Yeniden Şekillendireni Şekillendirmek – Murat Bal

Ne zaman bir toplumsal direniş, hareketlilik gelişse; geride bıraktığımız bütün eleştiriler unutulur, yeni duruma dahil olunur. Kaçınılmazdır da bu. Ancak ardında bıraktığını iddia ettiğin şeyleri tekrarlama alışkanlığı, kolaycılığı sürece müdahilliğin bir sonucu gibi sunulsa da realite, hem direnişin yönü ve geleceği bağlamında hem de kolektifin örgütlemeye çalıştığı paradigma bağlamında bir sınanmadır. Emrivaki solumuzun artık süreklilik halini alan refleksi bilineni tekrar etmekle birlikte konumlanışını da buna göre şekillendirmektedir.

Bir yerde herkesin ortaklaştığı tarihsel kırılma anına atfedilen anlatıya kilitlenip kalmak başkaları için sorun teşkil etmeyebilir ama bizim için aynı şey söylenemez. Böylesi bir sürecin içinde odaklanma ve kilitlenme koşullarının yarattığı handikap, sanıldığı gibi gelip geçici bir özellik ya da hareketin o an ihtiyaç duyduğu şeye karşılık vermekmiş gibi sunulamaz. Anlamlandırmaya çalıştığımız şeyi geliştirememenin kendisi, paradigmamızın sınanmasını da içerir.

Dünün ve bugünün ikilemi

Tarihin kırılma anlarına takılmadan nereden, nasıl bir yol açacağız sorusunun en elverişli yanıtlarını pratikleştirerek ciddi bir zihniyet değişikliği yaratmak gerekiyor. Dünün ve bugünün ikileminde ortaya çıkan arayışa dair ihtiyacı karşılamak için de harekete geçmek gerekiyor. 

Son süreçte harekete damgasını vuran gençliğin eylemleriyle Gezi gençliği karşılaştırmaları ve 90’lı yılların inişli çıkışlı toplumsal mücadelelerine yapılan atıflar, 19 Mart ekseninde yeniden değerlendirme yapmayı gerektiriyor. Geçmişte kaldı denilen şeyler yeninin önüne geçiyor, yazılıp çizilenlerle birlikte dünün tezahürüne denk düşen bir pratik de geliştiriliyorsa, bu aşılması gereken bir sorundur. Herkes kendi mahallesinin önceliklerini gözetmekte tereddüt etmiyor ve hareket halindeyken doğal bir ortaklaşmaya ya da direnişin gerektirdiği birlikteliklere omuz vermiyorsa bu aslında öznel bir kabulün sonucudur. Uygulanmaya çalışılan politik tarzın, yönelimin niçin geliştirilemediği sorusunu anlamsızlaştıran da işte bu ilişkileniş biçimidir. Böylelikle itirazın, reddin, dahası kopuşun kendisini deneyimleme imkânı ve yeni fırsatları değerlendirme olanağı kalmaz, anlık yapıp ettiğinle kalırsın ki geçmişte kalmak da böyle bir şeydir.

Bir başka realite de yarının bugününü yapıyoruz diyerek şimdinin ders dolu anlatılarını da kendimize göre eğip bükme halidir. Her defasında getirisi götürüsünden büyük olmayan işlerin görünürlüğünün arkasına sığınıp bildik, denenmiş yolların herhangi bir sonuç üretemeyeceğinin bilincinde olmalıyız artık. Amacı araçsallaştıran her girişim, rekabeti, tekelciliği besler, körükler. Hele bugünün dünyasında, geçmişin kötü karikatürlerinin devamcılığına soyunmak ve sosyal medya üzerinden buna meyletmek ve 19 Mart gibi bir direnişin yeni boyutlar kazanabileceği bir eşikte, devrimcilik yarışına tutuşmak anlaşılmazdır.

Bu anlayış ve üslubun yetmezliği tek taraflı da değil. Herkes işine geldiği yerden kendini konuşturuyor: Kürt hareketinin 19 Mart eylemlerine yeterince katılmayışı ve Taksim-Kadıköy ayrılığı neden bu kadar derinleşti sorusu da aslında nasıl bir iklim yaratıldığıyla alakalıdır. Bu durum içinde bulunduğumuz ruh hâlini de ele veriyor ama gençliğin büyük bir kısmı bunları dikkate almıyor. Siyaset erbaplığına soyunanlar, meşreplerine göre hizalanarak alandaki boşluklarını sosyal medya üzerinden doldurmaya çalışıyorlar ve ulusalcısından faşistine, sosyal şovenistinden Kürt milliyetçisine ve sosyalistine kadar herkes buna dahil olmaya çalışıyor.

Retorikler seviyeyi gösteriyor. Birleşik mücadeleyi dillerinden düşürmeyenlerin hali ortada. Birleşmemek için eleştirenin de eleştirilenin de ortaklaştığı o kadar belli ki; artık birbirlerini dikkate almıyorlar. Bu bile başlı başına bir sorun ki bileşenlerin kendilerini dikkate almadığı bir yerde gençlik, kitleler neyi dikkate alsın ki? Herkes kendi sahasında topu çevirip duruyor. Maalesef bu süreci de geride bırakacağız ve öyle görünüyor ki direnişin siyaseti Taksimcilik ve Kürt hareketinin yeni süreci üzerinden yürüyecek. Böylesi bir düzlemde eldeki malzeme bir o yana bir bu yana çekiştirilerek tüketilecek ve politik darlaşmanın dayanılmaz ağırlığına ve kararlığına terkedilecek. İroninin güzel tarafı bu işte: Gerçeği ters yüz etmenin bir şekilde yolunu buluşu ve bizi fazlasıyla gerçeğe yöneltmesidir.

Kırılma Anının Yeni Dinamikleri ve Praksis

Bu kırılma anının yeni dinamikleri var. Süreci kavrayış her geçen gün daha da önem kazanıyor. Gelişmelerin öne çıkardığı, çıkaracağı şeylerin peşinden sürüklenmeden ama hareketin gelişme ve yönelimini değiştirme–dönüştürme sistematiğini hem içe hem dışa dönük bir mekanizmaya evrilmesinin nüvesi her zamankinden çok elimizdeyken; biz nelerle uğraşıyoruz? Neleri öne çıkarıp tartışıyoruz? Yetmiyor, yine bildiğini okumayı bir marifet sayıyoruz. Çağrılar ve temennilerde bulunup oradan oraya koşturan gençliğin yaşadığı şeyi kendileri değil de biz anlamlandırıyorsak, hani nerede yeninin praksisi? Harbiden temel aldığın bütün referansların boşa düşüyor, çizginle çelişiyorsan geldiğin noktayı düşünmek zorundasın. Teorinin, ideolojinin, siyasetinin doğruluğu ancak ve ancak karşı karşıya kaldığın pratiğe yanıt veriyorsa anlamını bulur ve böylelikle hedefine ulaşırsın.

Bu çağ beklemeye gelmiyor. Bugünlerde sürekli dillendirilen “zamanın ruhu” herkesi ve her şeyi çok çabuk değiştiriyor. Bugünün gençliğinde bir nevi ele avuca sığmazlığın yanı sıra bir o kadar da rahatlık söz konusu. Bu bulaşıcı özellikler, ilişki kurma biçimlerimizi belirliyor, yönetiyor, rüzgârın yönüne göre, bazen de rüzgâra karşı.. Özellikle böylesi dönemlerde, asıl kırılma içten içe yaşanır ve geri dönülmez sonuçlar üretir, belirsizliği yerleştirir. Sürüklenmenin doğasında bu vardır, yarattığı sinerjiye tutundukça, daha da fazla sarılmaktan kendini alıkoyamazsın.

 Misyonun Gereği ve Zorunlu Kopuş

Misyonunun gereğini yerine getirmekle yükümlü olanlar, dünün kadrosunun yükünü bugünkü genç kadrolara devredemezler. Bu gerçeği görenler de hiçbir şey olmamış gibi davranamaz, buna hakkımız yok.

Kendiliğindenciliğin devinimiyle, özgünlüğümüzü ortaya çıkaran 19 Mart’ın isyancı niteliği, tarihsel bir momentin kayda değer kesitlerini derinleştirirken elverişli koşullar da sunar. Hatta çok çeşitli ve çok yönlü etkilerde bulunur, fırsatlar yaratır. Böylesi bir dönemin bize araladığı her kapı, her eşik mutlaka çok iyi değerlendirilmelidir. Hareketi harekete geçiren dinamiklerin bu süreci yönetmesinin önünün açılması; bizi politik dayatmalarla, politik kaçışlar arasına sıkışmaktan kurtarır.

Birbirimizle uğraşmadan yoğunlaşmamız gereken asıl şey; her an, her saat, her gün bizi neyin beklediği ve gelişmelere ne düzeyde yanıt vereceğimizi kavrayış biçimimiz olmalıdır. Bu seviyemizi gösterir. Sosyal medya üzerinden birbirini çekiştirmeler, yetmezmiş gibi görünürlüğü özendiren ve reklam kokan hareketler en çiğ haliyle servis ediliyorsa, değerlerin içinin boşaltılmasıdır bu.

Oysa, yeni bir tarzın ve yeni bir kültürün yeşereceği bir eşikteyiz. Bunu kimse karikatürize edemez. Her şey gözler önünde cereyan ediyor, olup biten kaydediliyor. Yaşanılanı anlatmak ya da anlatılanı yaşanılır kılmak, siyasetin esaslarındandır. Lenin’in deyimiyle: “Siyasette dürüstlük güçlülüğün, ikiyüzlülük ise zayıflığın ürünüdür.” Bu bir tercih değil, ilkesel bir duruş meselesidir. Asla taviz verilemez. Çizgi meselesine böyle bakmalıyız. Böylesi zamanlar seni doğrular ya da yanlışlar. Düşünce ve pratiğinin yarattığı farkındalık, ayrıcalıklı bir özellik değil; olması gereken olduğu içindir. Haliyle, hakiki bir çizgiye sahipsen mücadelen gerçeğe; hakikatin temsiline, temsilin ise gerçekliğe dönüşür.

Şimdi Değilse Ne Zaman?

Bu soru, her zamankinden çok daha yakıcı bir biçimde kendini dayatıyor. Ama hâlâ bölük pörçük kalmayı tercih edişler ya da diğerini başka bir seçime zorlama, yönlendirme, sürükleme hali olunca sözün de bir anlamı kalmıyor. Güya arkamızda bıraktık sandıklarımız yine karşımıza dikiliyor. “Nerede kalmıştık?” dercesine kafa tutuyor. Üstelik bundan rahatsızlık duyulmuyor; bilakis memnuniyetle karşılanması bekleniyor. Oysaki siyaseti kendi içinde boğmadan ezberlerden kurtularak hareket etmek gerekiyor. Düşünün ki 19 Martta yıllardır beklediğimiz bir direniş yaşanıyorsa, artık anlamsız gerekçelere, mazeretlere sığınamazsın. Bazı şeyleri netleştiremezsen, o şey senin ayak bağın olur, çözemezsin. Aşamadığın şeyin esiri olursun, esiri olduğun şeyi konuşturursun. Yeni durum tespitleri, gençliğe biçilen roller, bu isyanın ve direnişin dinamiklerini açığa çıkarmayı gerektiriyor. Gençlik hareketi, özellikle örgütlü gençliğin düzeyi mücadelenin niteliğini ve gücünü yansıtıyor.

Mücadelede sorunlu bir örgütsel tarz, işleyiş kurumsallaşamıyor. Temel açmazı çözemediğin müddetçe hedeflerin, amaçların içinde bulunduğun atmosfere göre şekillenir. Kopuş, hikayesinin karakteristiğinden uzaklaşırsın; sürüklendikçe sürüklenirsin. Koşullara tabi olursun, varlığın, görünürlüğün bunu değiştirmez. Aksine içine çeker aynılaşırsın. Bazı şeyler bozuma uğrarsa düzeltemezsin; işin ruhunu öldürüyorsan, heyecanı, merakı çökertir mekanikleştirirsin. İtirazın, reddin, konuştuğun ne varsa; farklı boyutlarıyla hasıraltı ettiklerin, geçiştirdiklerin başına bela olur. Şu an gündemin sıcaklığı nedeniyle göze çarpmıyor olabilir; öne çıkanlarla öne geçenler arasında mekik dokumaların yarattığı atmosferin büyüsü popülizmi besler.

Devrimci yapılar, 90’lı yılların o sert koşullarında dahi kendilerini çeşitli biçimlerde, çeşitli karelerde yeşertmeyi başarmışken (ki buna sansasyonel eylemler dâhil), günümüz gerçeği için aynı şeyi söyleyemeyiz. Popülizm tersten esiyor. Onun rüzgârı nicedir egemenlerin emrinde; emperyal projeleri şişiriyor. Sınıfsal ve toplumsal mücadelenin gelişkinliğine göre hem zorlama biçimler hem de koşulların ürettiği faydacılığı artı değere dönüştürme alışkanlığı sürüyor. Diyebiliriz ki popülizme yenilmiş bir “sol” popülizmle çıkış yapamaz, onun emarelerine tenezzül etmek züldür.

Kolektifin Örgütselliği ve Kitlelerin Örgütselliği

Kolektifin örgütselliğiyle, kitlelerin örgütselliği… Eşgüdümsel ilişkilenişin dinamiklerinin elverişli koşullarıyla karşı karşıyayız. “Nasıl yönlendirirsen öyle şekillenecektir” dediğimiz sürecin içindeyiz. Sözümüz sınanıyor. Bu ikili ilişkiyi birlikte yürütme becerisini kazanmalıyız. Kuşkusuz bu uzun soluklu bir iş. Zamanı, imkânı doğru değerlendirmeliyiz. Her şey öyle hızlı ilerliyor ki hazırlık yapmana bile müsaade etmiyor, sana zaman tanımıyor, giderek akıntıya kapılıyorsun. Odaklanma başka bir şey, kilitlenme başka bir şey… Direnişin içinde kalma, var olma kaygısı yukarıda sıraladıklarımızla alakalıdır.

Direnişlerin öğretici diyalektiği, mücadelenin inişli çıkışlı evrelerini dikkate almadan yeni bir yol açmanın imkânsızlığına işaret ediyor. “Gerçekçi olup imkânsızı istemek”, kopuş hikâyemizin gereğini yerine getirmekle mümkündür. Aksi düşünülemez. Çünkü farklı bir yerde durduğunu iddia ediyorsan, siyaset tarzını, anlayışını en açık biçimde sınanacağın bir sürecin içindesin. Özgücümüzü çekip çevirme başta olmak üzere, isyanın ve direnişin gidişatındaki rolümüz, bundan sonraki pozisyonumuzu da belirleyecektir.

Süreç şu an küçük çaplı eylemliliklerle devam ediyor. Öğrenci hareketinin inisiyatifini geliştirdiği bu evre, bir süre sonra bir başka mecraya taşınacak veya akacak. Gençlik, daha ilk günden itibaren oradan oraya koşturup duruyor. Ancak bu hareketlilik üreten değil, tüketen bir yere doğru evrilirse devamlılığını sağlayamaz. Böyle olunca da ne bir birikim yaratır ne de hareketi ileri sıçratır. Örgüt-örgütlenme bağlamında birikimi süreklileştirmenin yolları, etkinlik düzeyinle siyasal bilincin arasındaki çakışmayı gerçekleştirmekle mümkündür. Kolektif, gerçek öncülerini buralardan, bu mücadele anlayışından çıkaracaktır, nasıl yönlendirirsen öyle şekillenecektir..