Zamanın ruhu: Endüstri 5.0, karşı devrimler ve zamanın entropisi – Hikmet Acun

20. yüzyıl tarihte eşi benzeri olmayan bir yüzyıl. Hiçbir yüzyıl, 20. yüzyılın sahip olduğu üretim araçlarına, sınıflarına, savaşlarına, kavramlarına, bilimsel metodolojisine sahip olamadı. Ve hiçbir yüzyıl, 20. yüzyılın tarihten çaldığı kadar çalamadı. 20. yüzyıl, yalnızca kazanılmış bütün devrimlerin, karşı devrimler aracılığıyla  bir tür  “ilksel birikim”e uğratıldığı yüzyıl olmadı; her heba edilmiş devrim, deneyim kapitalist gelişmeye muazzam birikimler sağlayarak kendinde asla sahip olamayacağı nitelikler kazandırdı. Ve denilebilir ki, hiçbir yüzyılda, 20. yüzyılda olduğu kadar emek, karşı devrim için kurucu olmadı.

Yıl 1698, Thomas Savery  buhar gücünü icat eder. Savery’den  birkaç on yıl sonra James Watt   1760’ta endüstriyel fonksiyonlara sahip buhar makinesini yapar. Bu yıllar, gelmekte olan çağların yalnızca üretimini değil, sanatından, düşünme biçimlerine kadar insan ilişkilerini belirleyecek Yeni Dünya Düzeni’nin adını da koyacaktı. Buharla gelen bir dünya kurulurken, makineye dayalı üretimin koşul saydığı canlı emeğin gerçekleşmesi demek olan insanlar arası ilişkilerin de adını koyacaktı; kapitalist toplum. Öyle ki, buhar çarklarıyla çalışan makineler düzeni, modern dünyanın ilk karşı devrimini de tarihe sokacaktı; emek sürecini gerekli kılan “zor” ilksel birikim yoluyla insan ilişkilerini sil baştan değiştirecek ve bu değişim süreci yeni sınıfların meydana gelmesine de mahal verecekti. Kapitalist toplum ilerlemeden değil karşı devrimden doğmuş bir toplum olarak, gelecek çağlarda bu karşı devrimi durmaksızın yeniden üretecekti. Öyle ki sanayinin başlangıcı varsayılan makine, zor yoluyla işçi sınıfının doğuşunun koşulunu oluşturmakla sınırlı kalmaz, o doğuşu mümkün kılan ilksel birikimi de çağlara yayarak varoluş koşulu yaratır; sermayenin yeniden üretimi.

Buhar gücünden, elektrik fişinin ilk takıldığı 1880’li yıllara gelindiğinde ise seri üretim emek-sömürü ilişkisini kökten değiştirmekle kalmayacak, kentsel yaşamı ve kent sınıflarının yeni biçimler almasını da sağlayacaktı. Bu karşı devrim süreci bir sınıf olarak burjuvazinin konumunu da değiştirip, öncül sınıf haline getirecekti. Artık, toplumların oluş koşulları ve insanlar arası ilişkilerin formlarının alabileceği mümkün biçimlerin tahayyülü burjuvaziden sorulacaktı. Benzer biçimde sanat, estetik, mekânın tanımı, belli bir yere kadar ideoloji bu sınıfın paltosundan çıkarak, toplumsal alanda yeniden üretime girecekti. Denebilir ki buharın icadıyla başlayıp, elektriğin icadıyla ve 1900’lü yılların başında içten patlamalı motorun icadıyla sıçramalarını gerçekleştiren bu karşı devrim, tarihin en uzun sürmüş karşı devrimi olarak eşine rastlanmayan dinamiklerin de ortaya çıkmasına mahal vermiştir.

Burjuva karşı devrimler çağının karakteristiği ölü emek-canlı emek ilişkisinin anlamını formel olmayan bir ilişki biçimine büründürmüş olmasında gizli olduğu aşikar. Emek süreci hem yüksek düzeyde sömürünün koşulunu oluştururken aynı zamanda o sömürünün gerçekleşme koşulunun yaratıcı fonksiyonu olarak işler. Yani emek, yalnızca kar sürecinin açıklayanı olarak kalmaz, o karı meydana getirecek dinamiklerin de yeniden üretimini sağlar. Bu bakımdan ölü-emek diye bir şey yoktur; emeğin türevi vardır. Burjuva karşı devrimi mümkün kılan ilişki bu bakımdan üretim sürecinin sonuçlarıyla değil, meydana gelme biçimleriyle açıklanabilir karşı devrimdir. Bir anlamda emeğin karşı devrimi. Çünkü bu karşı devrim hiçbir çağda olmadığı kadar emeğe “iktidar ve yaratıcı özgürlük” alanı açmamıştır. Hiçbir çağ, bu karşı devrimler çağı kadar emeği  öncül hale getirmemiştir. Son beş yüz yıllık zaman aralığı bu karşı devrimi mümkün kılmışsa, bu emeğin serencamıdır.

Kapitalizm, sanayi toplumunun bir soyutlamasıdır. Ancak bu soyutlama bir somut anında gerçeklik kazanabilir; üretimin yoğunlaşma biçimi. Bu yoğunluk kavramı üretimin istatistikî rakamlarını içermez, toplumsal üretimin bütün alanların da meydana gelen yoğunlaşmayı içerir; insan ilişkilerinin yeni normlarını, görme biçimlerini, tüketim alışkanlıklarını ve şeylerle girdiği ilişki biçimlerinin halet-i ruhiyesine uzanan yeniden üretimi. Burada daha temelde işleyen bir ilişki söz konusudur; kapitalizm ne kadar soyutlama ise emek o kadar somuttur ve bu emek somut olması nedeniyle kapitalizmi zamansal kılar. Sanayinin bir üretim zamansallığını içermesi tam da bu emeğin kuruculuğundan gelir. Bu zamansallık yalnızca “üretimin andaki hali”nin açıklamasıyla sınırlı olmayan başka bir zamansallık anlamı da üretir; bu zamansallık  toplumun içinde bulunduğu ilişkilerin merhalesidir. Çünkü tarihten biliyoruz ki hiçbir toplum formu emeğin somutluğuna direnemez. Toplum emeğin soyutlamasıdır. Hakeza kapitalizm de öyle. Sanayi denilen üretim formu  bu bakımdan emeğin kuruculuğunun anı’dır. Şimdiki anı. Bu durağan olmayan ve kendi içinde durmaksızın entropi oluşturan emeğin-kurucu yıkıcılığı sanayinin anlamını da değiştirerek yeni biçimleri durmaksızın tarihe sokacaktı Bu bakımdan Endüstri 1.0’dan endüstri 5.0’a uzanan  gelişmenin anlamına bakarken, emeğin rolünü anlamak durumundayız.

İlk buhar makineleri, buharın itme gücüyle oluşan dairesel  dönme hareketinin enerjisini başka düzeneklere aktarılarak mekanik-üretim mekanizmalarının doğuşuna mahal verdi. Bu durum  bir mekanizma aracılığı ile açığa çıkan enerjinin üretime dönüştürülmesi demekti. İlk dokuma tezgâhlarının İngiltere ve Almanya’da nelere yol açtığını biliyoruz.

Buhar makinelerinden CNC makinelerine, kendini kontrol edebilir seri üretim makinelerine gelmenin bir  girişimci olarak değil ama bir sınıf olarak burjuvazinin mahareti olduğunu öne sürmek mümkün değil. Kaldı ki bu gelişmelere ulaşmış makinelere eş zamanlı olarak yürüyen gelişmiş malzemelerin üretimini de anlamak emeğin rolünü daha anlaşılır kılacaktır. Gelişmiş aletler yapabilmeniz için, o aletleri mümkün  kılacak malzemeler geliştirmek zorundasınız. Malzemenin keşfi bu bakımdan anahtar rol oynar. Örneğin yarı iletken malzemelere ulaşılmasaydı, bilgisayarlar yapılamazdı. Optik keşfedilmeseydi, otomasyon mümkün olmazdı. Çünkü optik sensörler olmadan bir makine düzeneğini otomasyon olarak işletmezsiniz. Üretimde kullanılan parçaların barkodlarını okutamazsınız. Üretim bandının bir sonraki aşamasındaki aletlerin kalibrasyonlarını uyumlu hale getiremezsiziniz.

Bu durumu nasıl anlamalıyız? Burada karşımıza ölü emek-canlı emek kavramının dışına taşan bir emek süreci ile karşı-karşıyayız; türetilmiş emek! Emek malzemeyi  keşfeder, onu bir tasarıma kavuşturur. Aynı emek, o malzemeye biçim ve işlevsellik kazandıracak makineyi tasarlar ve yaratır. Aynı emek bu kez üretim sürecinin  belirler. Şöyle ki; üretim yapacak makine bu kez, üretimin en ince detayına kadar kusursuz ve verimli çalışabileceği parametreleri önceden tanımlanmış bir anolog programa ihtiyaç duyar. Bu program da emek tarafından geliştirilir ve yazılır. Ancak burada üretim sürecinin tanımı boşluğa düşer. Makineyi canlı emek değil, canlı emek tarafından yazılmış bir program  yürüttüğüne göre, bu üretim sürecindeki emeğin adı nedir? Ölü emek mi?  Burada biraz durmak da fayda var.

Karşı devrimin yeni bir merhalesi; emeğin akılla açıklanabilirliği, Endüstri 5.0

Ölü emek meselesini anlamamız için kışkırtıcı bir soruya ihtiyacımız var. Emek  hem tarihsel olarak hem zamanın ruhunu belirleyen olarak kudretini işlettiğine göre, aynı emeğin sahibi proletarya neden emeğin zamanına yenildi -entropiye uğradı-? Emek neden somuttaki sahibinin de anlamsallığına başka biçimler verdi? Ondan birkaç yüz yıl evvel beklenen toplumsal fonksiyonlarını söküme uğrattı? Bunun bir tek cevabı vardır; emek bir kez maddi biçimler aldıktan sonra, o emek sahibinin de eski halinde kalmasına izin vermez. Bunun çok başka nedenleri de var. İnsan beslenme zincirinin tepe noktasından baktığı her şeyi araçsallaştırır. Emeğin tarihinin araç üretme tarihi olması rastlantı değil. Doğanın ele geçirilmesinden, uzayın ele geçirilmesine uzanan süreç bir araçsallaştırma süreci olarak işler. Bunun için insan türünün tarihine aletler yön vermiştir. Sınıflı toplumun doğuşuyla, araç üretme arasında bir ilişki olmalı. Çünkü yalnızca doğa güçlerine değil, insan topluluklarına hakim olmanın tek yolu hem üretim bakımından hem de güç üretme bakımından araçlar geliştirmeyi gerekli kılar. Bu bakımdan en gelişmiş alet en azından organik bakımdan en gelişmiş alet, devlettir ve bu devlet bir emek mamulüdür. 

Şimdi ölü emek konumuza dönelim. Son elli yıldır sanayi üretim bandının temel sorunu fazla üretim yapmakla sınırlı değil, maliyetlere  etkisi nedeniyle kusursuz üretim yapmak. Kusursuz ve hızlı üretilmiş ürünler meydana getirmek. Bunu mümkün kılmanın tek yolu canlı emek-ölü emek ilişkisini değiştirmektir. Bu yalnızca anlamasal bir değişikliğe uğramayla sınırlı olmayan, somut üretimin süreçlerini biçimlendiren bir değişikliğe varmadır. Emeğin başka ve esenek formlar almasıyla üretimin seyrinin  türetilmiş emek tarafından belirlenmesidir. Artık canlı emek, üretimde organik hareket biçimini tanımlamaz, üretim sürecinin bütün araçsallıklarına da sirayet eden bir güç olarak işler. Canlı emekte ifadesini bulan organik hareket-makine hareketi ayrımı, yerini canlı emeğin farklı görünüşlerine bırakır. Bu sürecin  nasıl inşa olduğuna bakmak, konuyu daha anlaşılır kılabilir. 2017 yılında Almanya’nın Hannover kentinde düzenlenen CeBİT fuarında Japonya endüstri 5.0 raporunu açıklar.  Bu rapor; toplum 5.0,’ı  siber alan ve fiziksel alanın (gerçek toplumun) yüksek seviyede entegre olduğu “süper akıllı toplum” olarak tanımlanıyor. Söz konusu rapor, insan  tarihini bildik kategorik  bölümlere ayırarak tasnif ediyor; avcı toplum (Toplum 1.0), tarım toplumu (toplum 2.0), endüstriyel toplum (toplum 3.0), bilgi toplumu (toplum 4.0) ve akıllı toplum (toplum 5.0) olarak beşe ayırıyor. Kapitalist güzergâh arkaik toplumları kategorik olarak tasnif ederken bir şeyi ima ediyor; kapitalizm tarihsel olandadır… Peki, bu ne anlama geliyor? Söz konusu rapor, emeğin tarihinde olanı, kendinde olan olarak ilan ediyor. Çünkü tarihte ortaya çıkmış bütün toplum biçimleri yalnızca emeğin seyrini açıklamaz, o emeğin mümkün kılması ihtimal dâhilinde olanı da açıklar. Bu demektir ki kapitalist sıçrama, emeğin zorunluluğudur! Emek bir zorunluluk  yaratırken, aynı emek, emek üreticilerini de bu zorunluluk içinde biçimlendirir. Emek üreticilerini biçimlendirmekle kalmaz, toplumsal formu da biçimlendirir. Bunu en iyi bilen burjuvazidir.  Endüstri 5.0  üretimin sanallaştırılması aşamasını işaret ettiğine göre, bu süreç nasıl işleyebilir sorusu bize ipuçları sunabilir. Endüstriyel sanallaştırma, gündelik dilde kullanılan ve  anlamını bulan “ekranda görünerek gerçek olan” demek değildir. Endüstriyel sanallaştırma,  makinelerin, aletlerin, tamamlayıcı üretim aparatlarının bir akıl sahibi haline gelmesidir. Yani üretimde makinelerin baştan sona canlı emeği, yani insanı simüle etmesi demektir. Yani emeğin kendini simüle ederek, bunu makineler aracılığıyla somuta dönüştürmesi demektir. Okuyucu biraz dikkatliyse burada yalnızca bir konum değişikliği söz konusu değil, bir tanım değişikliğini de getiren anlam değişikliği söz konusu. Burada klasik  anlamda emek tanımından söz etmek mümkün görünmüyor. Çünkü somut emek, sanallaştırmanın içinde soyut olarak varolduğuna göre bu üretim süreci nasıl bir süreç olarak işleyebilir. Emek-ücret-kar ilişkisi hangi parametrelere göre açıklanabilir? Bizim teorik envanterimize göre  değeri canlı emek yarattığına göre, bu değer ortadan mı kalkmış mı olacak? Bu sorunun cevabı o kadar kolay değil.  Ancak burada ölü emek- canlı emek  üretim sürecini meydana getiren ilişki bakımından  klasik anlamını yitirdiği söylenebilir. Peki, ilişkinin eski biçimler yerine yeni biçimler alması, emeğin rolünü ortadan  kaldırır mı? Burada dikkat edilmesi gereken mesele farklı emek biçimleri (ölü emek-canlı emek) arasında bir meseleden öte, emeğin rolüne dair görme biçimleriyle ilgilidir. Yazının içinde “emek bir kez maddi biçimler aldıktan sonra, o emek sahibinin de eski  halinde kalmasına izin vermez” diye vurgulamıştım. Bunu  anlamak için değişen emek kavramından hareket etmek bizi kapitalist üretimin kendisini nasıl mümkün hale getirdiğini, klasik anlamda canlı emek sömürüsü de aşan bir  mümkünlük yaratarak varoluş koşullarını devrimcileştirdiğine bakmamızı gerekli kılmaktadır. Kapitalist üretimde emek, proletaryada cisimleştiğine göre ve bu cisimleşme durmaksızın üretimin anahtarı olarak konumlandığına göre endüstri 5.0’lı toplumda proletarya sönümlenecek mi? Sönümlenecekse, kapitalizm  ne menem bir şey olacak? Bu sorunun cevabı, proletaryanın nasıl anlaşıldığı ile doğrudan ilintili.  Kas enerjisi ya da vücut enerjisi üreterek, üretim sürecine dâhil olma hali proletaryanın açıklayanı ise; evet sönümleniyor. Hem de oldukça hızlı bir sona yaklaşıyor. Ancak emek kavramı bunları oldukça fazla aşan anlama sahip. Yalnızca anlama değil, role sahip. Bunun anlamamız için bazı kerterizlere bakmaya  ihtiyacımız var; bunun birincisi üretimin geldiği yüksek aşama demek, emeğin geldiği yüksek aşama demektir. İnsan türünün meydana getirdiği toplum  yani her bireyin birbiriye kurduğu ilişkinin dolayımı yalnızca bir şeye yazgılıdır; emeğe! Ve toplumu içinde bulunduğu durum, an, emeğin zamanına kayıtlıdır. Bu bakımdan kapitalist döngü, kapitalizmi mümkün kılan itki, eşik bir emek soyutlamasıdır. Kendinde bir toplum meydana gelmeyeceğine göre, kendinde bir kapitalizm de meydana gelmez. Toplumun içinde bulunduğu durum, ancak emeğin izin verdiği kadardır. Toplumun andaki sınırı, emeğin sınırıdır. Buradan bakıldığında emek, proletaryayı da  içeren ancak onunla açıklanması mümkün olmayan bir hareket sürecidir. Eğer Japon burjuvazisi endüstri 5.0 manifestosu yayınlamaya ulaşmışsa, yeni bir toplum biçiminden ve üretim saiklerinden söz edebilir hale gelmişse bu durum emek tarafından mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan endüstri 5.0’la birlikte yeni proletaryanın doğuşu üzerine kafa yormak, bize toplumun alabileceği biçimler hakkında da anahtarlar sunabilir. Öyleyse  önce üretim sürecine bir kez daha dönmemiz gerekmektedir. Öyle görünüyor ki, endüstri 5.0 ve sonrasında modüler emek söz konusu olmayacak. Modüler emek; yani canlı emek-ölü emek yerini konsantre emeğe bırakmış olacak. (Başında yazmıştım, aslında ölü emek diye bir emek  hiç olmadı. Bu kavramı Marks  kategorik olarak kullandığı  için birkaç yerde başka bir duruma vurgu yapmak bakımından kullandım.) Endüstri 5.0’la gelen üretim sürecinin aslında nicelik bakımından değil ama nitelik bakımından emeğe daha fazla bağımlı bir süreç olarak işlemeye mahkum bir eşik olarak şekilleneceği görünüyor. Bunun birinci nedeni emeğin üretimde sanallaştırmanın her aşamasındaki  rolü. Makinelerin akıllı hale gelmesi demek, hatta yapay zeka sahibi olması demek, otonom kararlar verebilir hale gelmesi demek, o aklın canlı emek tarafından yaratılması ve üretimde konumlandırılması demektir. Bu demektir ki, üretim akıllı hale gelmesi, tasarım ve programlama ilişkisiyle dolaysız ilişkili. Makinelerin mekanik aksamları, yeni kuşak bilgisayarlar, networkler, otonom hareket edebilen arabalar… Bunları hepsi, her daim bir canlı emek sorunu olarak kalmaya devam edecektir. Bu bakımdan proletarya artık “amele” değil yeni üretici güç olarak şekillenecek. Ve fonksiyonel rolü artacak. Öyleyse proletaryayı ideolojik jargon sorunu olarak görmek ve tartışma utangaçlığına düşmek yerine gerçekleşme biçimlerine odaklanmalı. Proletarya, üretimi emek dolayımı ile gerçek kılar; ancak emek de o proletaryayı üretim anı içinde tanımlar. Bu durum  proletaryanın durmaksızın oluşma meselesidir. Eğer proletarya oluşuyorsa, emeğin başka bir aşamasında başka biçimler altında yeniden oluşacak demektir. Eğer Endüstri 5.0’la  gelen yeni kuşak emek üreticileri atalarından farklı proleterler olarak şekillenecekse, Marksistlerin proletaryayı görme biçimlerini değiştirmesi gerekecek. 

Marks “Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar yaşamın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor.” derken bir entropiden söz ediyordu. Bu tespit kapitalizmin oluşum koşullarının açıklayanı olmayla sınırlı değil; toplumları durmaksızın değişime zorlayan entropiyle ilgili. Bir önceki toplumun biriktirdiği enerji hangi katı biçimlere bürünmüş olursa olsun, emeğin entropisine  dayanamaz. Emek bir süreç olarak kesintisiz işler ve yalnızca toplumsal pratikler biriktirmez, aynı zamanda o toplumun deneyimlenmesini de sağlar. Ta ki emek başka bir zamansallığa erişinceye kadar.

Bu entropi durumu aynı zamanda insanlar arası ilişkiler içinde meydana gelen ahlak, kültür, estetik, hukuk, ideoloji gibi alanlar için de söz konusu.

Karşı devrimin büyük açmazları

Ancak işin bir de sermaye ile ilgili kısmı var. Bu kısım burjuvazi açısından oldukça fazla handikapla dolu. Burjuvazinin karşı devrimi Endüstri 5.0’a  ulaşmak için emeğin ara yollar keşfetmesini bekledi. Bilgisayarın icadı yalnızca elektroniği bir tasarıma kavuşturmadı, ürün kavramını kökten değiştirecek gelişmelere de mahal verdi. Bilgisayar elektroniği kendisi bir ürün olarak meydana gelirken, aynı zamanda ürünlerin üretimini belirledi. Endüstri 5.0 sanal alanla, fiziksel alanın yüksek seviyede entegre olduğu bir dönemi tanımlaması demek, her şeyden önce tekelci sermayenin akamete uğramasa bile sarsıntılar geçirmesi demektir. Nasıl mı?

Modern bilgisayarın atası sayılabilecek ENIAC(Electronic Numerical Integrator And Computer)  ve sonradan IBM gibi dev bir şirketin omurgasını oluşturan transistörlü makineler çağında sermaye için ufukta iyi gelecek beklemek işten bile değildi… Taa ki 1970’lere kadar.

Yıl 1976. Polonya kökenli Steve Vozniak ve  Suriyeli Ermeni bir ailenin bir doktor çifte evlatlık verdiği Steve Jobs adlı iki meraklı gencin yolları kesişir. Bu iki maceraprest gencin ortak özelliği elektronik oyuncaklara olan düşkünlükleridir. Bu iki genç 1976 yılında ilk bilgisayarlarını S. Jobs’ın ailesinin evinin garajında yaparlar ve adını APPLE I olarak koyarlar. İlk siparişlerini 100 adet olarak üretirler. Bu rakam o zaman için oldukça yüksek ve şaşırtıcı rakamdır. IBM, o zamana kadar endüstriyel tipte bilgisayarlara odaklandığı için bilgisayarların yaygın ve kişisel (PC) kullanılabileceği öngörüsünde bulunamamış, kişisel bilgisayar üretmeyi aklından bile geçirmemişti.  Ancak çok geçmeden Apple, IBM’in öngörüsüzlüğünün ve burnu büyüklüğünün şeceresini eline verir ve APPLE  II’yi üreterek IBM’e meydan okur.  Buna bir tür gerilla savaşı demek  mümkündür. Gerisi tarihin işidir ve Apple bir süre sonra Macintosh bilgisayarlarla merkezin periferiyle, yer değiştirmesini sağlar. Bu durum İkinci Dünya Savaşı sonrasında, IBM gibi tekelci sermayenin ilk kez sarsıntılar geçirmesi demekti. Apple bu durumu ikinci kez, Nokia gibi mobil telefon alanının dev tekeline Iphone’u yaparak  yaşatacaktı. Iphone ilk çıktığında iki yıl gibi kısa bir  süre içinde 35 milyondan fazla satarak, Nokia’nın sonunu getirecekti. Çünkü Apple, Nokia’nın yapamadığı bir şeyi yapmıştı; kullanıcının  mobil telefon algısını değiştirip eline dokunularak yönetilen küçük bir bilgisayar vermişti.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Youtube’un, Google milyarlarca dolara satılmadan önce “iki kafadar”ın  fikri olması, ha keza Google’ın  aynı biçimde doğması,  Facebook’un “uyanık ve fetbaz” bir gencin  yüzlerce milyar dolarlık macerası olması, Adobe şirketinin amiral gemisi uygulamalarının Adobe tarafından dudak uçuklatan rakamlarla satın alınmadan önce Aldus kardeşlerin  yarattığı ürün olması, kameraların  ve fotoğraf makinelerinin  görmesini mümkün kılan  CDD çiplerin “hayalci çocukların” icadı olması. Samsung’un devlet yardımıyla genç bir ekip tarafından kurulması. Hakeza Hewlett Packard’ın Apple gibi garajda icad edilmesi ve dev bir şirkete dönüşmesi. Bu örnekler kapitalizmin istisnası değil, özellikle 2000’li yıllardan sonra kuralıdır.

Bu örneklerden sonra endüstri 5.0’ın  tekel sermayesi için meydan getirmesi muhtemel sonuçlara bakmak gerekiyor. Bilgisayar alanı iki kollu bir kapı. Biri donanım alanı, diğeri yazılım alanı. Gerisi bu  iki temel bileşenden  doğan ürünler, teknolojiler ve endüstri  5.0’ı mümkün kılan sanayinin oluşması. 1980’li yıllara kadar neredeyse ARGE’lerin tamamı tekellerin kontrolünde ve onların  bütçeleriyle yürümekteydi. İcad edilen her “şey” tekellerin innovation’u sayılmaktaydı.  Ancak  durum değişti. Bilgisayar ve yazılım teknoloji ortaklığından doğan yeni bir yaratıcılık ve mucitlik sözkonusu. Artık sermayenin  ve likiditenin büyüklüğü tekeli garanti altına alamıyor. Yani sermaye tek başına tekeli garantilemiyor. Bir “gerilla” grubu geliyor ve tekelin kalbini dağıtacak “eylem”ini gerçekleştirerek, tekelin pazarlarına giriyor ve ele geçiriyor. Bu tekellerin muktedir göründüğü şeylere ne kadar muktedir olmadığının şeceresini de veriyor. Burjuva anlatısı kişisel girişimcilik ve cüret üzerine kurulmuşken bu girişimin başkaları tarafından da deneyimlenmesi ve pratiklerinin üretilmesine kim engel olabilir ki! Ancak ne olursa olsun, sermayenin el değiştirmesi nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, her girişimcilik hikâyesi bir özerkleşmeye değil, kapitalist yeniden üretime rücu ediyor. 2017 yılında Almanya’nın Hannover kentinde düzenlenen CeBİT fuarında Japonya Endüstri 5.0 raporunu açıklarken bir şeyi gizledi. Bundan böyle tekelleri garanti edecek yegâne olanak para sermayesi değil, o sermayenin yeniden üretimini sağlayacak nitelikli insan sermayesidir. Denebilir ki Endüstri 4.0 ve 5.0’la birlikte nitelikli emek, para sermayesini öncellemiştir. Bu bakımdan sermaye tekel ilişkisi başka bir anlamsallığa kaymıştır. Artık bir şirketin değerini belirleyen şey; inovasyon ve nitelikli emek. Ancak her ikisi de aynı zamanda tekel için açmazlar demektir. Dev tekellerin birbirlerinden oldukça yüksek rakamlara transfer ettikleri mühendis sayılarını bakıldığında bu zeminin ne kadar kaygan olduğu anlaşılacaktır. Elon Musk’un uzaya yolladığı roketlerin dünya dışına çıkmasını sağlayan yapay zekâ şirketinden ayrılan bir grup mühendis kendi  AI’ (yapay zekâ) lerini geliştirmek üzere “gerilla grubu” kurdular. Hakeza Apple’da on yıldan fazla zamandır hologram  teknolojileri üzerinde çalışan ekibin de ayrılıp, kendi şirketlerini kurduklarına bakıldığında, Allah  tekelci burjuvazinin  geleceğini  hayır etsin! 

Endüstri 4.0 üretim araçlarının karar vermesini otomatikleştiren ve süreç görünürlüğü sağlayan bir sistem altında nesnelerin İnterneti (IoT) ve akıllı sensörleri kullanarak imalat sanayisinin verimliliğin artırılmasına odaklanmıştı. Bu önemli ölçüde mümkün oldu. Artık makineler otonom karar verme yeteneklerine sahip olmasa da  analog yazılımlar aracılığıyla sistemsel süreç başarıyla yürür hale geldi. Web 2.0’la birlikte internet içerik yönetimleri (CMS) semantik hale geldi. Akıllı yazılımlar sayesinde artık mobil telefon hücrelerine gerek kalmadan yüksek ses  ve görüntü iletimi mümkün oldu. Medikal alanda teşhis ve tanı aletleri oldukça zeki yetenekler kazandı. Aynı zamanda tekellerin kasalarına yüksek karlar akmasını sağladı. Ortalama 67 dolara mal olan bir telefon 700-1000 dolara kapanın elinde kaldı. Yoksulluk arttı. Coğrafyalar arası uçurum derinleşti. Savaşlar sofistike silahlar sayesinde daha yıkıcı hale geldi. İşsizlik her yıl, bir önceki yıla oranla geometrik olarak büyüdü. Denetim toplumu oluştu. Bütün bunlar Endüstri 5.0  geçerken  dünyanın toplumsal kompozisyonu belirledi.

Soru şu; burjuva çağını tanımlayan parametreler değişirken, bu karşı devrim, emeğin kuruculuğu sayesinde insanın ve doğanın tahribatı pahasına sıçramalar gerçekleştirirken, neden devrimler yenilgiye uğradı? Neden zamanın entropisi devrimlerin ve proletaryanın  entropisi olarak işledi? Bunu sosyalizmlerin kötü yöneticileriyle açıklamak çocukluk değilse, saflık olmalı. Tarihin bir yerinde bir bit yeniği var; acaba nerede? Bu durum  devrimlerin,  entropiye direnemeyecek kadar zayıf “kütle” enerjisinde gizli olabilir mi?