Seçim savaşları hızlanırken ya da iç savaşın ayak sesleri
Kaybedeceğini anlayan ama kaybetmeyi kabul etmeyen faşist iktidar ne yapar? Önümüzdeki günlerin sorusu değil bu! Önümüzdeki günlerde yaşanacak olandır bu! Hemen hemen tüm kesimlerin seçimlere ilişkin tahminleri, “bunlar kaybetmemek için her şeyi yapabilirler” doğrultusunda… Mevcut faşist iktidar içerde ve dışarda elindeki tüm kozları tek tek hayata geçirerek iç savaş havasında bir seçime gidileceğini artık cümle âleme ilan etmiş bulunuyor.
Peki, burada önemli çelişki yok mu? Hem daha en baştan bunlar her şeyi yapabilir diyorsun ama gözünün önünde cereyan eden sivil darbe parçacıklarına müdahale etmiyorsun. Demek ki söyleminin tersine içten içe hala olağan barışçıl bir seçim beklentisi içindesin. Olagelen şeyleri olağan karşılıyor ve kendine dert edinmiyorsun. Kendini o büyük zafer gününe kilitlemişsin. Demek ki sence seçim gününe kadar faşist iktidarın kaybetmemek için yapacağı tüm komplo, provokasyon vb. eylemler ne yaparsa yapsın onun kaybetmesini engelleyemeyecek! Evet, tüm güçler senden yana! Halklar büyük öfke içinde ve uluslararası güçler de artık bu rejim değişsin istiyor. O zaman birkaç yüz Kürt devrimcisinin gözaltına alınması fazla bir şeyi değiştirmez, rüzgâr hala bizden yana!
Ama artık seçimler seçimlerden önce kazanılıyor. Mesela; Öcalan yakalanınca en imkânsız olan Ecevit kazanıyor! Rusya müdahale ediyor, Trump kazanıyor! Ya da son Macaristan seçimlerinde kaybedeceği tüm anket şirketlerince tartışmasız gösterilen faşist V. Orban, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi ve halkın özgürlük-güvenlik ikilemine sokulmasıyla seçimi kazanabiliyor! Tüm dünyada seçim süreçleri kitlelerin geçmişteki o geleneksel oy verme biçimlerini, siyasi partilere karşı tutum alışlarını değiştirmiştir. En azından şu var azımsanmayacak bir kesim oyunu ülkenin geleceğinden ziyade kendi bireysel tercihinin kendisi için çok önemli olduğunu düşünerek Narsistçe kullanabiliyor ve yukarıdaki örneklerden de görüldüğü gibi seçim öncesindeki kimi kritik, olağanüstü toplumsal olaylar seçmenlerin tercihlerinin hızla değiştirmesine neden olabiliyor. Mevcut iktidarlar, seçmende kendilerine karşı yılladır biriken öfkeyi tersine çevirmek için geçmişe oranla daha fazla medya gücüne, manipülasyon yöntemlerine, ideolojik aygıtlara sahipler. Tüm dünya hükümetleri devletlerini şirketleştirdikleri için, yani devlete olan sadakat ve hizmetin yerini parti-devlet bütünleşmesiyle sadece birkaç yüz ailenin hegemonyasında olan yeni tipte bir sermaye diktatörlüğü aldığı için hiçbir şekilde bu rantiyeci sistemin dışına atılmak istememektedirler. Devlet onların aile şirketi olmuştur adeta… Kopamamaktadırlar!
Başarısız Mazlum Abdi suikast girişimi ile başlayan ve Kürt demokratik kitle örgütlerine, gazeteci, avukat ve hatta sanatçılara yönelik gözaltılar ve tutuklamalarla devam eden operasyonlar seçim savaşlarında önemli bir virajdır. Devamının geleceğini tahmin etmek zor değildir. “Daha önce de on binleri tutukladınız bunu yine yapsanız da mücadele sürecek!” demek, elbette yılların kanıtladığı devrimci iradenin süreceğine dair utkulu bir slogandır. Ancak bunun halkların umut bağladığı, büyük beklentiye girdiği böylesi ciddi bir stratejik döneme dair maalesef hiç bir karşılığı yoktur.
Beklendiği gibi olağan, barışçıl bir seçime izin vermeyeceklerini göstermiş bulunuyorlar. Bu nokta gayet önemli çünkü kimi muhalif kesimlerde, özellikle CHP kanadında seçimi bir an önce kazasız belasız atlatmaya yönelik bir acelecilik var. Hatta kimi Kürt siyasilerde de bunu görebiliyoruz. Nereden görüyoruz? Parlamentoya 100 milletvekili söyleminin çok sık tekrarından, bunun kaçınılmaz adeta kesinleşmiş bir durum gibi ele alınmasından görüyoruz. Yurtdışındaki orta sınıf yurtseverlerde de seçimde kimi istenmeyen olaylar ve şaibelerle karşılaşılsa da bunların seçim sonuçlarını etkilemeyeceğine dair beklentiler mevcut. Bu kesimler seçimsiz bir faşizmin imkânsızlığından, uluslararası kamuoyunun ve halk muhalefetinin buna razı gelmeyeceğinden söz ederken, seçimli bir faşizmi pek mümkün görmüyorlar. Bu psikoloji fevkalade yanılgılıdır. Süreci anlamaktan, olası tehlikelere karşı hazırlıklı olmaktan uzak bir tutum alıştır. Karşı tarafın hiç acelesi yok oysa. Onlar seçim gününe kadar gün be gün hazırladıkları iç savaş oyunları üzerine çalışmaya devam etmektedirler. Şu çok açık ki; faşizmle yakın bir dövüşe hazırlıklı olunmadan başarılı olmak mümkün değildir. An’a statik yaklaşılmayacak özellikte olağanüstü bir seçim olacak demiştik. Ve yine demiştik ki; “Teyakkuzda olacağız!” öngörülerin gün gün gerçekleştiği seçim savaşında durum an’da sadece seyirci, gözlemci olmakla sınırlıdır ne yazık ki!
An’a statik yaklaşanların karşısında seçimi kazanmak için kendisini hızla, elindeki tüm olanaklarla “eşik atlamak” zorunda hisseden bir rejim var. Güncel olana odaklanmadan bu seçimin kazanılamayacağını ilan etmek her devrimcinin görevi olmalıdır bugünden sonra!
Kulağa o çok hoş gelen, “Yine bahar gelecek” sloganının karşısında kurtların uluması var. Bu duyulmuyor mu? Seçime kurtların en sevdiği puslu bir havada giriliyor. Sandık güvenliğine yönelik hazırlıklardan önce Kürt meselesi üzerinden toplumun terörize edilmesine karşı önlemler daha öncelikli hale gelmemiş midir? Millet İttifakı arkasına aldığını zannettiği uluslararası güçlerin rüzgârına fazlaca güvenip, AYM Başkanı’nın son konuşmasını bir taraf değişikliği olarak okurken, bunların kumdan kaleler olduğunu hiç mi düşünmüyor? Kılıçdaroğlu’nun en büyük yanılgılarından biri Erdoğan’ın uluslararası güçler tarafından “yumuşak bir geçişe” ikna edilebileceği ihtimalidir. Rusya’nın artık taraf olduğu RTE’nin arkasında durduğu koşullarda bu ham hayaldir.
Çoğu kesim 2015’teki Haziran-Kasım seçimleri arasındaki gibi halkta korku yaratıp iç savaşı tırmandırarak seçime öyle gitme tarzının bir daha tekrarlanamayacağını öngörürken büyük bir yanılgı içerisindedir. Elbette 7 Haziran ve 1 Kasım‘ın bire bir tekrarı olmayacaktır. Ama son olaylar Kürt özgürlük mücadelesinin üzerinden bu sefer daha farklı bir iç savaş senaryosunun olduğunu göstermektedir. Bir ayağında iktidara bağlı sivil paramiliter güçlerin harekete geçirileceği -ki bu kimi parti binalarına amatör görünümlü saldırılar ile açığa çıkmıştır ve bu farklı biçimlerde giderek artacaktır- diğer ayağında içerde ve sınır ötesinde siyasi ve askeri -çok hacimli olmasa da kritik yerel operasyonlar- soykırım operasyonlarının devam ettirileceği bir özel harp taktiği giderek somutlaşmaktadır. İktidar, ekonomik sosyal alanda seçimi kazanmak için en ufak olsun söyleyecek bir sözü kalmadığı için elindeki tek kozu -Kürt savaşını tırmandırmayı- karar altına almıştır.
Arzuladığımız haklı zafere çok yakın olduğumuzu hissetmek, bunun verdiği güçle sokaklara çıkmak ama faşizmin öyle kolay pes etmeyeceğini de bilerek davranmak elbette hiç kolay değildir. Bu anlamda zafere yaklaşmanın aslında ne denli tehlikeli olabileceğini anlatmaya çalışıyoruz. Tarihten biliyoruz ki bu bedelsiz olmuyor! Ama bizim bugün söz ettiğimiz sadece bedel ödemek değil, zafere inanmakla zaferden emin olmak arasındaki farkın tam anlaşılamamış olmasıdır.
Emperyalistler artık seçime görünür derecede müdahil olmuşlardır
Rusya’da, İran’ın da katıldığı dörtlü zirve ve peşi sıra Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik yasal alana yapılan gözaltı terörü ve kendilerini destekleyeceklerini ilan eden Kürt halkının bu durumuna sessiz kalan CHP gerçekliği, puslu havayı daha da karartmıştır. Yeşil Sol Parti ve Kürt halkında büyük hayal kırıklığı yaratmıştır.
İran’ın Haseki’de ABD üslerini vurduktan hemen sonra TSK ve MİT’in, içinde ABD’li askerlerin de bulunduğu Mazlum Abdi konvoyuna SİHA’larla saldırması, TC’nin bu seçimde arkasına Rusya’yı aldığının bir göstergesidir. Öte yandan; bu olaya rağmen ABD’nin F-16’lar konusunda TC’ye daha ılımlı mesajlar vermesi, ABD’nin faşist iktidar içinde yeni dönemde kazanan kim olursa olsun NATO’ya bağlılık sözü veren askeri bürokrasiye bir jestidir. ABD emperyalizmi tüm yumurtaları aynı sepete koymamaktadır. Ona en kötü koşulda bile biat edecek kanalları açık tutmayı bilmektedir. Özellikle Ortadoğu dengelerini etkileyecek böylesi hassas bir seçim sürecinde onu vuranlara yaptığı bu jest bir çelişki değildir. Gerçekçi bir yaklaşımdır. Bir diğer gerçekçi yaklaşım Türkiye’nin seçim savaşlarının Tayyip Erdoğan’ın ya da Kılıçdaroğlu’nun kazanmasının ötesinde, kim kazanırsa kazansın, Türkiye’nin kaotik bir sürece sürüklenmesinin ABD açısından en makbul seçenek olmasıdır.
Aslına bakılırsa, İran-Suudi Arabistan yakınlaşmasından sonra Suriye’nin Arap birliği ile ilişkilerini düzeltmesi ve TC’nin tüm beklenenlerin aksine Moskova’nın dikte ettiği kısa vadede Rojava’ya saldırmaktan ziyade işgal ettiği bölgelerden “kademeli olarak çekilmesi” ve Halep-Lazkiye arasındaki ekonomik değeri yüksek M4 otoyolunun kontrolünü Suriye’ye devretmesi ama bunun karşılığında Türkmenlerin garantörlüğünü üstlenmesi ve ilerde gerektiğinde Adana Protokolü ile sınır ötesi harekât serbestliği istemesi, bunlar öyle çok ABD’nin işine gelen anlaşmalar değildir. O yüzden ABD’nin seçimler için dileği olabildiğince uzamış kontrollü bir kaostur ya da kontrolsüz bir iç savaştır.
Bu iktidarın Türkiye halklarına yaptığı en büyük kötülük ülkeyi emperyalist kamplar karşısında savunmasız bırakmasıdır. Emperyalistlerin sofrasının en iştah açıcı jeo-stratejik lokması yapmasıdır. Onca despotizmine, onca askeri gücüne o İHA’larına, SİHA’larına, Kızıl Elma’larına rağmen en zayıf karnı ülkeyi Rusya’sından Amerika’sına emperyalistlerin gizli işgaline uğratması halklarımızın en az bilince çıkardığı kahredici gerçekliktir. Dengeleyici yaklaşımını kendi içinde “Bak dayatırsam oluyormuş” şeklinde ele alırken büyük güçler bu duruma ne diyordu acaba? “Sen öyle zannet!”. Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nin önündeki caddenin adı “Zeytin Dalı Caddesi”, Rus Büyükelçiliği’nin önündekinin adı “Andrey Karlov Caddesi”dir. Biri işgalin, diğeri bir siyasi suikastın adıdır. İşte “dünya beşten büyüktür” diyenlerin o kendilerinin bile inanmadıkları büyüklük kompleksinin tablosu budur.
ABD emperyalizmi ve karşısında emperyalizmin Asya gücü olan Rusya’nın gün be gün daha fazla müdahil olduğu seçim savaşlarında dozu giderek artan iç savaş mekaniğini durduracak tek güç, Gezi-Kobani İttifakı’nın günümüze aktarılacak güncel, yeni biçimleri olacaktır. Seçim savaşlarında tüm demokrasi güçlerinin, devrimci ve komünist hareketlerin 1 Mayıs’ta faşist iktidara karşı güçlü bir cevap vermesi ona istediği “eşiği” atlamasına izin vermeyecektir. 1 Mayıs’ın sloganı “Faşizme geçit yok!” olmalıdır.
Tüm Komünarlar, 1 Mayıs ile birlikte -kendi bağımsız öz savunmalarının dışında- ayırt etmeksizin faşist iktidarın karşısında konumlanan YSP’liler olsun, seçime bağımsız giren Komünistler olsun, diğer yasal sol partiler olsun; onların seçim bürolarında yaklaşan iç savaşın ayak seslerini anlatarak görüşlerimiz doğrultusunda siper yoldaşlığına soyunmalıdırlar.