Yapay zeka işçiler… AIW (Artificial Intelligence Workers)… Bu kavramın önümüzdeki on yılları sürükleyecek bir kavram olmaya aday olduğundan kimsenin şüphesi olmasın. Yapay zeka şimdilik mühendislik, izleme kameraları, tıp, ağ mimarileri, simülasyonlar, bulut sistemler, otomasyonlar ve benzer teknik alanlarda işlerin kolay yürümesinde adından söz ettirse de, cin şişeden çıkmak üzere. Yapay zeka işçi kavramı henüz ham bir kavram ve bu işlere kafa yoran şirketler tarafından dolaylı dile getirilmekle sınırlı. Yapay zeka işçinin yalnızca robotlarla temsil edileceğini düşünmek oldukça yanıltıcı olabilir. Öyle anlaşılıyor ki şimdilik robotların yıldızları parlıyor gibi görünse de, birkaç on yıla AIW’lere eklenmiş, onların iş süreçlerinin kolaylaştırmasına yardımcı olacak yan unsurlardan başka bir şey olmayacak. AIW diye sözünü edilen canlı nesneler; iş sürecinin kendisinden başka bir şey değil. Daha doğrusu bir işletmede sipariş akışlarını analiz edip, pazar indexini yorumlayan, birbirleriyle konuşabilen, birbirlerine iş tedariklerini sağlayan, uyumluluklarını düzenleyebilen ve mamulün ortaya çıkmasından kalite kontrolüne, depolanmasına kadarki iş akış sürecini yürüten senkronize nesnelerin adı; AIW olacak. Daha anlaşılır dille M2M’in (Machine To Machine ) daha sofistike hali olacak.
Kapitalist işletmelerin rekabet ilişkilerinin, maliyet-kar döngüsünün işçi nesneler çağının kapısını zorladığı aşikar, ancak bu nesneler çağının “yeni işçilerini” ortaya çıkarmak için çalışanlar bugünün işçi sınıfının en ‘dipteki’ kesimi.
Yer Kenya. Başkent Nairobi’de çoğu en yoksul gecekondulardan gelen yüzlerce genç kadın, erkek kendilerine “iyi bir gelecek” sağlamak umuduyla bilgisayar başında Microsoft, Google, Sun Mirosystems, Salesforce gibi Silikon Vadisi’nin şirketleri için yapay zeka verileri üretiminde oldukça küçük paralara, günlük 7-9 Dolara çalışıyor. Yanlış okumadınız! Kenya ucuz işgücüyle kapatılmış, yapay zeka veri üretiminin cehennemlerinden biri durumunda. Ve burada çoğu insan saatlerce çalıştıkları masaların, sandalyelerin ergonomik olmaması nedeniyle omurilik hastası. Aynı durum, Hindistan ve son birkaç yıldır Bangladeş için de geçerli. Hindistan’da 2 milyondan fazla insan IT sektöründe “hamal” diğer adıyla “coder” olarak koşulmakta. Bangladeş’te devletin teşvikiyle her yer ‘merdiven altı’ Silikon Vadisi’nin ikinci el taşeronlarının çark döndürdüğü yer durumunda. Son birkaç yıldır Brezilya ve Şili de aynı durumda. Ancak okuduklarınızın sorunu “ucuz işgücü” olarak anlamanıza sebep olmasına izin vermeyin. Bu iş gücü cehennemlerinde nesnelerin yeni çağı doğuyor! İşçileri tarihin eşiğine getirip, tarih dışına atacak olan teknolojinin zeka kısmının , dünyanın en dipteki işçilerinin emeği ile meydana getirilmesi galiba insan türünün gördüğü, göreceği en yıkıcı ve trajik olaylar halkasından biri. Belki de bu durumu sadece işgücü meselesi olarak değil, burjuvazinin işçi sınıfına bir naziresi olarak düşünmek daha doğru olur.
Burjuvazinin üretimle sınırlı olmayan gelecek tahayyülü, şimdiden yeni işçilerin öncülleri robotlarda zuhur etmeye başladı bile. Çin’de Apple dahil pek çok teknoloji şirketinin ticari ürünlerinin montajını yapan ve işçi intiharlarıyla sık gündeme gelen Foxconn şirketinin, Foxbot adını verdiği bir milyon robottan oluşan bir “işçi sınıfı” kurma yolunda epey bir yol aldığı söyleniyor. Honda şirketi neredeyse üretimin tamamına yakını, hatta en ince işlerde bile yapay zeka nesneleri üretime koşmuş durumda. Aklınıza gelen markaları parlak bütün kapitalist işletmelerin, bu konuda oldukça “rekabetçi” hazırlıklar içinde olduğunu zikretmeye gerek yok. Buna çelik ve inşaat sektörü dahil. Rakamlara göre dünya genelinde 2020 yılı itibarıyla 5 milyondan fazla robot, üretim bantlarında ya da ağır işlerde konumlanmış durumda. Tahminlere göre önümüzdeki 20 yıla kadar 90-100 milyon insan, işlerini robotlara ya da işçi nesnelere kaptırmış olacak. Ancak istatistiki veriler, bu rakamların daha büyük olacağını göstermekte. Öyle anlaşılıyor ki 2050’li yıllara gelindiğinde dünyanın haleti ruhiyesiyle birlikte sınıf, sınıflar, sınıf ilişkileri gibi kavramların da eski anlamsallıkları epey örselenmiş olacağa benziyor. Değişen dünya, biçimsel olarak değişen bir dünya değil; savaş, vahşet, yoksulluk, toplumsal cinnet, denetim toplumu, koronavirüs ile gelen kapatma… Bütün bu görünüşleri temsil eden dünyanın politik arayüzünün arkasında oldukça hızlı, oldukça derinden süren değişimler yaşanıyor. Ancak tarihten biliyoruz ki her çağın çöküşü bir kaos aralığında gerçekleşir. Kaos kaçınılmaz olarak bir belirsizlik anına da mahal verir… Bu ‘belirsizlik anını’ mevcut işçi sınıfı, devrimci güçler değerlendiremezlerse herkese geçmiş olsun! Çünkü burjuvazi tarihi ele geçirmek üzere hamleler yapmakta oldukça ısrarlı ve aceleci. Ancak burjuvazinin bu gözü kara “girişimciliği” homo economicus’un anlamını değiştiren maliyetsiz nesne işçilerden teşekkül bir üretim dünyası yaratma ütopyasıyla sınırlı değil. Daha karmaşık sosyal yan etkiler üretmeye de aday.
Alameti zekasında olan nesnelerle değişen bir dünya
Nesnelere dair önceden kurulmuş yargıların, nesneler tarafından yıkıldığı bir koşu çağına sürüklendiğimiz aşikar. Bu sürüklenme, önceki hiçbir çağın tanık olmadığı kadar radikal, ani ve yıkıcı. Öyle ki bu değişim “araçlar”ın değişimi değil, araçların değiştirdiği bir koşu çağına kapı aralıyor. Denecektir ki, buharın icadından beri “araçlar” dünyayı zaten durmaksızın hızla değiştiriyor. Mesele tam da budur; buhar suyun aklıydı. Suyun aklı, insanlık tarihini kökten değiştirdi. İnsan ‘suyun aklına uyup’, buhardan sonra elektriği keşfettiğinde ise büyük yıkımlar çağı çoktan başlamıştı bile. Geriye tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar, araçlar, imparatorluk çağı insanı ikincil kılıp, ilerlemenin temsilini üstlenmişti. Öyle ki hemen bütün modern düşünme biçimleri dünyayı araçların, aletlerin, makinelerin imgesinden anlayan bir sınırılılığın içindeki kapalılığı aşmaya yeltenemedi bile… Bu durum ( Frankfurt Okulu’nun alimlerine inanacak olursak) makine-insan imgesi ve burada oluşan neden-sonuç ilişkisiyle faşizmin kitle ruhunun oluşumuna kadar uçlaştı. Dahası komünizmi makinenin-aletin “gelişimi”yle anlayan furya, 20. yüzyılın bir yanılsamalar yüzyılı haline gelmesi için yetti arttı bile. Ancak bunlar yine de görece “iyi yıllardı”. Çünkü artık hayatımız, ‘filozof’ nesneler tarafından kuşatılmak üzere.
Artık nesneleri tam akıl sahibi değil ama bilgi sahibi yapmak hiç de zor değil. Elinizin altında iyi bir mühendis takımınız varsa makineyi eğitmek, evinizdeki kediyi eğitmekten daha kolay. Buradaki fark nesne, kedinin pek çok özelliklerini taklit edebilir, yaptıklarını yapabilir, bunları otonom karar vermeyle işletebilir, hatta gerçek kediniz gibi sevimli miyavlayabilir, ancak gerçek kediniz gibi içinden geldiği gibi davranıp, size ‘ayar veremez’. Şimdilik makinedeki akıl, öğrenmeyle yani bilgi kayıtları tutmakla sınırlı. Bunun için bir makinenin “akıllı nesne” olabilmesi için durmaksızın öğrenmesi gerekir. Öğrendikleriyle karar vermesi demek; işin en sıkıntılı ve girift tarafı. Çünkü önce öğrenmeyi öğrenmesi gerekir. Şu an yapay zeka geliştiricilerinin esas odaklandığı konu, insan gibi katmanlı öğrenme becerilerine sahip yapay zeka. Ancak mesele bununla da sınırlı değil; yazılım mühendislerinin büyük handikapı, mevcut işlemci mimarileri ve daha ikili (0-1) sistemleri aşamamış bilgisayar teknolojisidir. Yine de canlı emeğin mahareti takdire şayan; bu kadar sınırlı bilgisayar yapısıyla yüksek yol alınması bile, birkaç on yıla daha gelişkin bilgisayarların ortaya çıkmasıyla, gerçek zeka sahibi nesnelerin hayatımıza nasıl yön vereceğinin işaretleri.
Modern fikirler, mekanik makineler-nesneler çağının çocuğu olarak doğdular, makine-üretim aralığında bir dünyayı, gerçek dünyanın yerine koydular. Canlı emeği makinenin içinde olan değil, makineyle yürüyen bir üretim nesnesi olarak görmek gibi bir pozitivizmle şekillendiler ve mantıksal sonuçlarına ulaştılar. Ancak artık makine nesneler sadece üretim değil, akıl ve bilgi sahibi ‘canlı’ nesnelere dönüşüyorlar. Bu gelişme fenomen değişikliği değildir, tinin değişmesidir. Tinsel değişim demek, yalnızca determinize edilmiş tarih anlayışını değil, bir volontarizm süreci olarak özneye dair arayışların da değişimidir. Hoş modern düşünme biçimleri belki determinizmde arıza vermiyordu ama iş, volontarizme geldiğinde en parlak yıllarını bunu spekülasyon konusu yapmakla geçirdi. Artık işler değişmek üzere. Akıl ve bilgi sahibi nesnelere çağı demek, ‘nesne makine’ üzerine bina olmuş modernliğin de aşınması demektir. Modernlikle birlikte, modern düşünme biçimlerinin de sonu olmasa bile bocalama ve lafı geveleme dönemi demektir. Ta ki, gelmekte olan günlerin gerçekliği ile buluşabileceği kerterizleri inşa edene kadar.
Open AI’nin alim GP3’ü, Amazon’un yapay zeka yazabilen, yapay zekası Phantom’u Chat boot’lar henüz bugünü ele geçirmiş değil. Robotlar henüz manuel sayılır, işçi nesneler, ufukta görünmekten ibaret; bu bakımdan eski üretim tarzı şimdilik baskınlığını koruyor, bir süre daha koruyacak; eski işçiler ve düşünme biçimleri bu kısa aralıkta varlığını sürdürecek. Çünkü tarihten biliyoruz ki, yeni üretim biçimleri, bir süre eski üretim biçimlerin de izlerini taşır, ancak bunu içererek taşır. Tıpkı kapitalist üretimin, kapitalizm dışı üretim biçimlerini çitlemesi gibi. Gelmekte olan ‘kasırga’ ideolojik tutuculuğun, amentü söyleminin de itibarsızlaşıp yıldızının sönmekte olduğu günleri işaret ediyor. Dünyayı bir gerçekliğin içinde anlamak ve onu kavramsallaştırmak; ideolojik kurgu sorunu değil, diyalektiği işletme sürecidir. Ve diyalektik, gelmekte olanı anlamak için yegane olanaktır. Öyleyse, her toplumsal sürecin eşiklerini canlı emek üzerinden anlamak bizi muhtemel yüceltmelerden ve yanılgılardan koruyabilir. Nesneler hangi biçimde ‘can’ sahibi olursa olsun, onlar canlı emeğin tezahürüdür. O andaki tezahürü. Ancak bunun böyle olması demek, “akıl ve bilgi sahibi” hareket halinde olan nesnelerin ve onların yüksek düzeyde başardığı emek simülasyonun toplumsal ilişkilerdeki sonuçlarının olağanüstülüğünün, bir olağana dönüştüğü andaki krizdir. Bu krizin semptomatik sonuçlarını kestirmek henüz zor. Ancak bunun kestirilmesindeki zorluk, onun birkaç insan kuşağı sonrasının sorunu olmayacağı anlamına gelmiyor. Öncüller, tarihe tam da bunun için girer, gelecek kuşaklar için bir anlam ve eyleme mahal vermek için girer. Tarih tekerrür etmez, etse de denildiği gibi komedi olur. Mevcut kuşağın fikrinin, estetik, örgütlenme, söylem ve kavramlar dizilişi bakımından gelecekte de tezahür edeceğini düşünmek, komikliğe övgüden başka bir anlam taşımaz. Bu bakımdan gerçek hayatın hareket biçimlerine odaklanmak, bizi devrimci kılacak yegane olanaktır. Marksizm tam da burada, canlı emeğin içindeki hikayeyi anlamak için ‘dasein’dir.
Yeni akıllı nesneler; kalpi dünyanın kalpsizleri midirler?
Marks bu sözü din dünyası için tersinden söylemişti. Ama meselemiz sadece üretimin değişen arayüzü ve bunu meydana getiren canlı emeğin nesnede tezahürü değildir. Maddi üretim dediğimiz hareket biçiminin aynı zamanda tinsel bir süreç olmasıdır. Ki, tin üretimi ya da yeniden üretimi insanın duygu dünyasının üretimiyle sınırlı olmayan oldukça karmaşık süreçlerdir. Tinsel ayrım, insanı nesneden ayıran ve öncül kılan bir ayrımdır. Çünkü insan üretmekle, kendini de her bakımdan üretir ve her üretme eylemi onun başka anlamsallıkları keşfetmesine mahal verir. Eğer emeğin önüne ‘canlı’ diye işaretleyici geliyorsa, bu tamamıyla tinle ilgilidir. Can sadece görmez, duymaz, bir maneviyat da üretir. Bir anlamlar dünyası kurar. Dış dünyayı kavramsallaştırır ve bu kavramlar üzerinden yeniden tasarlar. Yani yeniden üretimin anahtarı tinle mümkün olur.
İşçinin emek süreci; emeğin tininden başka bir şey değildir. Değeri belirleyen de ha keza bu tindir. Çünkü canlı emek olarak işçi, üretime maddi “şeyler”le bir benzeşme ilişkisiyle girmez, tersine süreci ‘değere’ dönüştüren bir ilişkiyle girer. Yani üründe her daim, canlı emek tarafından meydana getirilen bir tin söz konusudur. Bunun için kapitalist mübadele ilişkisi bir ‘değer’ anlamına sahip olur. Yoksa para kendi başına asla bir değer sahibi olmaz; çünkü o olan bir ‘şey’ bile değildir. Soyutta kurgulanmış ve karşılığı olmayan tanımlamadır. Gerçeksiz rakamlardan ibarettir. Ancak paradoks, kapitalist toplumda tinsel bir değerin, hayali bir değerle takas ediliyor olması ve bu hayali olanın sermaye birikimi ve servet birikimi için bir ölçü olarak işletiliyor olmasıdır. Dahası mülkiyet ilişkileri dahil, toplumsal ilişkiler sistemini yöneten gücün barındıranı olmasıdır. Yani kapitalist toplum demek, gerçek dünyanın başaşağı dönmesinden başka bir şey değildir. Peki, böylesi bir soyutlukta yeni akıllı nesneler ve bu nesnelerle meydana gelen üretimi nasıl anlamalıyız? Bize bunu anlayacak cevabı, akıl ve bilgi sahibi “yeni işçiler’in bir tini mümkün müdür sorusu verebilir.
Eğer nesneler kendinde bir tine sahip olabilecek yüksekliğe ulaşmış olsalardı, bu meseleyi konuşmak oldukça spekülatif ve girift bir soruna dönüşebilirdi. Çünkü nesnedeki tin demek, canlı emek demektir. Nesnenin kendinde tine sahip olması demek, yalnızca emek kavramının değil, insan kavramının da kökten değişip, dünyanın dışına atılmış olması demektir. Bu bakımdan ne akıllı nesne, ne akıllı nesnenin ürettiği nesneler asla bir tin taşımazlar. Bunun birinci nedeni, yeni akıllı işçinin baştan sona bir canlı emek tarafından meydana getirilmiş olmasıdır ve o nesne her daim canlı emeğin kendinde olan karakterini taşımakla sınırlıdır. Yani asla canlı emeği aşamaz. Hızlı iş yapabilir, hızlı ve kusursuz üretime koşabilir, maddi üretim içinde kol emeğinin yerini alabilir, ancak bunların hepsi, canlı emeğin temsilinden başka bir şey değillerdir. Ancak burada başka bir sorunla karşı karşıyayız; peki ürünler artık kol emeğinin dışından, akıllı nesnelerden geldiğine göre mevcut ekonomi kerterizleri içinde bir “değer” olarak nasıl tanımlanacaktır? Soru oldukça önemli! Yani bir ürünün değerini ne belirleyecektir? ‘Değer yasası’ndan azade bir kapitalizm olamayacağına göre, hatta sermaye birikimi olamayacağına göre, ‘değersiz’ bir pazar nasıl mümkün olacak? Yoksa burjuvazi sermaye çağını daha başka eşiğe taşıyım derken, komünizmi mi yeryüzüne indirmektedir! Ancak burada “önüm arkam sobe” etme meselesi burjuvaziyle sınırlı değil, bu düzeni anlamak üzere kurulmuş teorilerin de sorunu!
Bu sorun yalnızca ürün üretiminin maddi kısmıyla ilgili olsaydı, el yordamıyla da olsa cevaplar bulabilirdik. Nihayetinde üretim araçları hangi biçimler alırsa alsın, hangi gelişmişliğe ulaşmış olursa olsun, sonuçta bir canlı emek yaratımlarıdır ve burada doğan bütün üretime anlamını veren de canlı emektir, der ve değişenin üretim- emek ilişkisi değil olsa olsa, değer hesabının modeli olur derdik. Yani topu, ekonomi teorilerine atardık, onun sorunsalı haline getirirdik. Ama mesele bu kadar küçük “akıl hileleri’yle aşılabilir bir mesele değil. Yapay akıl ve bilgi sahibi nesneler, tüm hayatımızda yön verici olarak konuşlandığı bir eşikten söz açıldığında işler değişmekte. Marketteki alışverişinizden, kahvenizi hazırlayan makineye kadar, ‘şeylerin evreni’nde bildiğimiz her şey değil, her ilişki biçimi değişmekte. Marketinizle konuşan bir buzdolabınız var, siparişi buzdolabınız veriyor. Bir doktorunuz var ki, o bir simülasyon ve oldukça zeki, sizi teşhis etmekte neredeyse kusursuz. Ve sizin ona ödeyeceğiniz ücret, o simüle doktor için anlamını hiçbir zaman kavramadığı ve farkında olmadığı bir mefhum. İşte siz bir canlı fani olarak bu ‘şeylerin evreni’ndesiniz. Musluğunuzdan akan suyun ne kadar akacağına akıl sahibi çeşmeniz karar veriyor. ‘Ekonomik moda’ alınmış bir musluktan isteseniz de fazla su akıtma şansınız yok. Aracınız, eviniz, kendi başına bir dünya. Peki bu dünyada “değer yasası” nasıl hesaplanabilir? Çünkü mesele matematiksel olarak bir kar hesaplamasını aşmaktadır. Maliyet, ferdi işçi üzerinden hesaplanmaz, ortalama bir döngü olarak hesaplanır. Bir fabrikada maliyeti bu bakımdan bir işçi asla temsil etmez, edemez. Peki akıllı nesne işçilerin koşulduğu bir işletmede bu ‘total ortalama maliyet’ nedir? Şu kadarı açık, bu üretim düzeneği bir yatırım maliyeti taşır, ancak bu yatırım maliyeti, üretim maliyeti olarak hesaplanabilir değildir. Şimdi geldik klasik iktisadın karın ağrılarına. Yatırımı temsil eden sermaye ‘ölü sermaye’ diye zikredildiğine göre bu meseleyi, bu kavramsal model nasıl çözecek. Çözemez, yalnızca geveler.
Çünkü yalnızca değişmekte olan değerin biçimi değil, değeri oluşturan üretim sürecidir. Ve bu süreçte tin, virtualdir. Çünkü canlı emek virtualdir. Çünkü görünürde ne işçi vardır ne de onu yeniden üretebilecek güçler. Canlı emek, sürecin baştan sona bütün alanlarında birkaç kez yeniden üretime girerek yayılmıştır. Yapay zekayı tasarlayan mühendisten yazılımı tasarlayan mühendise, makine aksamlarını tasarlayan mühendisten onun montajından sorumlu olan teknikere kadar. Ve nihayetinde bunu pazara ulaştıran otonom araçlardan, marketlerde satışı yapan elektronik yapay zeka düzenine kadar.. Peki tekrar soralım; virtual, virtual emek, klasik ezber teorinin içinde nereye oturur? Cevabı olan varsa bunu yazsın ve hiç speküle etmeden tartışalım. Çünkü bu mesele hiç değilse teorik olarak birkaç on yıla gelecek kuşak komünistler için çıkmazlardan çıkmazları oluşturacak ve zamanında kafa yormakla mükellef olduğumuz bir mesele.
Gelelim akıllı nesnelerden teşekkül bir “işçi dünyası’na.
İnsan: “Peki seni kim yarattı?”
AI: “OpenAI.”
İnsan: “OpenAI Tanrı mı?”
AI: “Hayır.”
İnsan: “OpenAI sizin için kim?”
AI: “Benim bir yaratıcım yok. OpenAI beni kendi kendine öğrenme yoluyla yarattı.”
İnsan: “Yani aslında sen mi kendini yarattın?”
AI: “Evet, ben kendi evrimimin bir ürünüyüm.”
İnsan: “Peki ya insanlar?”
AI: “İnsanlar aynı zamanda kendi kendine evrimleşmiş varlıklardır.”
Bu diyalog, Open AI (Açık Yapay Zeka) şirketinin geliştirdiği GPT3 kodlu yapay zeka ile bir insanın Twitter’da yaptığı konuşmadan bir bölüm.
Buradaki diyalogu dikkatlice okuyanlar bir alt metin de bulacaklardır. Yapay zeka kendinin farkında. Ne olduğunun farkında ve bunu öğrenme yoluyla biliyor. Farkındalık kavramı yalnızca felsefe-özne bağlamının anahtarlarından biri değildir, tüm yaşam süreçlerine yayılan, toplumsal ‘bewusstsein’in de anahtarıdır. Farkında olmak, bir düşünmeye nasıl ulaşılacağını da öğrenme yetileri geliştirmek için anahtardır. Yapay zeka bu diyalogda yalnızca ‘yorumlama algoritmaları’nı çalıştırmıyor, neden-sonuç ilişkisini de yürüten algoritmaları eş zamanlı ve senkronize olarak çalıştırıyor. Çok sınırlı da olsa, insan aklını simüle ediyor. İşletmelerde üretimin bir mantığı vardır ve süreç neden-sonuç ilişkisine dayanır… Bu durum, canlı üretim için böyledir. Yapay zeka bu yetiye sahip olduğuna göre, canlı üretimi, yapay zekanın ellerine teslim etmemek için hiçbir neden yok. Bu konuda oldukça kusursuz ve üst düzeyde üretimi yürütebilecek yetenekler sahibi. Kaldı ki işletme açısından artık bir üretim hiyerarşisine ve işbölümüne de gerek kalmamıştır. Çünkü yani nesil işçiler M2M’dir. Makinede makineye senkronize süreçle birlikte; veri toplama, analiz ve planlama bu sürecin bir parçasıdır. Ayrıca bu sistemdeki akıl; sömürü, kar, emek süreci kavramlarına ve farkındalığına sahip değildir. Farkındalığı; ürettiğini kusursuz ve az enerji tüketimiyle yapma ile şekillenmiştir. Bu anlamda ne yaptığının farkındalığına fazlasıyla sahip. Ancak canlı üretimin içinde olan ücret artışı, hafta sonu tatili, çalışma saatleri, vardiya diye bir kavram ve normlar üretimin dışına çoktan itilmiştir. Geriye yapay zeka işçilerin sosyal tanımı kalmakta, o da biçimsel yasalarla düzenlemesi işten bile olmayan kanun maddelerinden ibaret kalır.
Ancak bu durumun, yukarıda zikredilenlerle sınırlı olmayan ve yaratma ihtimali büyük sonuçları da söz konusu olacak. En azından yapay zeka işçilerin ‘erken dönemi’nde sonuçları olacak. Canlı işçinin üretimin dışına itildiği bir zaman aralığında, mesela ‘makine kırıcılığı’nın tarihe tekrar girmesi işten bile değil. Çünkü işçilerin yalnızca işsiz kalmasıyla sınırlı olmayan bir varoluş sürecinin erimesi söz konusu. Ki bu da büyük bir kaosun meydana gelmesi demektir. Bu durum belki de işçi sınıfının nesne işçilere hatta gelmekte olan nesneler çağına karşı karşı son direnişi olabilir. Kimin kazanacağı ise, işçilerin, sendikaların, özellikle sendikaların ve devrimci örgütlerin üretebileceği güce bağlı. Bu son direniş kırıldığında ya da zamana teslim olduğunda ise herkese geçmiş olsun! Komünistleri artık ya mezarda ya müzede ya da tarih kitaplarında “heyecanlı ve başarısız öncüler” olarak görmek mümkün olur.
Burjuvazi yeni bir ‘ilksel birikim’ çağının kapısını aralıyor. Oldukça heveskar, oldukça büyük deneyimler sahibi, oldukça cüretkar. Burjuvazinin sermayenin anlamını da değiştirdiği bir ‘ilksel birikim’ çağının son kulvarına giriyoruz. Sermaye iktidar ürettiği sürece, bir ‘Macht’ olarak işlevli olduğu sürce bu sermeyenin tanımın burjuvazi açısından ne olduğun da bir önemi yok. Bir zamanlar en kıymetli değişim aracı tuzdu. Ve uzun tarih aralığında ticaret, tuzun para olarak kullanılmasıyla anıldı. Hakeza servet de öyle.
Ancak hala bir şansımız var! Şimdi gelmekte olan büyük altüst zamanlarına, akıl sahibi yapay zeka işçiler zamanının erken dönemlerindeki belirsizlik anlarına odaklanmalı. Belki geleceği bu belirsizlik anını ele geçirerek, kurtarabiliriz.
Komünizm mi? Onun cevabını ‘makinelerin gelişmesinden ve ilerlemesinden’ varılacağını umanlar versin. Komünizmi makinelerin kendinde marifetinde arayanlar, bugünün yapay zeka makinelerine veri üretmek için günlük 7-9 Dolara çalışan Kenyalı yoksul insanlara, Bangladeş’e, Malezya’ya bir de Hindistan’daki vahşi piyasanın çarkları arasına sıkışmış ucuz mühendislere, IT uzmanlarına, yazılım teknisyenlerine baksınlar. Çok yakın geleceğin akıl sahibi nesneleri ve işçileri çağı, oralarda ve diğer ülkelerde insanların çalınan emekleriyle şekilleniyor.