Afrika Ulusal Kongresi-Hüseyin Aykol

Neredeyse yüz yıllık Apartheid rejiminden kurtulup, Siyahların seçmen olarak katılabildiği ilk demokratik seçimleri 1994 yılında kazanıp, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk Siyah Devlet Başkanı olan Nelson Mandela’ya dünyanın dört bir yanından kutlama mesajları yağıyordu. Mandela’yı ilk kutlayan liderlerden birinin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı George Bush olması belki pek dikkati çekmemişti ama tarihi birazcık bilenler, bunu duyunca buruk bir şekilde gülümsediler.

Nelson Mandela, aldığı ömür boyu hapis cezasının 27 yılını çektikten sonra ev hapsine çıkarılmış ve Apartheid rejimiyle geçiş şartlarını müzakere etmeye başlamıştı. Ama Mandela’nın hapse atılmasına gerekçe olan ‘suçlama’ neydi? Mandela, Afrika Ulusal Kongresi içinde silahlı mücadele vermek üzere kurulan “Ulusun Mızrağı” isimli illegal örgütün lideri olarak Apartheid rejimi tarafından aranıyor ama bir türlü yakalanamıyordu. Yıllar sonra Mandela, örgütü için yaptığı bir silah alım anlaşması sonrasında, yol kontrolünde yakalandı. İstihbarat CIA’dan gelmişti. CIA’nın o dönemki başkanı ise George Bush’tu!..

Peki, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kurucu partisi ne zaman, nasıl kuruldu; hep birlikte hatırlayalım:

Afrika Ulusal Kongresi

Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress, kısaca ANC), Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Apartheid rejimi ardından Siyahların da oy kullanabildiği Mayıs 1994’ten bu yana iktidarda bulunan merkez-sol çizgideki partidir. Parti, isminden de anlaşılabileceği gibi aslında bir ittifaktır: Güney Afrika Sendikalar Birliği (COSATU) ve Güney Afrika Komünist Partisi’yle (SACP) birlikte üç parçalı bir örgütlenmedir.

İlk kez 8 Ocak 1912’de (bugün Güney Afrika’nın üç başkentinden biri olan) Bloemfontein’de toplanan Kongre, kabile şeflerini, halk temsilcilerini, kilise organizasyonlarını ve yerli halkın hak mücadelesinin önde gelen kişiliklerini bir araya getirdi. Birlikte hareket etmeye karar veren yapılar, 1923’e kadar Güney Afrika Yerli Ulusal Kongresi adını kullandı. ANC başlangıçta yoksulluğa ve sömürüye karşı, özellikle de ağır şartlar altında çalışan Siyah işçilerin hakları mücadelesinde yoğunlaşan siyasal faaliyetler yürüttü. 1919’da işçilerin hayatını zorlaştıran seyahat özgürlükleriyle ilgili kısıtlamalara karşı kampanyalar düzenledi. 1920 yılında, Afrikalı maden işçilerinin militan direnişlerine ve grevlere destek verdi.

Ancak bazı ANC liderleri grevler ve protestolar gibi militan mücadele yöntemlerine karşı çıkıyorlardı. Onlar İngiliz sömürgeci yönetiminin ikna edilmesi gibi daha ılımlı mücadele yöntemlerinden yanaydılar. Bu nedenle, Kongre 1920’li yıllarda fazla etkin olamadı. Ayrıca bu sırada ilk güçlü işçi sendikaları ve partileri kurulmaya başladı. 1919 yılında kurulan Endüstri ve Ticaret İşçileri Sendikası (ICU) kırsal ve kentsel bölgelerde kısa zamanda en etkin örgütlenme haline geldi. Sendika militan mücadele yoluyla işçiler açısından büyük kazanımlar elde etti. Ancak ICU varlığını sürdüremedi ve 1920’lerin sonuna doğru dağıldı.

1921’de ise Güney Afrika’nın ırk esasına dayanmayan ilk partisi olarak Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) kuruldu. 1920’lerde sömürgeci yönetimin politikaları daha baskıcı ve ırkçı bir biçim kazandı ve Siyah işçileri yarı-kalifiye işlerden dışlayan renk-engeli gibi uygulamalar getirildi. 1927’de ANC başkanı seçilen J.T.Gumede hareketi bu ırksal ayrımcılığa karşı mücadele edecek biçimde yeniden örgütlemeye çalıştı. Gumede militan işçiler arasında etkin olan Komünistlerle iş birliğinin ANC’yi kuvvetlendireceğini düşünüyordu; ancak Kongre yönetiminin tutucu çoğunluğu tarafından yönetimden uzaklaştırıldı.

Ancak 1930’lu yıllar boyunca ırkçı baskılar ile işçi ve emekçilere dönük saldırılar daha da arttı ve buna karşı giderek büyüyen bir tepki hareketi gelişti. 1944 yılında kurulan ANC Gençlik Birliği, harekete yeni bir soluk getirdi. Gençlik hareketinin Nelson Mandela, Walter Sisulu ve Oliver Tambo gibi etkili liderleri görüşlerini Afrika milliyetçiliğine dayandırdılar. Afrika halkının ancak kendi mücadelesiyle kurtulabileceği görüşünü ön plana çıkardılar. Gençlik birliğinin önerdiği grevler, boykotlar ve direnişlere dayalı etkin bir mücadeleye çağrı yapan Eylem Programı, ırkçı Ulusal Parti’nin (afrikaans: Nasionale Party) iktidara gelmesinden bir yıl sonra, 1949’da, ANC yönetimi tarafından kabul edildi.

1950’lerde grevler, okul boykotları ve çeşitli kampanyalarla ırkçı rejime karşı mücadele giderek ülke çapında kitlesel direnişlere dönüştü. 1955’te toplanan Halk Kongresi, Mandela’nın da hazırlayıcıları arasında olduğu Özgürlük Sözleşmesi’ni ANC’nin temel programatik belgesi olarak kabul etti. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı bağımsızlık ve özgürlüğü savunan sözleşme, demokratik taleplerle birlikte bankaların, altın madenlerinin, toprakların devletleştirilmesi, parasız ve zorunlu eğitim, asgari ücretin yükseltilmesi, çalışma saatlerinin kısaltılması vb. sosyal ve ekonomik talepleri de içermekteydi. Irkçı rejim Özgürlük Sözleşmesi’ni komünist bir metin ilan ederek gözaltı ve tutuklama terörünü artırırken, yoksul siyah halk bu talepler etrafında kenetleniyordu. ANC, sonraki süreçte giderek daha yakın ilişki geliştirdiği Güney Afrika Komünist Partisinin (SACP) de etkisiyle eskisinden daha sert bir militan çizgi izlemeye başladı.

ANC ve PAC ayrışması

Afrika Ulusal Kongresi’nden 1959 yılında ayrılan Pan-Afrikanist Kongresi (PAC), 1960’ta, polisin Sharpeville’de 69 silahsız göstericiyi öldürmesinden sonra yapılan kitlesel gösterilerde öne çıktı. Sharpeville katliamını izleyen protestoların bütün ülkeye yayılmasından sonra ırkçı rejimin başındaki Ulusal Parti sıkıyönetim ilan ederek hem ANC’yi hem de PAC’ ı yasadışı ilan etti. Bu gelişmenin ardından ANC, mücadelesini illegal olarak sürdürme ve silahlı mücadele başlatma kararı aldı. Mandela, bazı SACP üyeleriyle birlikte, ANC’nin silahlı kanadını oluşturacak olan “Umkhonto We Sizwe” (Ulusun Mızrağı) adlı örgütü kurdu. Amaçları doğrudan rejimi hedef alarak devlet kurumlarına, kışlalara, polis karakollarına vb. sabotajlar düzenlemekti.

Ancak uzun bir dönem illegal çalışma yürüten ve CIA’nın yardımıyla yakalanan Mandela ve diğer ANC liderleri 1964’te (Rivonia Davası) ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. ANC’nin gerilla savaşını yürütmeye dönük faaliyetleri Güney Afrika rejiminin azgınca yürüttüğü baskı ve şiddet politikaları nedeniyle etkisiz kalsa da, hayatta kalan ANC kadroları, Tambo’nun liderliği altında örgütü Tanzanya ve Zambiya’da canlı tuttu. Afrika Ulusal Kongresi, polis ve ordunun çoğu çocuk 600’den fazla insanı öldürdüğü 1976’daki Soweto ayaklanmasının ardından, 1970’lerin sonlarına doğru Güney Afrika’da yeniden canlanmaya başladı. ANC’nin yasaklanmış siyah, yeşil ve altın üç renkli bayrağı Güney Afrika’da görülmeye başlandı ve ülke 1980’lerde fiilen bir iç savaşa sürüklendi.

Aparheid rejiminin sonu

Güney Afrika’daki kurtuluş mücadelesinin 80’li yıllarda giderek yükselişe geçip ırkçı rejime karşı bir sınıf mücadelesine dönüşmeye başlaması ve kitlesel grevler, sokak gösterileri ve okullardaki boykotlarla bu başkaldırının bütün ülkeye yayılması karşısında rejim de şiddeti tırmandırıyordu. Ancak binlerce insanın gözaltı ve tutuklamalar sırasında ağır işkencelerden geçirilerek katledilmesi mücadelenin daha da ileri boyutlara taşınmasına engel olmuyordu.

Irkçı rejim gerçekleştirdiği katliamlarla ulusal ve uluslararası alanda iyice sıkışmaya başladı ve egemenler bu şekilde daha fazla devam edemeyeceklerini gördüler. Siyah yoksul halk artık düzene açıktan karşı çıkarak oluşturduğu halk komiteleri aracılığıyla sokaklarda mahallelerde kontrolü ele geçirmiş ve rejim için büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştı.

Toplumsal mücadelenin geldiği boyut ve giderek derinleşen ekonomik kriz, Apartheid rejimini ANC ile müzakereleri başlatmak zorunda bıraktı. Bu müzakerelerin anlaşmaya doğru ilerlemesiyle, ömrünün kesintisiz 27 senesini ırkçı rejimin zindanlarında geçiren Mandela, 1990’da hapisten çıktı. Beyaz üstünlüğüne dayanan ırkçı F.W. de Klerk yönetimi 1990 yılında ANC üzerindeki yasağı kaldırdı ve başta Mandela olmak üzere liderleri serbest bırakılarak Güney Afrika’da barışçıl siyasi faaliyetler yürütmelerine izin verildi.

ANC’nin liderlerinden en önemlisi olan Nelson Mandela, 1991’de başkan olarak Oliver Tambo’nun yerini aldı. Mandela, genel oyla seçilen bir hükümete geçiş konusunda hükümetle yapılan müzakerelerde (1992-93) ANC’ye liderlik etti. Nisan 1994’te parti, ülkenin bu şekilde yapılan ilk seçiminde iktidara geldi ve yeni Ulusal Meclis’e yönelik oyların yüzde 60’ından fazlasını kazandı. Ulusal birlik hükümetine başkanlık eden Mandela, 10 Mayıs 1994’te Güney Afrika’nın ilk Siyah Devlet Başkanı olarak göreve başladı.

Ancak devlet organlarını ele geçiren ANC’nin karşı koyamadığı yanlışlarına ortak olmamak adına ikinci dönemde devlet başkanı olmamak için ANC başkanlığından istifa etti ve kendi köşesine çekildi. Haziran 1999’da halefi Thabo Mbeki, Güney Afrika’nın ikinci Siyah başkanı oldu. Ardından sırayla Jacob Zuma ve Cyril Ramaphosa devlet başkanı seçildiler. 2022 yılında 110. yılını kutlayan parti, Güney Afrika siyasetindeki hâkimiyetini sürdürmeye devam ediyor.

Sorunlar… sorunlar…

Mandela, 27 yıl hapiste kaldıktan sonra ülkesinin Apartheid rejiminden kurtulmasını sağladı. Dahası Siyahların da katılabildiği ilk demokratik seçimlerde ANC’nin seçimleri kazanması üzerine, yeni dönemin ilk Devlet Başkanı seçildi. Ancak Apartheid rejiminin biçimsel olarak sona erdirilmiş olması ülkenin esas temelli sorunlarının çözümü anlamına gelmiyordu. Mandela öncelikle ANC’nin programına uygun davranmadı. 1955 Özgürlük Sözleşmesi, yoksulluğa ve sömürüye son vermek için ülke kaynaklarının halka eşit dağılımını hedeflemekte ve bunu sağlamak için de bankaların, altın madenlerinin ve arazilerin kamulaştırılmasını öngörmekteydi.

Ancak Mandela, 1990’ların başındaki uluslararası siyasi ve ekonomik durumu gözeterek özellikle de Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkelerinin çöküşü nedeniyle bunun zor olacağını düşündü ve batılı ülkelerle anlaşıp neo liberal politikaları devreye soktu. Böylelikle IMF ve Dünya Bankası’yla işbirliği içinde özelleştirmeler, kamu harcamalarında kısıtlama, devalüasyon ve tekelci sermayeye vergi indirimleri gibi ekonomik uygulamalar başlatıldı. Bu uygulamalarla burjuvazi ihya olurken işçi ve emekçiler sefalete itildi.

Oysaki ANC iktidara gelince odaklandığı sorunların başında Siyahların yoksulluğu geliyordu. Bugün siyahların resmi yoksulluk sınırı altında yaşayan bölümü yüzde 65 iken Beyaz nüfus için bu oran yüzde 1’dir. Başlangıçta beyazların sahip olduğu devasa boyutlardaki toprakların bir kısmı millileştirilerek yoksul köylüye dağıtıldı. Ancak nüfusun yüzde 83’ünü oluşturan siyahlar 30 yıl sonra bile toprakların ancak yüzde 25’ine sahip olabildiler. Bugün ise “Toprak reformu” adı altında genellikle Siyahlara topraklar uzun vadeli olarak kiralanmaktadır. İktidara geldiklerinde konut sorunun çözeceklerini söylemelerine rağmen, halkın büyük çoğunluğu hâlâ derme çatma barakalarda yaşamaya mecbur bırakılmaktadır.

Yine başlangıçta Irk ayrımcılığı yüzünden işe ulaşamayan Siyahların işe girebileceği alanlar çoğaltılmaya çalışılmıştı, ancak bugün genel anlamda işsizlik oranı devasa boyutlarda. Üstelik Siyahlar arasında işsizlik oranı, Mandela’nın başkanlık dönemi bittiğinde yüzde 40 düzeyindeyken pandemiyle birlikte yüzde 50’nin üzerine yükselmişti, beyazların işsizlik oranı ise yüzde 10 civarında. Yani Siyahların durumu giderek her anlamda daha da kötüleşmektedir. 2009 verilerine göre ortalama ömür Beyazlar için 71 yıl, Siyahlar için ise 48 yıl olarak belirtilmektedir ki bu durum eşitsizliğin en çarpıcı göstergesidir.

Dolayısıyla “Apartheid” hukuken, formel anlamda kalkmış olabilir ama gerçek yaşamda varlığını sürdürmekte ve ekonomik, sosyal, kültürel alanda, özellikle de eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmet işleyişinde kendini göstermektedir. Nitekim Güney Afrika’da halkın büyük çoğunluğu yaşam koşullarında olumlu hiçbir değişiklik olmadan 30 yıldır aynı zor şartlar altında yaşıyor.

Ülke ekonomisi sürekli küçülüyor. Bunun en temel nedenlerinden biri de ülke yoksulluğu çözecek kaynaklara sahipken bu yönde bir plan, program oluşturacak siyasal iradenin bulunmayışıdır. 

Elmas ve altın başta olmak üzere zengin maden yataklarına sahip olan Güney Afrika’nın topraklarını sömüren emperyalist tekeller bugün de azgınca sömürüye devam ediyorlar.Siyah işçi sınıfının mücadelesi üzerinden yükselen iktidardaki ANC yönetimi ise bugün açıkça tekellerden yana tutum sergiliyor. 2012 yılında emperyalist tekellere ait Marikana platin madenlerinde çalışan işçilerin greve çıkması nedeniyle grevin polis terörüyle bastırılmaya çalışılması ve 34 madencinin polis tarafından makineli tüfeklerle taranarak katledilmesi gelinen noktayı gösteriyor.

Güney Afrika bugün yoksulluğun, sömürünün ve toplumsal eşitsizliğin en fazla arttığı ülkelerden biridir. Zenginle yoksul arasındaki uçurum had safhaya varmış durumdadır ve yoksulluk sınırının altında yaşayan halk çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Buna rağmen yıllardır iktidarda olan ANC’nin siyah üst düzey yöneticileri ve Devlet Başkanı konumundakiler çok ciddi yolsuzluklar, zimmetine para geçirmeler ve rüşvetlerle anılıyor. Devlet bürokrasisine hâkim olanların ellerindeki olanakları kişisel amaçlarla kullanmaları artık yerleşik bir uygulama halini almış durumda.

Bırakalım devlet aygıtını kullanmayı, ANC ile koalisyon halindeki SACP ve işçi sendikalarının yöneticileri maden tekellerinin yönetim kurullarında yerlerini alıp Güney Afrika’nın zenginleri arasına girdiler. Latin Amerika ülkelerinde eski gerilla liderlerinin iktidara geldiklerinde burjuvalaşarak ve işbirlikçi konumlara gelerek yaşadıkları siyasi çürümenin benzeri bugün Güney Afrika’da yaşanıyor.

Seçimlerde son durum

ANC dışında seçimlere katılacak Siyahların partilerine gelince; ANC’nin gençlik örgütlerinde faaliyet gösterip, orada tanınıp-sevilen biri, Pan-Afrikan (herkesi kapsayıcı) politik görüşleri yüzünden partiden atıldıktan sonra kurduğu bir partiyle ve işsizliği karşı açtığı ‘savaşla’ mecliste üçüncü siyasi güç olmayı başardı. Julius Malema liderliğinde 2013 yılında kurulan “Ekonomik Özgürlük Partisi” 2019 yılındaki seçimlerde 44 sandalye kazanmıştı. İşçileri önceleyen bu parti, 2024 seçimlerinde eski devlet başkanlarından Jacop Zuma’nın ANC’ye karşı kurduğu “Ulusun Mızrağı” partisinin ardından dördüncü siyasi güç haline düşebilir.

2024 seçimlerinde eski devlet başkanlarından Jacop Zuma’nın ANC’ye karşı kendini ispatlamak amacıyla kurduğu “Ulusun Mızrağı” partisi ise yaptığı ve mahkûm olduğu yolsuzluklar nedeniyle vekil bile seçilemeyecek durumdaki Zuma’nın (hem de Mandela’nın eski partisi Ulusun Mızrağı adını kullanarak) ülke siyasetine müdahil olma hırsını ortaya koyduğu gibi ülkedeki siyasi çürümenin boyutlarını da anlatıyor.

 

Mevcut mecliste 400 sandalyenin 144’ünü elinde bulunduran ve son seçimde de yine benzeri bir sonuç alması beklenen -ANC ardından- ülkenin ikinci büyük partisi konumunu korumasını beklenen Demokratik İttifak’ı (DA) burada anmadık; çünkü bu partinin lideri John Steenhuisen ve yöneticileri esasen Beyazlardan. Başta yargı mensupları olan elit Beyazların oy verdiği bu partiye değişik eyaletlerden 7 muhalefet partisinin de eşlik etmesi, onun en esaslı kapitalizm yanlısı (ve hatta eski Apartheid rejimi özlemcisi) bir partiler ittifakı olduğu gerçeğini gizleyemiyor.

29 Mayıs 2024 günü yapılan son seçimlerin ardından kurulacak olan yeni hükümetin kompozisyonu (tek parti iktidarı ya da ANC’nin başını çektiği bir koalisyon) her nasıl olursa olsun, çözülmeyi bekleyen sorunlar devasa boyutta. Zaten yoksul halkın da artık seçimlere dair bir beklentisi ve ülke yöneticilerine güveni kalmamış durumda. Geçmiş dönemlere bakıldığında seçimlere katılım 1994’te yüzde 86 iken bir önceki genel seçimde (2019) yüzde 49’a düşmüştü.