Yeni bir Enternasyonal ihtiyacı – Eylül Arjin

Birlik, toplum olmanın mayasıdır, özüdür, kök hücresidir. Komün ilk birlik, ilk kültürel oluşum, ilk toplumsal buluşmadır. İnsan dışındaki varlıkların birlikte yaşamı güdülere bağlıdır. Organsal determinizmin hüküm sürdüğü temelleri vardır, bunlara sürü diyoruz. Komün ise kolektif kültürün ürünüdür. Biyolojik determinizm ve ‘komün’ birbirinden düşünsel, eylemsel ve pratik olan kültür ile ayrılır. Hafızalara kazınan ‘birlik’ sinerji yaratan bir sözcüktür. Birliğin gücü tarihsel tecrübelerle sınanmış ve kanıtlanmıştır. Birlik; insanın varoluşsal eylemi, kültürel ve sosyal bir güdüdür. Kuşaktan kuşağa nice halk bilgesi birliğe vurgu yapmış ve halkların kulağına küpe olacak “atasözleri” oluşmuştur. ‘Bir olalım iri olalım diri olalım’, ‘birlikten güç doğar’, ‘bir elin nesi var iki elin sesi var’ vb. gibi. 

Maddi ve manevi birlikler; uzağı yakın, zoru kolay yapmıştır. Aşılmaz dağlar aşılmıştır. Herkesin kafasına göre davrandığı, derlenip toparlanmadığı; inancına, ütopyasına, eylemine yoğunlaşmadığı yerde başarı şansı da yakalanamamıştır. 

Bütün toplumsal birlikler ortak değerler etrafında oluşmuş ve bu değerlere bağlı kaldığı ve bu değerleri muhafaza ettiği sürece varlığını devam ettirmiştir. Değişimin sürekliliği bazı ortak değer ve ilkelerin de değişimine neden olmuştur; ancak eskinin yerine yeni ortak değerler, kurallar, yasalar, töreler konarak birlik hali baki kalmıştır. Bütün başarısızlıklar ise ortak değerlerin ve amaçların zedelenmesi, ilkelerin korunmasında gösterilen gevşeklik ve sadakatsizlik nedeniyle oluşmuştur. 

İlk komünal birlik ortak değerlerin paylaşılıp yaşatılması yerine o değerlere bireysel el koyma ve grupsal gaspla bozulmuştur. Birliğin ilkelerine sırtını dönenler, genel amacı çiğneyenler haramileşir ve zalimleşir. Daha sonra grupların, zümrelerin, oligarşilerin zamanı başlar; sınıflaşma dediğimiz budur. Ezen ve ezilen ilişkisi toplumsal birliğin yani komünün yasasının reddi ile oluşur. Sınıflaşma ile birlikte insanın toplumsal özünde kırılma olmuştur. Varoluşsal felsefesini kaybetmese bile pratikte ona uygun davranma refleksinde büyük ödünler vermiştir. 

İşte bugün kurduğumuz ve amaçladığımız birlikler insanın varoluşsal felsefesi etrafında yeniden buluşma çabasını temsil ederler. Kendimizi komün ile var ettik ve komünal değerler ile yeniden ilkesel birliğimizi oluşturmak istiyoruz. Derdimiz, sınıfsal ayrılıklar yerine toplumsal derleniş isteğidir. Mayamızdaki (fıtratımızdaki!) gerçeği bütüne yaymaktır. Kök hücrelerimizden bir dünya yaratmak ve özümüzü özgürleştirmektir. 

Tarih boyunca parçalanan birliğimizi, yitirdiğimiz cennetimizi arayıp durduk. Tarihsel zulümlere karşı özgürlüğümüzü sağlamak için önce birlik kurduk, nice mücadeleler verdik, nice hayaller kurduk, nice başarılar elde ettik. 

Geçmişte sömürülmeye ve zulme karşı mücadele eden, toplumsal değerleri yeniden inşa etmek isteyen bütün birlikler, partiler, örgütler, dinler ve inançlar bizim tarihsel mirasımızdır. Sınıfları ortadan kaldırmak isteyen, savaşçıların idealist ya da materyalist oluşlarını değil, komünal amaçları ilke edinmelerini esas alıyoruz. Zulme karşı ilk taşı atan, ilk şehit düşen özgür insanın mücadelesini sürdürüyoruz. Spartaküsler, Kawalar, Karmatiler, Münzerler, Bedreddinler ve çağımızın özgürlük mücadelecileri tarihsel bir geleneğin kopmayan diyalektiğini oluşturmaktadır. Tarih boyunca kazandığımız nice zafer var fakat bu zaferler yerel/lokal başarılar olarak kalmıştır. Sınıflı sistemi topyekûn ortadan kaldırmak için bütün ezilenleri birleştirmek gerekir fakat haramilerin iktidarı da ezilenlere karşı birlik kurmuştur. Yani egemen olmak için bile olsa, birlik gerekir. 

Küçük ya da büyük bütün birlikler, kendilerini bir arada tutan ortak değerleri ve amaçları ezilenler dünyasında genelleştiremedikleri için başarısız oluştur. Başarılar kısmi kalmıştır. Nihai zafer gerçekleşmemiştir, insanlık sınıflı ilişkiler içinde yaşamaya devam etmiştir. Fakat gerçekleştirilmek istenen amaçlar bugün de uğruna mücadele edilen amaçlardır. Teferruatları geçersek geçmişte savunulan ilkeler bugün yine savunulmaktadır. İyinin, güzelin ve doğrunun mücadelesinin genelleştirilerek geçmişte başarılamayan hedefin gerçekleştirilmesi yeni bir Enternasyonalin görevidir. 
Birliğin kazandırdığı, dağınıklığın ve örgütsüzlüğün kaybettirdiği herkesin bildiği basit bir gerçektir. Fakat sınıflı dünyada bölünmüş parçalanmış nice grup zümreye dek atomize olmuş insanlık hali hem duyguda hem de düşüncede aynı parçalanmışlığı yaşamaktadır. İyi, güzel ve doğrunun ne olduğu konusunda bütünlüklü bir düşünceye erişmenin önünde nice engel vardır. Birlik olmak herkesin isteği olsa da ortak değerler ve ilkeler oluşturmak zordur. Oysa toplumsal genetiğimizde de birliksiz yapamayız, iyi günde de kötü günde de birlik duygusu ve davranışı göstermek adeta toplumsal bir içgüdü gibi tekerrür eder. Doğumda, bayramda, cenazede derlenip toplanmak, birlik sergilemek acıyı veya sevinci paylaşmak olmazsa olmazımızdır. 

Her çağda toplumsal kurtuluş hedefiyle partiler kurulmuştur. Parti ‘bölük’ ve ‘parça’ anlamına gelir ki her halk hareketi çeşitli biçimler altında birlikte hareket etmiştir. Toplumun parçası, bölümü, kesimi örgütlü olarak ortaya çıkmış ve amacını gerçekleştirmek istemiştir. Bazen de bir halk bilgesi, bir peygamber, bir filozof özgürlük düşüncesini toplumda yaymış ve bir kesimi birlik yaparak önlerinde mücadele etmiştir. Dolayısıyla her çağın öncüsü, partisi, örgütü ve birliği vardır. Tarihteki tarikatlar, mezhepler, inanç örgütleri bunun en başarılı örnekleridir. Şurada burada köle ve köylülerin, işçi ve emekçilerin birlikler kurarak programlar ve sözleşmeler yaparak mücadele ettiklerini ve bunların da sayısız olduğunu bilmeyen yoktur. Toplumun, halkın, ümmetin, milletin, mezhebin vb. bir bölümü, bir kısmı birleşerek (partileşerek) amaçları için harekete geçmiştir. 

Çağımızın partileri de sözcüğün gerçek anlamına uygun bir durum sergilerler. Toplumun ancak bir parçasını, bir bölümünü oluştururlar. Ulus devletin çizdiği sınırlar nedeniyle büyük oranda devrimci partiler bu uluslardan birinin sınırları içinde bir bölük vaziyetindedirler. Esas varlığı böyledir ve ancak uzantıları denebilecek daha küçük kesimlerde çevre ülkelerde bulunmaktadırlar. Fakat bu partiler bulundukları ulus devlet sınırları içinde başarılı olsalar bile nihai zaferlerinin önünde koskoca bir kapitalist dünya sistemi durmaktadır. Her taraf devlet sınırlarıyla çevrilidir. Koskoca dünyada kıyıda kalmış, kaderine terk edilmiş bir adacık durumu oluşur. Mücadelelerin sınırları yıkması, ‘diğer’ halkların ortak duygu, düşünce ve eylemde buluşmadan nihai kurtuluş mümkün değildir. Zafer bir ülke, bölge ya da kıtada kazanılsa da bölük pörçüklük, sınırlar ve geleceğin önündeki egemenlik durmaktadır. Tehdit devam edecektir. 

Ulus devletlerin tarihinde bütün ulusal sınırları ve sınıflı ilişkileri aşan kurtuluş birliği, kendini ancak Enternasyonal olarak örgütleyebilir. Nihai zafer için bu birlik olmazsa olmazdır. Birer bölük pörçük olarak “ulusal sınırlar içindeki partiler” sınır tanımayarak Enternasyonal’le dünya partisi haline gelebilir. Dünya halkları içinde yine bir bölük olurlar, ama bu sefer teorik ve pratik olarak dünya devrim partisi-öncü bölüktürler. Enternasyonal asgari müştereklerin birliği değil, azami müştereklerde buluşma partisidir. Fakat genel olarak nihai amaçlarda birlik sağlanır sorun yaşanmazken, o amaca varmak için düşünülen stratejilerde anlaşmak oldukça zordur. Sorunlar daha çok kapitalizmden komünizme geçiş çağının teori ve pratiklerinde boy vermektedir. Sınıfsız toplum istediğini söyleyen pek çok ideolojik akım vardır; ‘Marksist hareketler’, ‘Anarşist hareketler’, ‘Feminist hareketler’, ‘Ekolojist hareketler’, ‘Teolojik hareketler’ vb. fakat yöntemleri ve yol haritaları farklıdır. Böyle olunca yöntem ve yollarda ayrılık, amaca giden yolların da ayrılmasına yol açar. Mücadele biçimleri birbirleriyle uyuşmaz. Enternasyonal birliği kurmak değil, aynı bölgede yahut ülkede bile birlik kurmak mümkün olmaktan çıkar. 

19. ve 20. yüzyıllarda yaşanmış Enternasyonal deneyimlerden sonra, bugün yeni bir Enternasyonal kurulması gündemdedir. Aslında Enternasyonali kurmak için yeni bir sürece gerek yoktur: kapitalist sistemin krizde olması veya yükselen devrimcilik ya da devrimci hareketin zayıflaması vb. nedenler şart değildir. İlkesel sorunlar olmadığı sürece aynı amaç için mücadele edenlerin birleşmesi doğal bir durumdur. Ne bir zorlama ne de özel bir dönem olması gerekmez. Dağınık durmanın yaratacağı enerji sönümü ve ufuk kaybı tercih edilecek bir durum değildir. Enternasyonal her zaman gereklidir ve Enternasyonal’in neden mevcut olmadığı sorun yapılmalıdır. Fakat bazı dönemler vardır ki koşullara güçlü bir motivasyonla yapılan müdahaleler güçlü devrimci dalgalar yaratır. 

Krizli, kaoslu koşullarda; sistemin elinin ayağının birbirine dolandığı sürdürülemezlik dönemlerinde, çöküş sinyallerinin baş gösterdiği vakitlerde ‘enternasyonal birlik’ tarihin seyrini değiştirecek sihirli dokunuşlar yapabilir. Büyük tartışmaların, yaratıcı faaliyetlerin önünü açabilir. Yeni bir sinerji ile büyük dönüşümleri organize edebilir. Ufku bölge ve ülke ile sınırlı dar devrimciliğin önüne dünyayı koyar. Yalnızlaşan, kapitalist sistem tarafından kuşatma altına alınarak boğulmak istenen devrimcilere büyük destek verilerek yaşaması sağlanabilir. Maddi ve manevi her türlü destek örgütlenebilir. Birbirini hiç görmemiş, dokunmamış insanların gönüllü birliği, amaç birliği mücadele birliği sağlanarak özgürlük an’da yaşanarak umutlar çoğaltılır ve ütopya pratikleşmeye başlar. 

Peki, yeni bir Enternasyonal’i kurmanın koşulları var mıdır, zorlukları nelerdir? Yeni bir Enternasyonal’in geçmiş deneyimlerden çıkaracağı ders ve onlardan farkı ne olmalıdır? 

Bunlara cevap aramadan önce, kısa bir ‘Enternasyonaller’ hatırlatması yapmakta fayda var. 

Birinci Enternasyonal, Avrupa’da 1848 Devrimleri’nin yarattığı atmosferin ve devamında gelişen sınıf mücadelesinin üzerinde yükseldi. 1864 yılında Uluslararası Emekçiler Birliği kuruldu. Merkezi Londra’da olan Enternasyonal’in açılış konuşmasını, manifestosunu ve tüzüğünü Marx hazırlamıştı. Marx’ın temel vurgusu proletaryanın sınıf partisi olarak örgütlenmesi, bütün ülkelerin proletaryasının birleşmesi, sosyal diplomasi ile mücadele, egemen sınıfın devrilmesi, işçi sınıfının kurtuluşu vb. şeklindeydi. 1865’te ‘ulusların kendi kaderini tayin hakkı’ da kabul edilmişti. Birinci Enternasyonal’e hâkim olan güçler İngiliz ve Alman işçi önderleriydi. Enternasyonal, güçlü bir sınıf hareketinden çok öncü güçlerin birleştiği, ideolojik konuları tartıştığı yol ve yöntemler belirlemeye çalıştığı bir okul, bir akademi vaziyetindeydi. Kadro hareketini aşmıyordu. 19. yüzyılın ortaları aynı zamanda Anarşist ve Marksist hareketin de tarih sahnesine çıktığı dönemdir. Bu dönemde iki ideolojik akım da kendini yeni yeni oluşturmakta ve pratikte sınamaktadır. İki akımın da gençlik çağıdır. Aralarında ki farklar yeni yeni sivrilmektedir. Anarşist akım Marksist akımdan daha güçlüdür ve Enternasyonal’de bu iki akımın ideolojik mücadelesi vardır. Enternasyonal’e sonradan katılan Bakunin kendi eğilimini gizlice örgütlemeye çalışır. 

Birinci Enternasyonal toplam 5 kongre yapar. Bu kongrelerde işçi sınıfının kurtuluşuna dair mücadele biçimlerini, sendikaların rolünü, savaş ve işçi hareketini, kooperatifleri, toprak reformunu, ulusal sorunu vb. konular gündeme alır. Bu Enternasyonal’in zirvesi 1871’de kurulan Paris Komünü’dür. Komün’de güçlü olan kanat yine anarşistlerdir, Marksistler azınlıktadır. 

Paris Komünü işçi sınıfı ile egemen sınıflar arasındaki mücadelenin bundan sonraki seyrine dair yeni çıkarımlarda bulunmaya vesile olur. 72 günlük deneyim kanlı bir yenilgiyle son bulur. Birbiriyle savaş halinde olan devletler Paris Komünü’ne karşı ortak nefret geliştirmekte gecikmezler. Kendi aralarındaki savaş, ezilenlere karşı katliam ortaklığı söz konusu olunca ikinci planda kalır. Paris Komünü ise devrimi yaymadığı, egemen sınıfın varlığına son vermeye acil görev haline getirmediği, ezilenleri birleştirecek stratejik hedeflere yönelmediği ve Marx’ın deyişiyle şiddeti yeterince kullanmadığı için yenilgisini hazırlamış oldu. Anarşistler ve Marksistlerin ortak amaç için ortak bir stratejide buluşacak gücü göstermemesi, Enternasyonal’in bu ve benzeri devrimci kalkışmaları organize edemeyeceğini kanıtlamıştır. Mücadele stratejisi açısından iki akım da sınıfta kalmıştı. Komün nihayetinde ezilenlerin ilk yenilgisi değildi, yeni bir mücadele deneyimi daha yaşanmış ve buradan geleceğe dair dersler çıkarılmıştır. Birinci Enternasyonal birkaç yıl sonra varlığına son vermiş ve 1876 yılında dağılmıştır. 

Komün yenildi, Enternasyonal dağıldı ama bu bir vazgeçiş değildi ve bu arada 1883’te Marksistler kurucu önderlerden Marx’ı yitirdiler. Marx bir sonraki Enternasyonal’i göremeyecekti. 

İkinci Enternasyonal, 1889’da Paris’te kuruldu. Toplam 8 kongre yaptı. Birinci Enternasyonal’de olduğu gibi ikincisinde de Marksistler ve Anarşistler arasında ideolojik mücadeleler yaşanmaktadır. Pek çok temel konuda birlik sağlanamaz. İki akım birlikte yol alamaz haldedir. Bu durumda kesin sınırlar çekilmesi gündeme gelir ve sosyal demokratlar ve Anarşistler arasındaki ipler kopar. 1896’daki Paris Kongresi’nde Enternasyonale sadece sosyalizmin ilkelerini ve politik mücadelelerinin gerekliliğini kabul eden örgütlerin kabul edilmesine karar verilmiştir. Böylece İkinci Enternasyonal, Marksizm’in hâkimiyetinde karar kılmıştır. Kapitalizmden komünizme Marksist ideolojinin belirlediği stratejik yollardan varılacağını savunmuştu. Burjuvazi bir devrimle devrilecek, proletarya diktatörlüğü denilen (ve siyasal şekli sosyalist devlet olan) yönetim oluşturacak, bu devlet zamanla herkesin kendi kendini yönetmeyi öğrenmesiyle bir mum gibi eriyerek sönümlenecek ve komünist  aşamaya geçilecektir. Peki; İkinci Enternasyonal’in Marksist (sosyal demokrat-komünist) olması başarısının garantisini sağlamaya yeterli miydi? Hiç de öyle olmamıştı. Marksizm adına hareket eden Enternasyonal’den pek çok ideolojik ve politik hastalık türedi; Revizyonist Bernstein, Dönek Kautskyler ve sayısız şovenist parti İkinci Enternasyonal’in bünyesinde boy verdi. Ekonomizm, sendikalizm, şovenizm, parlamentarizm, reformizm, aşamalı devrimcilik, evrimcilik vb. nice ideolojik kırılma İkinci Enternasyonal’in sonunu hazırladı. Avrupa merkezci burjuva kibriyle ‘ideolojik kopuş’mayı başaramayan ve I. Dünya Savaşı’nda kendi burjuvazilerini destekleyen sosyal demokratlar böylece amaçladıkları ilkelere ters düşerek ihanet ettiler. 

Marksistlerle Anarşistler arasındaki mücadelenin bir benzeri Marksistlerin kendi arasında yaşanmaktaydı. Marksistler de kendi aralarında yekpare bir fikir birliği taşımıyorlardı. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin en temel konularında farklı tezler öne sürülüyordu. Ortodoksi ile revizyonizm arasında yani ‘devrimcilikle’ ‘döneklik’ arasında mücadele sürüyordu. İkinci Enternasyonal’e egemen olan düşünce Marksizm’e ihanet çizgisi oldu. Böylece Enternasyonal’in varlık gerekçesi ortadan kaldırmış oldu. Sosyal demokrasi artık burjuvazinin saflarındaydı ve çatışma Marksizm adına hareket edenler arasında yaşanmakta, ayrışmalar bu ideolojinin yorumlanmasına göre yapılmaktaydı. ‘Sosyal Demokrasi’ ile ‘Komünizm’ ayrımı böyle ortaya çıktı. 

Üçüncü Enternasyonal, 1917 Ekim Devrimi’nin ürünüdür. İkinci Enternasyonal’in ölümü üzerine Lenin Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşunu coşkuyla açıklar. Bu yeni Enternasyonal komünisttir. Kısaltılmış haliyle Komintern

Komintern, Ekim Devrimi’nin moral ve motivasyonunu arkasına alarak dünya devrimini tartışmaya başlamıştır. Ekim bir “dönüm noktası”dır ve dünyanın ezilen halkları gözünü ‘Sovyetler’e dikmiştir. Çok istenen, çok beklenen, olması için Lenin tarafından ordular hazırlanması talep edilen Avrupa Devrimi yenilgiyle sonuçlanır. Lenin bunun üzerine Doğu’yu keşfeder. Enternasyonal, Doğu’nun ve genel olarak da prekapitalist ve ‘az gelişmiş’ ülkelerin devrimlerine dair tartışmaları gündemleştirir. Komintern bir şablon gibi her objektif gerçeğe uygun bir devrim modeli önermektedir. Aynı zamanda ulusal kurtuluşların ilkesel düzeyde desteklenmesi de kararlaştırılır. Savaşların iç savaşlara dönüştürülmesi, UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı), ‘Antiemperyalist’, ‘Proletarya Diktatörlüğü’ ve geçiş çağı programları üzerine verimli tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalar sürerken Komintern’de yeni bir çatlak başlar. Esasen Sovyetlerde Stalin ve Troçki arasında süren tartışma ve çekişmeler yol ayrımına neden olur. Anarşistler, Sosyal Demokratlar ve şimdi de Troçkistler başa bela olmuştur(!) Troçkizm’e karşı mücadele başlatılmış ve Komintern bu çizgiye kapatılmıştr. Zamanla Sovyetler, kendilerini sosyalizmin anavatanı ve ‘Dünya Devrimi’nin merkez üssü ilan etmiştir, Komintern’i de Sovyet çizgisiyle belirlemiştir. Sovyetler ’’büyük ağabey’’ rolüne soyunarak gücünü konuşturmuştur. Komintern’deki partiler strateji ve taktik önermekte ve dahası dayatmaktadır. Bu noktada pek çok önemli yanlışlık yapılmış ve yanlış stratejik dayatmalar nedeniyle komünist partilerde iki çizgi mücadelesi boy vermiştir. Çin örneği hatırımızdadır. Mao, Enternasyonal çizgisini savunan çizgiye karşı çıkarak devrim yaptığını söylemiştir. Komintern üyesi çoğu parti ise önerilen yol haritalarına karşı ses çıkaramamış, irade gösteremeyerek silikleşmiş hatta kendi varlığına bile son vermiştir. II. Dünya Savaşı’ndan önce nice parti kendisine dayatılan çizgiyi kabul ederek tasfiye olmayı kabullenmiştir! 

Komünist Enternasyonal 1919’da büyük amaçlar ve umutla kurulmuştu. ‘Dünya Devrimi’nin yakın olduğu ve zaten ‘Ekim’le birlikte başladığı düşünülüyordu. Öyleyse Komintern, başlayan ‘Dünya Devrimi’nin öncü kurmayı görevini üstlenecekti. Fakat ‘resmi’ olarak 1943’te varlığına son verildiği söylense de II. Dünya Savaşı’ndan önce ortadan kaldırıldığını bugün artık biliyoruz. 

Komintern’e son verilmesine iki neden öne sürülmüştür

Birincisi; her ülkenin farklı toplumsal koşulları olduğu, eşitsiz bir gelişme durumu bulunduğu ve bu nedenle de ortak ve genel belirlemeler, strateji ve taktikler geliştirmenin mümkün olmadığıdır. Açık şekilde Komintern, ‘Dünya Devrimi’ni yönetemediğini kabul etmiştir. Ama bu bahane, sudan bir bahanedir. Komintern kurulduğunda dünya yine aynı farklılıkları barındırıyordu. ‘Senkronize olmamak’ belki de her yerde aynı modeli dayatmak isteyip de dayatmamanın gizlice ilanıdır. Komintern’in görevi farklılıkları ve eşitsizlikleri silikleştirmek değil, o koşullarda devrimin özgünlüklerini kavrayarak rolünü oynamaktadır. 

İkincisi : Emperyalist güçlerin, Sovyetler’in Komintern vasıtasıyla diğer ülkelerin iç işlerine karıştığı şeklindeki provokatif girişimleridir. Eğer Komintern’e son verilirse emperyalist güçlerin elindeki koz alınmış olacak diye düşünülmüş ve ‘ana vatanı savunmak için Enternasyonal’in varlığına II. Dünya Savaşı’ndan önce son verilmiştir. Görüldüğü üzere emperyalistler savaştan vazgeçmemiştir. 

II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist dünya yeni devrimlerle güçlenmiş, büyük bir moral bulmuş olmasına rağmen yeni bir Enternasyonal kurulmamıştır. 

Komintern üyesi pek çok partinin komünistliğine inanılması çok zordur. Çin’in burjuva partisi olan Kuomintang Enternasyonal’in ‘sempatizan partisi’, Çan Kay Şek de Prezidyum’un ‘şeref üyesi’ yapılmıştır. Oysa Çin Komünist Partisi’ni (ÇKP) katliamlarla yok olma noktasına getiren sözünü ettiğimiz bu ‘sempatizan parti’ olmuştu! 

II. Dünya Savaşı’na gidilen süreçte ‘ulusal cephe taktiği’ denendi. Emperyalist ve faşist saldırı en geniş kesimlerle bir cephe olarak karşılanıp püskürtülmeli taktiğiydi. Fakat bu bir devrim taktiği değildi. Ufku burjuva demokrasisi ile çizilidir. İspanya Devrimi güçlü enternasyonal desteğe rağmen bu yanlış taktiğin kurbanı olmuştur. 

II. Dünya Savaşı’ndan sonra atılan imzalarla yeni bir dünya dengesi oluşturulur. ABD ekonomik, diplomatik ve askeri ilişkilerle Avrupa’yı denetimine almak, nüfuz  alanını genişletmek istiyordu çünkü Sovyetler Avrupa’nın ortasına kadar girmişti. Normandiya Çıkarması’nın asıl amacı da sosyalizmin Avrupa’yı topyekûn kazanma tehlikesini engellemekti. 

ABD’nin bu hamlelerine karşı Sovyetler’in hamlesi Kominform’u kurmak olmuştur. Kominform savaştan kısa bir süre sonra ‘barışı korumak’ için oluşturulmuş bir birliktir. Onun varlığına da 1953’te son verilmiştir. 

Anarşistlerin, Sosyal Demokratların, Troçkistlerin, Maoistlerin vb. kurdukları Enternasyonal’ler ve birlikleri bu yazıda tartışma konusu yapmadık. Fakat yeni bir Enternasyonal girişimi söz konusuysa bunları değerlendirme dışında tutamayız. 

Çeşitli geniş birlikler ve Enternasyonaller bulunsa da bunlar daha çok aynıların aynı yerde olduğu dar birliklerdir. Kapsayıcı büyük bir buluşmanın adresi olamadıkları açıktır. Dünya devriminin çekim merkezi olacak bir birliğin kapsayıcılığa dikkat etmesi ve devrimci çoğulculuğu ortak ilkelerde buluşturması gerekir. Ne 19. ve 20. yüzyılın maddi zeminindeyiz ne aynı yüzyılın teorik çerçevesinde ne de ilk üç enternasyonalizmi yeni zeminlerde kurmakla yükümlüyüz! Yeni bir bakış açısı ve ilişkiler birliğinin inşası gereklidir. 

Birinci Enternasyonal, ‘Marksist’ ve ‘Anarşist’ akımların düellosuna sahne olduğu için başarısız oldu, hatta emekleme zamanıydı vs. demek başarısızlığı açıklar görünse de yanıltıcı bir yaklaşımdır. 

İkinci Enternasyonal, Anarşistlere kapıları kapatarak ‘Marksistlerden oluşan ‘saf’ bir birlik olduğunda yine (hatta daha berbat) bir yenilgi ve tasfiye ile sonuçlandı. 

Üçüncü Enternasyonal, Leninist çizgide kuruldu, yine ‘saf’ Marksist-Leninist idi ama o da çeşitli bahaneler uydurarak birliğe son verdi. Enternasyonaller, Marksist -Leninist olduğunda neden revizyonizm, şovenizm, evrimcilik, oportünizm ve tasfiyecilik kader olmuştur? 

Sınıfsız topluma geçiş sürecinin öncü kurmayı Enternasyonal’ler neden bu süreci omuzlamayı başaramamıştır? 

Peki; 21. yüzyılda yeni bir Enternasyonali örgütlemenin koşulları var mıdır? Bu mümkünse nasıl bir Enternasyonal olacaktır veya olmalıdır? Sorunları, zorlukları ve olasılıkları nelerdir? 

21. yüzyılın farkı

19. ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Marksist-Leninist ideolojinin azami taleplerini savunan bir program ve stratejik yol haritasında buluşmak bugüne göre çok daha kolay bir şeydir. Marx, Engels ve Lenin’li Enternasyonal (Anarşistler dışlandıktan sonra) yönetecek paradigma bir ideolojiden ibaret olacaktı. Kendi içinde yalpalamalar, tasfiyeler yaşasa da sorun Marksizm’den başlamakta Marksizm içine dönmekte ya da dışına evrilmektedir. II. ve III. Enternasyonaller böyle yekpare bir ideolojik paradigmanın hâkimiyetinde kurulmuştu. Yani azami olduğu kadar asgari müştereklerde de söz birliği vardı! 

Yaşadığımız yüzyıl ise 19. ve 20. yüzyıldan çok önemli farklılıklar taşıyor ve yeni bir Enternasyonal açısından sorun yaratacak epey konu barındırıyor. Salt Enternasyonaller’in tasfiye olması gibi bir sorunumuz olsaydı yerine yenisini kurmak hiç de zor olmayabilirdi! Ortada 19. yüzyıl paradigması tarafından şekillendirilen ve başarısızlığa uğrayan 20. yüzyıl sosyalizmi var. Yekpareliğini yitirmiş bir Marksizmler bolluğu var. Marksizm’in temelini oluşturan teorik tezlerine paradigma düzeyinde ciddi eleştiriler geliyor. Yeniden yapılanma kendini dayatıyor. Dün ‘net’ denilen şeyler bugün bulanıklaşmıştır. Kaotik bir sürecin ortasında bulunuyoruz. Eskiden değişmez denilen “katı” olan nice ‘keskinlikler’ buharlaşmaya yüz tutmuştur ve yerine ufak açıcı, somut ve elle tutulur bir şey ya yoktur ya da cılız kalmıştır. Ya tutarsızlıklarla dolu bir lafazanlık ya da dogmatik savunulmuşta sekterleşmiş ve kırılma hükümlü ‘klasik solculuk metcezirleri’ hâkimdir. 

Marksizm’e dışarıdan biraz ‘Feminist’, biraz ‘Anarşist’, biraz da ‘Ekolojik’ aşı denemesiyle krizi aşmaya çalışanlar çoğalmıştır. Paradigma düzeyinde sorgulama yapanlar çoktur ama yeni paradigma oluşturma ciddiyeti gösterebilen çıkışlar neredeyse yok denecek kadar azdır. 

Devrim ve sosyalizme farklı anlamlar yükleyen Marksistler var: Proletarya Diktatörlüğü’nü savunmayan, iktidarı ve devleti reddeden sosyalizm anlayışı var. Pazarı ve özel mülkiyetli sosyalizmi savunanlar var. 

Yani Marksizm’in temel tezleri (özellikle 20. yüzyıl pratiği nedeniyle) ciddi bir eleştiriye tabi tutuluyor. Kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinin stratejik argümanları üzerine aynı parti içinde bile fikir birliği oluşturmanın zor olduğu bir dönemdeyiz. Henüz çoğu yapı tartışmaları, strateji ve program düzeyinde yansıtılmamış olsa da bu tartışmaların yapıldığı gizlen(e)mez. 

20. yüzyıldan beri ‘Tarih bilimi’ artık savunulur olmaktan çıkmaya başlamış yeni düşünceler savunulmuştur. Descartes-Bacon-Newton düşüncesine dayalı Aydınlanmacı sosyal bilimler veya modern-bilimsel sosyalizm köklerinden sarsılmıştır. Bütün modern-bilimci ‘izm’ler aynı krizin muhatabıdır ve yeniden inşa bazen adı konularak paradigma düzeyinde, bazen de eklektik kurnazlıklar şeklinde yapılmaktadır. Bilimsel, felsefi ve teknolojik gelişmeler teorinin köklü değişimini işaret ediyor. 

Belki çok iddialı bulunabilir ama 21. yüzyılın şu yaşadığımız çeyreğinde ister tek parti ister birkaç parti, isterse de Enternasyonal olsun, teorik ve politik birliğin en zor sağlanacağı zamandayız. 

Bunun için üç önemli etken sayabiliriz ki bunların hepsi de birbirine kopmaz bağlıdır: 

Birincisi: Marksizm 19. yüzyıl sanayi çağının formülasyonlarıyla davrandığı için teorik olarak 21. yüzyıla ayak uyduramıyor ve formülleri onu dogmatikleştiriyor. 

İkincisi : Yeni bilimsel teknolojik gelişmeler toplumsal ilişkileri değişime uğratıyor ve Marksist hareket bu yeni gerçekliği analiz ederek yeni soyutlamalar yapamıyor, yeni stratejiler üretemiyor dolayısıyla toplumdan soyutlanıyor, kıyıya düşüyor. 

Üçüncüsü: Marksist paradigma, modern çağ düşüncelerine dayandığı için modernizmin krizine ortak olmuştur ve artık ok yaydan çıkmıştır. Paradigma düzeyinde bir kuruluş kendini dayatmıştır. ‘Komünizm her şeyin radikal eleştirisidir’ diye Marx’ı doğrularcasına, şimdi o radikal eleştiri Marksizm’e de uygulanıyor. Bugün pek çok temel tez eleştiriliyor hatta reddediliyor. Örneğin; idealizm ve materyalizm karşıtlığı, üretici güçler teorisi, tarihsel materyalizm(tarih bilimi), devletli sosyalizm(proletarya diktatörlüğü) modelleri, değer yasası vb. 

İşte böyle en temel konularda aynı parti hukukuna bağlı olanların bile ortak fikirde buluşması zor iken, birçok partinin kuracağı birlik ya da enternasyonal birlik için ortak bir program ve ilkeler zinciri üzerinde uzlaşmak çok daha zor hale gelmektedir. Azami müştereklerde buluşmak kolay değildir. 

19. ve 20. yüzyıl refleksleriyle davranarak ‘Anarşist’, ‘Troçkist’, ‘Maoist’, ‘Feminist’, ‘Ekolojist’ hareketleri dışlamak 21. yüzyıl gerçeğinde doğru bir tutum mudur? 20. yüzyıl refleksiyle Troçkist, Stalinist, Maoist kutuplaşmayı sürdürmek bizi daha devrimci yapar mı? Henüz gerçekleştirilmemiş bir geçiş çağı teorilerinin kesinliği önceden ispatlanamazken, kendi stratejik görüşümüze ‘en güçlü olasılık’ diyebilecekken, Marksizm ve Anarşizm’in düşman kutuplara çekilmesinin mantığı nedir? Aynı durum diğer devrimci ideolojik akımlar içinde geçerlidir; Devrimci Feministler, Ekolojistler vb. 

Klasik devrim anlayışını savunarak, farklı yollardan devrimcilik üretenleri dışlamak bizi ‘tek doğrucu’ yapmaz mı? Önce devleti ele geçir sonra dünyayı değiştir formülüne karşı, ütopyayı güne yediren ‘Protopyacı Devrimcilik’ de bir yol değil midir? İktidar olmadan dünyayı değiştirmek isteyen bir devrimciliği ‘Enternasyonal’ nasıl karşılamalı? 

Özerk yapılar kuran, komünler inşa eden devrimci-sosyalist güçlerle Enternasyonal’de buluşmak mümkün müdür? Paris Komünü’nü savunanlar, Zapatista ve Rojava Komünü’nün Enternasyonal içinde temsil edilmesine ne diyecek? Antikapitalist-sosyalist teolojik hareketler de Enternasyonal’in katılımcısı olmalı mı? 

Küba ve Venezuela’da olan iktidarda olan siyasi partiler Enternasyonal’in kurucuları arasında yer almalı mı? Kürdistan Özgürlük Hareketi, 21. yüzyılın devrimci dinamizmi olmaya devam ediyor. Bölge devrimciliği ile ortak buluşmalar ve birlikler gerçekleştiriyor. Peki bu hareketle taşıdığı paradigma da göz önünde bulundurulduğunda Enternasyonal’de buluşmak mümkün müdür? Enternasyonal sosyalist mi, devrimci mi, komünist mi olacak? Yoksa daha kapsayıcı, 20. yüzyıl reflekslerini geride bırakan, 19. yüzyıldaki Anarşist-Marksist tartışmaları ortak kararlarla birlikte buluşmaya yönlendiren bir isim mi bulmak gerekir? Mesela ilk Enternasyonal’in ‘Uluslararası Emekçi Birliği’ ismi veya buna benzer bir isim, gereksiz tartışmaların önünü de alabilir? Farklı ideolojik dünyaları geçin, kendine Marksist diyen ‘yekpare’ ideoloji savunucuları bile aynı Enternasyonal’de buluşmak için bir strateji üzerinde fikir birliği yaratamıyorlar. 

Aynı ülkede onlarca farklı Komünist iddialı parti var. Hatta aynı ülkede birkaçı Stalinci birkaçı Maocu, Enverci, Castrocu ya da Troçkist! Öyleyse Enternasyonal’e hangisi üye olacak? Diğerlerinin günahı ne? Birilerinin devrimci-sosyalist-komünist olmalarına kim karar verecek? 

Örnek olarak TKP’yi verebiliriz. Komintern üyesiydi, Stalinistti vs. Peki bugün 1960 öncesini (ve tabi ki TKP’yi de) komünist kabul eden kaç Marksist/Komünist parti vardır? 

Dolayısıyla bugünün tablosunu göz ardı ederek, geçmişin teorik politik refleksleriyle yeni bir Enternasyonali inşa edemeyiz. Etmeye kalkarsak kapsayıcı olmayan, pek çok devrimci dinamiği dışarıda bırakan, aynıların aynı yerde olduğu dar birliklere hapsoluruz. Zamanın maddesini ve ruhunu doğru okuyarak işe başlamak daha gerçekçidir. 

Sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçiş sürecinin çok çeşitli, birbirinden farklı ideolojik yapının ortak çoğulcu hareketiyle gelişebileceğini düşünmek bize yeni ufuklar açar. 

Yukarıdaki soru ve sorunlar üzerinde düşünüp bir sonuca varmadan Enternasyonal kurmak mümkün değildir! Paradigma düzeyinde çözülüşler yaşanmakta iken eski reflekslerle kazanılacak bir dünya yoktur. Eski reflekslerin Enternasyonalleri zaten tasfiye olmaktan kurtulamamıştır. 

Bugün pek çok bilim insanı ve ideolojik kimliklerden teorisyenler kapitalist sistemin sonuna geldik diyorlar. Kimi ‘dünya sisteminin krizi’ kimi ‘modernizmin krizi’ bir kısmı ‘liberalizmin sonu’ kimi de bunu ‘uygarlığın krizi’ varlık ve yokluk noktasında olduğumuzu söylüyor. Krizin geri döndürülemez olduğu çünkü basit bir ekonomik krizler çevrimi olmadığı, bundan sonrasının her yönlü bir çöküş şeklinde görüneceğini ifade ediyorlar. Bu tespitler yanlış değildir ve 20. yüzyılın başından itibaren farkına varılmıştır, ortaya konulmuş gerçeklerdir. Mevcut kriz kapitalist sistemin yönetici tabakasını tutuşturmuştur. III. Dünya Savaşı bölgesel düzeyde devam ediyor. Ulusçuluk yeniden revaçta ve yükseliyor. Irkçılık, neo-faşizm, göçmen düşmanlığı, ekonomik kriz, ‘Doğu-Batı’, ‘Kuzey-Güney’ çelişkileri hızlanıyor. Çok kutupluluk oluşmuş ve kapitalist sistemin yürümesinin merkezinin Çin olduğu vurgusu yükseliyor. Bu kriz ve çelişkiler tek taraflı gelişmelere yol açmıyor, aynı zamanda devrimci demokratik çıkışlar halk isyanları ve yükselen bir muhalefette oluşuyor. 

Tam da böyle köklü ve çok yönlü krizler ve kaotik durumlarda küçük girdilerin büyük sonuçlara yol açtığı düşüncesi bizi tetiklemektedir. Ufak bir taşı çekince duvarın yıkılması mümkündür. Bir Enternasyonalin bu koşullarda örgütlenmesinin yaratacağı sinerji ile büyük değişim ve dönüşüm imkanları ortaya çıkarma olasılığını yükseltmesi beklenebilir. 

Dünyanın sağa doğru gittiği tespiti yanlıştır, bardağın dolu tarafını göz ardı eden ve dünyayı devletler üzerinden analiz eden bir bakıştır. 

Güney Amerika halklarında güçlü bir devrimci ve demokratik gelenek oluşmuştur. Küba hala ayaktadır, Venezuela yarı yolda durmuş olsa da demokratik çabalarını sürdürmektedir. Kıtanın büyük bölümünde demokratik güçlerin iktidarları belirleyecek çapta olduğunu biliyoruz. Zapatalar özerkliklerini inşa ettiler ve ayaktalar. 

Ortadoğu diktatörlerine karşı ciddi bir öfke var. “Arap Baharı” son bulmuş değil. Diktatörler defedilmeye devam ediliyor. Rojava Komünü dimdik ayakta. Anadolu’da ‘Gezi’yi gördük ki kendiliğinden gelişip uzun bir dalgaya dönüştü. Fransa’da Sarı Yelekliler hareketi yeni işaretler verdi ve eylem başka ülkelere de sıçradı. Bask bölgesi, İrlanda’daki demokrasi güçleri hiç de dünyanın sağa gittiğini göstermiyor. Nepal’deki demokrasi mücadelesi de gözlerden uzak olsa da tümüyle yitirilmiş bir mevzi değildir. ‘Kadın hareketi’, ‘Ekoloji hareketi’ dünya çapında bir güce kavuşmuştur. Antikapitalist teolojik hareketler yeniden oluşum içindedir. Antiemperyalizm geleneği de yine güçlü bir damar olarak ezilen halklar, uluslar cephesinde bir mevziye sahiptir. Dünyanın tek taraflı (egemen sınıflar üzerinden) analizlerle ne yöne gittiği belirlemesi yanlıştır. Devrim ve karşı devrim hareketleri eş zamanlı bir gelişme gösteriyor. Kim daha güçlenecek sorusunu mücadele belirleyecek. Burada tespitler yapmak, objektif analizlerde bulunmak değil, zamanın öznesi olarak o objektifliği değiştirmektir. 

Rojava Devrimi, dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce hatta binlerce enternasyonalistin mücadele sahasına dönüştü. Demek ki halkların dinamik güçleri umut ışığı gördüklerinde, her şeylerini arkalarında bırakarak hayalleri/ütopyaları için can bedelli bir mücadeleye gözü kapalı giriyorlar. 

Bugün yeni bir Enternasyonal için ciddi girişimlerde bulunacak, maddi ve manevi destek sunacak, toparlayıcı güç olacak hareketlerin başında Kürdistan Özgürlük Hareketi gelmektedir. Paradigmasını yenilemesi de çoğulcu bir girişimi kapsayacağını göstermektedir. Bölgesel birlikler oluşturmayı başarmıştır. Anadolu devrimcileriyle geçmişte olduğu gibi bugünde kurmuştur. Elbette bu kurulan birlikler zayıf kalmıştır ama yönü doğrudur. Demokratik alanda da birlik mevcuttur. Enternasyonal bu sefer Doğu’dan doğabilir, doğmalıdır da! 

Büyük hayaller kurmak, büyük mücadele birlikleri amaçlamak iyidir. Devrimciliğe de yakışan budur. Ama bu büyük hayaller ve amaçların ayakları havada kalırsa hiçbir anlamı olmaz. Sözümüzün karşılığı olmalı. Öncelikler bulunduğumuz coğrafyada kendi hareketimizi güçlendirip iradeleştirmeliyiz. Öncülük iddiasıyla örgütlenmeliyiz. Büyük laflar edip küçük işleri yapamıyorsak, bulunduğumuz alanda halkta bir karşılığımız yok ise birlikler oluştursak bile etkinliği çok zayıf ve işlevsiz oluşumları aşamayız.