir konuşmasında “Yeni Şili Şarkısının anası” diyecektir Jara. 1950’lerde Şili’de başlayıp 1960’larda İspanyolca konuşulan tüm ülkeleri etkileyen, 1970’li yıllarda ise tüm dünyada yaygınlaşan Nueva Cancion (Yeni Şarkı) akımın öncülüğünü yapan Violeta, (Devrimci kitlelerin sesi olan bu akımın yükselişini erken yaşta ölmesiyle göremeyecektir.) Inti Illimani ve Quilapayun, Illapu ve Patricio Manns gibi geleneksel Şili halk müziği ile mücadeleyi birleştiren genç sanatçı ve grupları, Yeni Şarkı akımıyla tanıştırmıştır. Ölümünden sonra bu müzik tarzının zenginleştirilip kitleselleşmesinde ve dünya müziğini etkileyen bir akıma yol açmasında Victor Jara’dan sonraki en güçlü isimlerden biri de Mercedes Sosa’dır. Mercedes Sosa, Joan Baez’le birlikte Violeta’nın “Gracias A La Vida” şarkısını dünyaca ünlü bir şarkı haline getirmişlerdir. Elis Regina da parçanın popüleritesini arttıran sanatçılardandır. Türkiye’de de Yeni Türkü müzik grubu 1970’lerde Yeni Şarkı tarzına uyan müzik çalışmaları yapmış fakat; bu tarzın bizim ülkemizde kitlelerle buluşmasını Grup Yorum yapmıştır. Hala da en önemli temsilcisi olmaya da devam etmektedir.
Ruhi Su, aldığı Batı müziği eğitimini geleneksel halk ezgileriyle sentezleyip yeni bir müziğin öncüsü olmuştur. O güne kadar herkesin bildiği türküleri, halk destanlarını, ninni ve ağıtları çoksesli yorumlamaya çalışmış, dikkatleri çeken bir tarzın başlatıcısı olmuştur. Sözlerini kendi yazıp halk ezgilerinden beslediği besteleri, ağırlıklı olarak toplumcu müziğe uzanan bir yolu da açmıştır. Nazım Hikmet’in Kuvva-yi Milliye Destanı’ndan bir bölümü besteleyerek Nazım şiirlerini de besteleyen ilk kişi olmuştur. Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Jean De Baranger’e birçok şairin şiirini de bestelemiştir. Konserlerinde, kurduğu korolarla sahneyi paylaşarak türkülerin o güne kadar denenmemiş bir formda icra edilebileceğini göstermiştir. Korolar aracılığıyla müziğe ilgili gençleri, türkülerin çoksesli yorumlandığı bu müzik tarzıyla tanıştırmış, birçok sanatçıya bu anlamda öncülük etmiştir. Sümeyra Çakır, Tülay German bir şekilde onun rahle-i tedrisinden geçmiş önemli müzik ustalarıdır. Zülfü Livaneli’den Cem Karaca’ya Selda Bağcan’dan Sadık Gürbüz’e, Ahmet Kaya’dan Rahmi Saltuk’a, İlkay Akkaya’dan Edip Akbayram’a, Grup Kızılırmak’tan Ezginin Günlüğü’ne, Grup Yorum’a kadar pek çok sanatçı ve grubu etkilemiş, derlediği ve yeniden yorumladığı türkülerle ve kendine ait besteleriyle onlara müzik adına önemli bir kültürel miras bırakmıştır. 1980 sonrası özellikle sol/sosyalist /devrimci müziğin gelişmesinde ve yaygınlaşmasında, yeni muhalif bir müzik anlayışının gelişmesinde önemli katkıları olmuştur.
Kanser teşhisi konan Ruhi Su’nun yurtdışında tedavi olmak için süresi dolan pasaportunu yenilemek için yaptığı başvurusu tüm sanatçı aydınların çabasına rağmen reddedilmiştir. Altı Alman sanatçının – Heinrich Böll, Wolf Bierman, Ingeborg Drewitz, Günter Grass, Siegfried Lenz, Güntre Wallraff – Kültür Bakanlığı’na başvurusu üzerine “yalnız bir defaya mahsus olmak üzere” denilerek pasaportun yenileneceği duyurulduğunda ise artık çok geç kalınmıştır. 20 Eylül 1985’te Cerrahpaşa Onkoloji Kliniği’nde hayatını kaybetmiştir. Cenaze töreni, binlerce kişinin katıldığı 12 Eylül döneminin ilk kitlesel gösterisine dönüşmüştür. Törende 163 kişi gözaltına alınmış, 15 gün gözaltında tutularak birçoğu hakkında soruşturma açılmıştır.
Violeta Parra, sanatçı olarak en verimli döneminde ağır bir depresyon içerisindedir. Çocuklarından birinin ölümünden dolayı yaşadığı sarsıntı; önemli projelere imza attığı, birlikte çalışmalar yürüttüğü ve birlikte yaşamı paylaştığı İsviçreli flüt sanatçısı Gilbert Favre’den sorunlu ayrılışı, ciddi ruhsal kırılmalara neden olmuştur. “Acı, hiçbir sözle kafiye olamaz.” diyen Violeta, şehir merkezinin dışına yaptırdığı kültür merkezinde, 5 Şubat 1967 günü, gece boyu charango çalıp şarkılar söyleyerek sabaha karşı silahla intihar etmiştir.
Bugün hala bu ülkede Ruhi Su türküleri söylenip dinleniyorsa, Violeta Parra’nın şarkıları sadece Şili’de değil dünyanın her yerinde yüzbinler tarafından hep bir ağızdan söylenebiliyorsa, her ikisinin de kendi çağını aşan bir sanat anlayışı ve duyarlılığı taşıyor olmalarındandır. Müziğin insanlığın ortak dili olduğunu bilmeleri, bu dili kendi coğrafyalarında en etkili kullanan kişiler olmalarındandır. Bu dilin kaybolmaya yüz tutmuş yanlarını, derinlere uzanan köklerini, ezgilerin dip akıntılarını bir arkeolog gibi gün yüzüne çıkarmaya çalışmış olmalarındandır. Halk ezgilerini köyden kente uzanan bir yolculuğa çıkarırken yaşadıkları toprakların bu ezgileri ortaya çıkaran dinamiklerini, sınıfsal bir bakışla ele almaları ve onları ezilenlerin sesiyle çoğaltabilmiş olmalarındandır. Ezgileri, yerelden evrensele uzanan bir yolculuğa çıkarırken halkların kendi özünü koruyarak yeniye ulaşmaya çalışmalarındandır. İnsanın ve insana ait tüm yaratımların kutsallığına inanmalarındandır. Yeniyi aramanın insanı anlamak olduğunu fark etmelerindendir. İnsanı ve insanın varoluşunu sağlayan en önemli şeyin yaşam içerindeki mücadelesi olduğunu, insanın tarihsel bir varlık olduğu gerçeğini asla göz ardı etmemelerindendir. Sınıf bilinciyle yaşama bakmaları, halkların tüm değerleri gibi müziklerinin de sınıfsallığını fark etmelerindendir. Bu tarih bilinciyle, insanları söz ve besteleriyle coşkulandırmak istemelerindendir. Yaptıkları müzikle kentli aydın, muhalif, sol ve sosyalist insanları, halk ezgileriyle buluşturarak bu ezgileri sevdirmeyi başarmış olmalarındandır. Yaşamın ve yaşamlarının merkezine insanı koymuş olmalarındandır en çok da…
Hem Ruhi Su hem de Violeta Parra, diğer tüm devrimci sanatçılar gibi dünyanın tüm sömürülen ve ezilenlerinin özgürleşeceği, kardeşçe bir varoluş coşkusuyla her tür engellemelere rağmen zulüm, baskı ve tahakküme karşı direnci ve mücadeleyi büyütmek için türküler /şarkılar söylediler. Söylerken sınırsız/sınıfsız/sömürüsüz bir yaşamın olacağı daha adil ve güzel bir dünya düşlediler. Belki o dünyayı göremediler; ama görmüşçesine söylediler hep. Bizlere de o günlerin görüleceği umudunu hiç kaybetmemek adına, hem ezilenlerin mücadelesini hem de onların şarkılarını sahiplenmek düşüyor…
DİPNOT VE KAYNAKÇA
* Yalçın Küçük ve Saralı Putlar Tarihi
“Ön yargısız insan olur mu? Önyargısı olmayan insanın kafasının içi -herhalde curcunadır. Ben ,“biz” Türklerin sesi olamayacağını kabul ediyorum. Buradaki “ses” sözcüğünü müzik anlamında kullanıyorum. Benim önyargıma göre , “biz” Türklerin müzik değeri olan sesi olamaz; eğer bir Türk’te müzik değeri olan bir ses görüyorsam, Türklüğünden kuşku duyarım. Ruhi Su, benim sesini çok yüksek tuttuğum biridir. Bu nedenle bir Türk anne ve babadan doğduğuna kuşku duyuyorum.
Ansiklopedi, genel bilgi içindir ve doğru bilgi vermek zorundadır. İnsanlar aradıkları her bilgiyi ansiklopedide bulabileceklerini düşünüyorlar. Doğrusu benim müzikle ilgili önyargımı sınamak çok zor olmamalıdır; herhangi bir ansiklopediye bakarak Ruhi Su’nun anne ve babasının kimliğini bulabileceğimi düşünüyordum. Yanıldım. Pek çok ansiklopediye baktım; nerede ise hiçbir bilgi vermemelerinin yanında hiçbiri bir diğerini tutmuyor. Bütün ansiklopedileri sıralamayı düşünmüyorum.
Meydan Larousse: “Su(Ruhi), Türk müzikçisi, basbariton ( Adana1912) diyor. Anlaşılan Ruhi Su, 1912 yılında Adana’da doğmuş oluyor; annesi ve babası hakkında hiçbir bilgi verilmiyor.
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi: Ruhi Su’nun doğumunu Van’a alıyor. Gerisi şöyle başlıyor: “Su, Ruhi (1912) Van’da doğdu. Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Çocukluğu Çukurova’da ve Toroslarda geçti.”
Van’da doğan ve küçük yaşta Adana çevresine aktarılan Ruhi Su’nun anne ve babasını adı verilmiyor ve Ruhi çok küçükken anne ve babasını kaybetmiş oluyor. Küçükken ama ne zaman? 1915 yılında üç yaşındadır ve belki hala Van’dadır. Annesi ve babası acaba kıyıldı mı?
Ruhi Su’nun nüfus cüzdanının ilk sayfasını bulamadım; şöyle bir hipotez kurabiliyorum: Eğer Ruhi’nin annesi ve babası Van’da kıyılan Ermeni ise, nüfus cüzdanında babasının adının çok büyük ihtimalle Abdullah olarak yazılması gerekiyor. II. Murat’ın oğlu ve tahta II. Mehmet olarak çıkan Fatih’in annesinin babasının adı da Abdullah’tır. Buna bakarak uzmanlar Fatih’in annesinin de doğumunda Müslüman olmadığı sonucunu çıkarıyorlar. Osmanlı döneminde İslamlaştırılan, çok zaman babası öldürülen ve bu nedenle bilinmeyen Hıristiyan çocuklarına baba adı olarak “Abdullah” veriyorlar. Sanıyorum ilk Müslüman olan Muhammed’in babasının adının Abdullah olmasından kaynaklanıyor. Ruhi’nin bir nüfus cüzdanı suretini ararken bu önyargı ve hipotezle hareket ediyorum. Nüfus cüzdanını bulamadım; ancak Ruhi’nin 1951 Komünist Tevkifatı nedeniyle tutuklandığı ve sonradan hüküm aldığı için iddianameye bakabileceğimi düşündüm. Hipotezim doğru çıkıyor. 1953 yılında hazırlanan
iddianamenin sanıklar sırasında 141’inci yerde şunlar yazıyor: “14/11/52 tarihinde tevkif olunan, Ankara Işıklar Caddesi, Karakuş Sokak, Haile Apartmanı’nda mukim, Devlet Opera Sanatçısı, 328 Van doğumlu, Abdullah’tan olma, Huri’den doğma Mehmet Ruhi Su.” Ne kadar hoş; annesini ve babasını üç yaşında bir anda ve Van’da kaybeden küçücük çocuğa isim ararken nüfus memuru herhalde Mevlidi hatırlamış olmalıdır. “On ikinci gece isneyn gecesi/ Çünkü Abdullah’tan oldu hamile” İşte buraya uygun düşüyor. Bazen bir araştırmacı bir hipotez kurduktan sonra çok daha fazlasıyla karşılaşabiliyor. Nüfus memurunun Ruhi’ye anne olarak bir cennetsel “Huri”yi ve göbek adı olarak da Muhammed’in bir tür kısaltılmışı olan Mehmet’i uygun bulduğu anlaşılıyor.(….)
Bulguları özetliyorum:
Bir: Ruhi Su hakkında, biyografik bilgiler çok kıt ve birbirini tutmuyor.
İki: Anne ve babası hakkında bilgilerin üstünü örtme eğilimi saptanıyor.
Üç: Bir kardeşi veya amcası ya da teyzesi bilinmiyor.
Dört: Van’da doğduğu ve buradan Adana yöresine getirildiği kesindir.
Beş: Doğum tarihi olarak 1912 tarihi veriliyor. 1915 yılında Van’da Ermeni Kıyımı oluyor.
Altı: Babası bilinmeyen ya da kıyılan Hıristiyan çocuklarına baba adı aranırken “Abdullah” adını seçmek, yeniçeriliğin başladığı tarihten itibaren Osmanlı düzeninin değişmeyen bir usulüdür.
Yedi: Ruhi’nin anne ve babasının isimlerinin nüfus memuru tarafından uydurulmuş olması çok yüksek bir ihtimal olarak görünüyor.
Benim temel görüşüm ise, Türklerde güzel ve hacimli bir ses bulmak imkansız; eğer bir Türk’te böyle bir ses varsa, Türk olduğundan kuşku duyuyorum.
Ruhi’nin dünyaya bir Ermeni anne ve babanın çocuğu olarak gelmesi ve anne ve babasının 1915 yılında Van’da öldürülmesi ya da göçürülmesi çok yüksek bir ihtimaldir; önyargım böyle bir sonuca götürüyor; ancak önyargım sadece bilimsel araştırma düzlemindedir; insanların kökeni konusunda ise hiçbir yargı taşımıyorum. Benim için Ruhi’nin Ermeni olarak dünyaya gelmiş olmasında hiçbir sakınca yoktur; sadece anne ve babasını çok küçükken kaybetmiş olmasına üzülebiliyorum.”
**“Gracias A La Vida”(Teşekkürler Hayat) sözü, İspanyol halkları arasında anlatılan efsaneleşmiş bir halk kahramanın sözü olarak bilinmektedir. Özellikle devrimciler arasında sloganlaşan bu söz, idama götürülen bir genç devrimcinin haykırdığı son sözleridir. 1939 yılında Madrid’de Franco’nun mangaları ordu, kilise ve sermayedarların desteğiyle ülkede
devrimciler için sürek avı başlatmıştır. Yakalanan, tutuklanan, gözaltına alınan devrimcilere ağır işkenceler yapılmakta, öldürülmektedir. Konuşmayanlar, direnenler en ağır insanlık dışı işkencelere maruz kalıyor, idam ediliyordur. Genç bir tarım işçisi olan Carlos – henüz 18 yaşındadır- devrimci bir militandır aynı zamanda. Yakalandıktan sonra işkenceden geçirilir. O, hiçbir şekilde konuşmaz, sonuna kadar direnir. Artık idam edilecektir. Carlos asılmadan önce, kilisenin işbirlikçi papazı hücresine gelir: “Evladım adettendir, son bir isteğin var mı, dua ister misin?” der. Carlos, papaza bakar, güler ve bağırır: “GRACİAS A LA VİDA!”
***Mahsus Mahal, Ruhi Su’nun Sıdıka Umut için yazıp bestelediği bir türküdür.1951 Tevkifatı ile gözaltına alınıp 6 ay Sansaryan Han’da işkence gören, tabutluklarda tutulan Ruhi Su, daha öncesinde Dostlar Korosu’ndan tanıdığı Sıdıka Umut’un da aynı yerde olduğunu, ona da işkence edildiğini, sesini tesadüfen duyarak anlar. Duygusal olarak da aralarında bir yakınlığın başladığı bir dönemde birbirlerinden dahi gizledikleri TKP üyesi oldukları gerçeğini böylece öğrenir Ruhi Su. Mahsus Mahal türküsünü Sıdıka Umut için besteler ve söyler. İkisi de ceza alır. Aynı cezaevinde kaldıkları dönemde, Harbiye Hapishanesi’nde, Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko’nun nikah şahitliğinde evlenirler.
https://ekmekvegul.net/index.php/kultur-sanat/gunun-sarkisi-gracias-a-la-vida
https://www.ruhisu.org.tr/vandan-istanbula-bir-ezgili-yurek-ruhi-su-sidika-su-ve-dostlari anlatiyor/
http://defterares.blogspot.com/2011/09/sarknn-srrna-eren-esmer-tenli-kz.html
https://tr.wikipedia.org/wiki/Violeta_Parra
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruhi_Su
La Bicileta Dergisi, Toda Violeta Parra
Akatlı Füsun, Bir De Ruhi Su Geçti, Su Yayınları, 2020
Gezici Aytekin, Yalçın Küçük ve Saralı Putlar Tarihi, Karakutu Yayınları, 2008
Yaseyan Zabel, Yıkıntılar Arasında, Aras Yayıncılık, 2014
Su Ruhi, Ezgili Yürek, Everest Yayınları, 2010