Yaşamın ve kavganın sırrına eren bir gülüştür Aziz – Bedreddin Rasih

“Bir insan öldü vazgeçmez hala döğüşten/Ölüme karşı o, karanlığa karşı/Bizim dediysem boşuna değildi vurulduğu/Peri öldüyse bu hayat yaşamaya değsin diyedir/Ondan öğrendik gücümüzün nelere yeteceğini/Biz diyorsam onun umudu hala harlı diyedir”
(Paul Eluard)

“Eylemleriyle yarattıkları o büyük cemi aynı zamanda sadece izlemekle yetinenleri de ifşa edici bir karakterdedir onların eyleyişleri… tribündekilerin sefaletinin ifşasıdır. Buradan ayrışmaya davettir, eyleme ve ceme çağrıdır. Bu sırra erenlerin, yani müşterek olana iştirak edenlerin de cemali değil ceme kattıkları can önemli olur. ’’ 
(Menkıbe, Nejat Suphi Ağırnaslı)

Aziz, bu toprakların vicdanı, gülüşü, sözü, eylemi ve zaferidir. Yeryüzünün ve gökyüzünün savaşçısıdır. Devrimcilik, en samimi ve içten bir şekilde kendinden vermektir. Kolektife ve mücadeleye katmaktır. Fikriyle, eylemiyle, yoldaşlığıyla, ruhuyla, insaniyetiyle bir bütünen her şeyiyle özgürlük ve kurtuluş mücadelesine kendisini kattı. O özgürlük arayıcısıdır, düş savaşçısıdır, hikâye anlatıcısıdır.

Ölümsüzlüğünün ardından 4 yıl geçerken, ilk kez kalemi elime alma cesaretini gösteriyorum. O’na dair düşündüklerim ve yazdıklarım, Aziz’in yaşamı, mücadelesi, sözü ve pratiği kadar gerçek. Ama yine de kelimeler soluk kalacak, sözler düğümlenecektir. Diğer yandan ne kelimeler ne sözler ne de başka bir şey O’nu anlatmaya yeter. Anlattığımız anda da eksikliği ve ağırlığı altında kalıyoruz. Nasıl anlatacağız peki ya da O’nu anlatmaya gerek var mıdır? O kendi hikâyesini yaşarken yazmadı mı? Güzel koyduğu son noktayla tarihe bir fail olarak iz bırakmadı mı?

Dokunduğu, paylaştığı her şeyde yoldaşlarına, arkadaşlarına, insanlara çok şey anlattı. O’nu işiten herkese anlattı. Sokakta, okullarda, cephelerde yaşamın olduğu her an ve mekânda çok şey öğretti. Yaşam karşısında sahici devrimciliğiyle, özsel olan devrimci mücadelesiyle, duruşuyla ve bilinciyle anlattı bunu. Her anın, en küçük bir parçanın, parçacığının dahi anlamsız yaşanamayacağına inanıyordu ve inandığı gibi yaşıyordu. Devrimcilik bir yaşam akışıydı ve oraya akıyordu. Bazı şeyler vardır, anlatıldıkça tükenir. O yüzden her zaman anlatılmaz. Bitmesin diye saklanır belleğin bir köşesinde, bir gizdir. Aziz, benim gizimdir.

Savaşarak, bedel ödeyerek, özgürlük tohumlarının yeşerdiği özgür topraklar, Rojava aynı zamanda hep en derinden bir burukluk hissettiğim yer oldu. Bu burukluk, gerçeğin özgürlük savaşında ölümsüzleşenlerimizle, orada bir kez daha bir an’ı, bir heyecanı yaşayamamış ve yaşayamayacak olmamızdandır. Yan yana dövüşmek duyguların, düşüncelerin söze gerek kalmadan bir bakışta, bir nefeste anlam bulması, ifadesidir. Bunlar elinde tutuyormuşçasına hissettiğin yoldaşlığın, sırra ermenin sayısız an ve mekânlarıdır. Burukluğumuz bundan ötürüdür; Onlarla kayıtsızca gülmelerin, coşkulu konuşmaların ve onlardan öğreneceklerimizin özlemidir.

İşte hep birşeyler eksik kalacak. Bir boşluk olacak. Bu boşluk hiçbir boşluğa benzemeyecek. Öyle bir boşluk ki her yeri dolduruyor, bizi bizden taşıran bir doluluk oluyor. Çekip giden ve kaybolan bir duyumsama değil bu. Bedenin ve ruhun, aklın tam ortasına yerleşiyor ve ‘işte tam da burası benim, kendimi gerçekleştirdiğim zaman ve mekânın ötesinde bu mücadele, bu yer’ der gibi bakıyor. Bazen boşluk sadece bir şeyin olmaması, yok olması değildir. Kimi zaman olur ki, boşluk,  var olmanın vermiş olduğu bir yokluk hissiyatının gelip hayatımızda büyük bir yer kaplamasını anlatır. Varlıklarının/varoluşlarının hayatımızda kapladıkları yer, yokluklarının gelip karşımızda durmasıyla kat be kat artar. Böyle bir gerçeklik işte. Hakikatin yoldaşlığı Aziz gibi olmayı gerektirir. Özünde kendini bir bütün verme ve kendini gerçekleştirme tanımıdır. Bu tamamlanma salt ölümle gerçekleşmez, her anlamlı yaşam, her amaçlı eylem bir tamamlanıştır. Ve bu anlam çoğalır, gerçekliğini bulur. Aziz’de olan budur. Ve gözleri hala pırıl pırıl ve gözleri hala gülüyor. Ve hep gülecek.

Bireyin devrim yürüyüşünde karar kılması ve o kararda kendini yaratmasının somut örneğidir. Aziz’i güzelleştiren devrime sonsuz adanmışlığı, bu adanmışlığın yaratıcısı aklı ve duygusudur.  Bu kadar kısa, ancak dopdolu, capcanlı geçen bu yürüyüşe ne çok şey sığdırdı, ne güzelikler, yücelikleri içine aldı. Çıkan sonuç, bizler açısından devrime katılım konusundaki kararlılık düzeyinin belirleyiciliği oluyor.

İnsanlar, söylenen sözlere bakmazlar sadece, hangi yaşamın sözü, hangi sözün yaşamı olduğuna bakarlar ve bu bütünlükte bulurlar samimiyeti ve güveni. Aziz bu devrimci tutarlılığı gerçekleştirenlerdendi. Sözü ve eylemi birdi. Aziz’in insanı kendine bağlayan yönü, onu olduğu her yerde öncü yapan şeylerden biriydi bu.

“Eğer bunlar senin ayak izlerinse, adımların nasıl bir şeydi acaba?” 

Aslında O, adımlarını attığında sanki neyin beklediğini, ne olacağını biliyor gibiydi. Ama bu durdurmayacaktı O’nu. Yalnız değildi. Beraber dövüştüğü, güldüğü, üzüldüğü, kalp atışlarının bile beraber attığı yoldaşları vardı. Kendinden vermek dedik ya, kendinden verdi o an, kendini verdi. O an, o mekanda bulunmak bunu gerektiriyordu O’nun için. Ve ONLAR için. Bir diğer yoldaşı atacaktı o ilk adımı, o yerde. Atılacak ilk adımın sorumluluğunu her zaman yüklenmişti. Sokaklarda, okullarda, cephelerde en önde ilk adımı atan O’ydu tereddütsüz bir şekilde. Yaşamdaki duruşu, yaşam ve devrimle kurduğu bağ böyleydi. Savaşta komutandı. Tabii sadece savaşta değil yaşamda da doğal komutandı, doğal öncüydü. Ve ilk adımı atan da o anda O oldu. Gerçek bir devrimci, gerçek bir insan ve gerçek bir yoldaştı her şeyiyle. İşte devrimci savaşımda, yaşamda Aziz olmak gerek. Aziz’in sarsılmaz devrimci duruşu, öfkesi, bilinci, kavgası, neşesi, gülüşü ve eylemi.. olmak gerek. Ancak Aziz gibi bir kavgayla, mücadeleyle Aziz’i anlatabilir ve bıraktığı izlerin peşine düşebilir, düşlerine böyle sahip çıkabilir ve layık olabiliriz.

Bu yolculuğa çıkışın en içsel ve en gizli nedeni bir başka devrimcilikti, özgürlüğün gerçeğin özlemiydi. Devrimci kopuş temelinde yeni bir devrimciliği yaratmaktı. Nasıl olacağını bilemiyordu pek ama kendini kuşanmanın, eylem, duygu ve düşüncelerine bir kez daha biçim vermenin yolunun, özgür topraklardan ve bu mücadeleden geçtiğini hissediyordu. Devrime dair hiçbir şeyi eskitmezdi. Düşüncelerinde ve ruhunda yaşattıklarını hep ilk anki diriliğiyle, hep ilk anki heyecanıyla hissediyordu. Bunu aklın ve ruhun yenilenmesiyle, devrimci savaşımın içerisinde pişeceğine inananlardandı. Öyle de yaptı.

Özgürlük savaşçıları, özgürlük arayışı ve eylemleriyle sürekli direniş halinde ve tarihe akan özgür bir yaşam gerçeğini yaratır.  Bedenleri ve bilinçleri yok eden faşizmin gerçeği karşısında teslim olmayı, anlamsızlaşmayı asla kabul etmeyen, yeni bir yaşam anlayışı. Direniş ve kavga halinde bir  yaşam gerçeğidir, Aziz. Kavgası, direniş ile zulmün en çıplak çarpışmasındaydı o an. Bir an düşünün. Özgürlük, zafer kazandığı bu anda, tüm bu topraklara akar, derinlere sızar. Düşmanın yenildiği andır bu an. Zulmün, karanlığın ve faşizmin yenildiği andır. İşte Aziz böyle bir mücadelenin, böyle bir anın ve zamanın devrimcisiydi.

Bu an, Azizlerin çoğalıp çağlayarak, bir nehir gibi yüreklere aktığı ve faşizmin surlarını yıktığı zamanın habercisidir. Burada Aziz’i mitleştirmiyorum. Bu ona saygısızlık olur. Aziz’deki yücelik maneviyatın ve aklın kuruculuğudur; cüreti, fedakârlığı, yaşamı ve kavgasıdır. O bu tarihin ve mücadelenin yüz akıdır, sıra neferidir, öncüsü ve komutanıdır. Aziz’in anlatımını ancak devrimci savaşın içerisinde onun eylemini, duruşunu, sözlerini icra ederek gerçekleştirebiliriz. Devrimci hareketin bu çıkışsızlığına karşı Aziz’in cüretini kuşanıp eyleyerek cevap olabiliriz.

Bize tok sesiyle eşlik eden türkülerini, zaferin ve sevincin tam ortasında bir arada söyleyeceğiz. Biz biliriz ki, Aziz bize “elveda” dediğinde, bu aslında “görüşmek üzere” anlamına gelir. Ve elbette görüşeceğiz o düşlerde, kavgalarda. İşte bu yüzden; kıyısında değil/köşesinde değil /tam orta yerinde olmalıydım savaşın/dağın, acının, sevincin, zorluğun ve sevginin kıyısında değil/orta yerinde olmalıydım./Bir yaşam olacaksa, böyle olmalıydı./Bir ölüm olacaksa, o da böyle olmalı.

Not: Bu yazı Aziz Güler’in (Rasih Kurtuluş) 4. ölüm yıl dönümünde -2019 yılında- kaleme alınmıştır.

Kaynak: Komün Gücü