Hikmet Acun: Rojava Devrimi ve Kürt Devrimci Hareketi nereye gidiyor? – Komün Röportaj

Hikmet arkadaş uzun zamandır Rojava’dasın. Beş yıl oldu mu?

H. Acun: Beş yılı biraz aştı.

– Beş yıldan fazladır buradaki bütün gelişmelerin içinde yaşadın, bu deneylerin ışığında, hem Rojava hem de Kürt Özgürlük Hareketinin içinde bulunduğu durum, iç içe geçmiş halde. Bütün bu konulara bir giriş yapalım. Konuya nereden başlayalım, onu sana bırakıyorum.

H. Acun: Türkiye’de ve Avrupa’da insanların merak konusunun başında Rojava’da Kürt partiler arası görüşmeler, o görüşmelerin yansımaları ve pratikte alacağı biçimler öncelikli gibi duruyor. Yine aynı biçimde Kürt Özgürlük Hareketinin Bakur ve Başur’da Türk devleti ile sürdürdüğü savaşın KÖH’ün akamete uğraması (bir dönem daha gerilere itilmesiyle mi) sonuçlanacağına dair merak söz konusu. Bu konu bir solukta konuşulabilecek bir konu değil. Konuyu dağıtmadan nasıl konuşabiliriz ve okuyucuyu konunun içine nasıl alabiliriz? Algı şu; Türk devletinin teknik savaş konseptini devreye sokmasıyla, gerilla tarzı savaşın sekteye uğradığı ve KÖH’ün bu savaş konseptine karşı, kendi tarzını oluşturamadığı için gerillanın etkisizleştiği ve altyapısı gerilla düzenine dayalı KÖH’ün gerileme hatta bir belirsizlik sürecine sürüklendiğidir. Rojava’ya dair ise zaten başından beri var olan önyargı, yani Rojava’yı sözüm ona kendi solculuk dünyası içine almayan tutum, gelinen yerde “biz demedik mi”yle devam ediyor. O konuya enine boyuna röportajın içinde değiniriz. Aslında Kürt Özgürlük Mücadelesine bakışta, içsel tutarsızlığın ve boşlukta kalmışlığın üstünü örterek, hareket halinde olan devindirici güce dışsal bir mesafeden bakma ve kendisinin dışına öteleme tutumu başından beri var. Bu tutum bir anlamda kendini Kürt Özgürlük Hareketinin yarattığı siyasal sonuçlardan kurtarma ya da koruma çabası olarak da görülebilir. Bunun tipik dile gelişini bir takiye biçimi olarak; ‘barış’ meselesinde görebiliriz. Yani barış talebi, SOL Parti ve benzer birçok çevrede Kürt devrimci savaşından kurtulma talebinin dile gelişi olarak zikredilerek, bir piyasa kurma arayışı olarak sürmüştür. Ancak bu yaklaşımların ve kekeme değerlendirmelerin bir kıymet-i harbiyesinin olup olmadığı oldukça tartışmalı. Aslolan tarihe ivme kazandırmış hareketler hakkında tarihin ne dediği daha hakiki ve tutarlıdır. Bunun için KÖH’ü ve Rojava’yı bir hakikatin zuhur ediş biçimi olarak anlamak için konuya giriş yapmayı mümkün kılacak kerterizden söz ederek başlayım isterseniz.  

Ben Kürt Özgürlük serüveninin hakikatini anlamak için politik araçların yeterli olmadığını düşünüyorum. Politik kavramlar ya dışlayıcı ya da içerici olarak iki biçimde işler. Dahası politik kavramsallaştırma süreçleri aynı zamanda zihni nesnelleştirme süreçleri olarak da işler. Bu düalist kavramsallaştırma, hareket halinde olan öznenin hakikatine giriş yapmamızı engeller. Ona bir deneyim olarak bakmamızı engeller. Bunun için ben mümkün olduğu kadar politik kavramlar yerine, diyalektik kavramsallaştırma üzerinden bir yaklaşım geliştirmeyi önemsiyorum.

Devrimcilik nedir sorusunun çok net bir karşılığı vardır; olaylar, durumlar ve sürmekte olan toplumsal gerilimler karşısında kendini bir soruna dönüştürme! Devrimci kendini bir soruna dönüştürdüğü anda ben kimim sorusunu sorar. Bu soru, özneyi inşa etmek için tek çıkıştır. Ben, bende var olamayacağıma göre; ben, bende inşa edilemeyeceğine göre, özne bir sorun tarafından meydana getirileceğine göre, aynı sorun bir kez öznenin inşasına mahal verdikten sonra; o öznenin soruna giriş yapacağını, böylece sorunun bir süreci meydana getireceğini, o süreçlerin dokunduğu bütün alanları kendine doğru bükeceğini ve devrimci bir hareket biçiminin meydana geleceğini bilmemiz gerekir. Eğer devrimcilik bir sorun, inşa ilişkisi değilse; işte orada devrimci öznelleşme süreçlerinin yerine, siyasetçi özneleri meydana geliyor demektir. Yabancılaşma süreçleri meydana geliyor demektir. Bunlar hayat içinde defalarca deneyimlenmiş meselelerdir. Kaldı ki kendini sorunsallaştırma, üretici güçler karşısında da daha yakıcı bir meseledir. Üretici güçler karşısında ben kimim sorusu kurucu bir işleve sahip olmadığı sürece o devrimcilik, hayatın alabileceği bütün mümkün biçimlerin gerisine düşer. Biz kadronun üretici güçler karşısında dramatik biçimde çözülmeye uğramasını hiç değilse Sovyet Devrimi’nden beri deneyimliyoruz. Ha keza aynı şeyi Rojava’da da oldukça yakıcı biçimde deneyimliyoruz. Üretici güçler seni aşıyorsa, hayat seni teğet geçer. Üretici güçlerin içinde değilsen, ona hükmedemezsin, dolayısıyla tarihin akışına hükmedemezsin. Bu bakımdan kendini sorunsallaştırma anahtar bir konu. Hem tarihsel olan karşısında anahtar bir kavram, hem de devrimci varoluşu mümkün kılan bir kavram. 

Somuta gelirsek; Kürt devrimci hareketinin hakikatini anlamamız için o hareket halinde olan karşısında kendimizi sorunsallaştırmamız gerekir. Çünkü istense de istenmese de, hatta karşısında bile olunsa bu hareket, dokunduğu her alanı şu ya da bu biçimde inşa etmiştir. Bunun aksini kim iddia edebilir ki! Kürt devrimci dinamiklerinin Türkiye’nin son kırk yılına aşikar biçimde yön vermesinin bir açıklaması olmalı. Kürt devrimci dinamikleri, devletin işlevsel süreçleri dahil, liberal alan dahil, kadın alanı dahil, kimlik hareketlerini ortaya çıkarması dahil, KESK gibi sendikal hareketler dahil neye yön vermedi? Bu hareket halinde olanın siyasal ve ideolojik yansımalarının dışında, varoluşun inşasına dair bir hakikat şeceresine sahip olduğunu ve kendimize esas sorun etmemiz gereken halkanın bu olduğunu düşünmemiz gerekir.

-Yani Türkiye solunu konuşmadan Kürt hareketini konuşamayız mı diyorsun? Önce bizi mi konuşmalıyız?

H. Acun: Hayır bizi konuşmaktan söz etmiyorum. Biz birkaç nedenle sorunludur. Birincisi çoğul olana çağrı yapması ve o çağrıdan hareketle plüralist temsil üslenmesi nedeniyle sorunlu. İkincisi biz, özneyi temsil etmemesi nedeniyle sorunlu. Ancak ben burada bizden değil, özenden söz ediyorum. Kürt devrimci hareketinin seyri karşısında bir öznelleşmeden söz ediyorum. Bunu biraz daha açayım; Kürt devrimci dinamiklerinin kendini inşa süreci, bir varlığı inşa süreci olarak mümkünlüğünü meydana getirmiştir. “Kürt”ün kendini kurma süreci aynı zamanda mevcuttaki Kürt tipolojisini söküme uğratma yani kendi verili konumunu söküme uğratma yani kendini, mevcuttaki kendisi karşısında sorunsallaştırarak aşma serüvenidir. Kürt mevcut sömürgeci ilişkiler içinde ulusal, sınıfsal ve cinsiyet olarak imkansızlığını ben kimim sorusunu sorarak aşma teşebbüsüyle bugünkü mümkünlüğünü meydana getirebilmiştir. Ve kendini bir deneyime dönüştürebilmiştir. Ben kimim sorusu yalnızca ulus, cinsiyet dolayımından çıkış için ilksel eylem değildir. Bu sınıf içinde geçerlidir. Proletarya ben kimim sorusunu sorduğu anda, üretim sürecini anlar hale gelir, o süreç onun hakikatine dönüşür ve proletarya kendi imkansızlığından çıkmaya yeltenir. 

Gelelim Kürt devrimci dinamiklerini anlama kılavuzu olarak ben kimim sorusunun işlevine. Bir hareketin aldığı biçimleri, yarattığı etkileri, vardırdığı siyasal ve toplumsal sonuçları anlamak için onun büyük anlatılarını nasıl inşa ettiğine bakmak gerek. Kürt coğrafyasının her bir metrekaresi, büyük anlatıları mümkün kılan insanın dönüşme, bir savaşçı halini alma ve kendi hikayesini yazma ile doludur. Ve durum bir örgütün, hareket halinde olan devindirici bir gücün aşikar biçimde kırk yıldır savaşı sürdürmesinin de sırrıdır. Demek ki ben kimim sorusu, kendini sorunsallaştırma ile başlayan ve biten bir olma hali değildir, durmaksızın yeniden üretimin de anahtarıdır. Bu bakımdan Kürt devrimci dinamiklerinin gelişmesinin bütün aşamalarında ben kimim sorusu öncüldür. Bu sorunsallaştırma ile en gelişmiş biçimlerine ulaşabilmiştir. 

Şimdi bizim Kürt devrimci güçleri karşısında kendimizi anlayabilmemiz için de aynı soruyla; ben kimim sorusuyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla genel geçer politik argümanların dışında Kürt Devrimci Hareketinin hakikatiyle nasıl bir konuşma yapabiliriz? Kürt coğrafyasını da aşarak, Türkiye, Ortadoğu gibi alanlara da sirayet etmiş, oralarda bir güç oluşturmuş, taraf olmuş hareket halinde olan güçle nasıl konuşabiliriz? Bunun temel koşulu karşılıklı deneyimleri birbirleriyle konuşturmadır. Siz muazzam dönüştürücü güce sahip, uzun zamana yayılmış ve kendini devrimci bir savaşla mümkün kılmış, onun toplumsal sonuçlarını ortaya çıkarmış deneyimi, ideolojik normlarla ve onun kavramlarıyla konuşturmazsınız. Biri bizatihi verili hayatı değiştirmek üzere denenmiş ve ulaşılmış sonuçlarla maluldür, diğeri soyut, ideolojik doğrulardır. Bu bakımdan Türkiye devrimci çevrelerinin Kürt Özgürlük Güçlerini kendi deneyimleriyle değil, ideolojik normsallıkla konuşturmaya kalkması başlı başına ladestir. Bunu biraz daha açalım; Kürt Özgürlük Güçlerini, kavramsal envanterinde hazır bulduğu yakıştırmalarıyla; milliyetçi ulusalcı, reformist, liberal, devrimci gibi kavramları içinde bir açıklamaya vardırma, aslında onu kendi içinde bir deneyime dönüştürmekten, onun deneyimlerinden öğrenmekten, onun deneyimlerinden kendi deneyimlerine bakmayı ve hakikate varmayı geçersiz kılmaktadır. Bu bakımdan burada anahtar kavram; Kürt devrimciliğini bir deneyim olarak görmek, o deneyim karşısında kendini sorunsallaştırmak ve ben kimim sorusunu sormaktır. Bu anahtar kavram, Kürt devrimci tarihini de onun deneyimlerini de dışsal bir mesele olmaktan çıkartır, Türkiye devrimciliğinin öznesini inşa etmesine mahal verir. Bu bakımdan, Kürt devrimci tarihi, Kürtleri de aşan bir tarih okuması olarak kavrandığı anda, ‘benim için’ bir tarihe dönüşür. Yani Kürt devrimci deneyimi solcunun ideolojik argümanlarıyla karşılanabilir bir tarih yazımı değildir. Bu tarih yazımına soyut, ideolojik normsallıkla bir karşılık kurmak, komiklik değilse, abestir. Bundan çıkmak gerek. 

– Bugüne kadar Kürt Özgürlük Hareketi ile konuşmalar, ister yanında ister belli bir mesafede dursun solun kendisini kurduğu argümanlarla açıkladığı tanımları içeriyordu. Sen başka bir şeyden söz ediyorsun; Kürt Devrimci Hareketiyle ya onun karşısına koyabileceğiniz deneyimlerinizi konuşturun ya da kendinizi onun karşısında sorunsallaştırarak kendi öznelleşmeniz için bir olanağa dönüştürün diyorsun. Peki, bu yaklaşım Türkiye solunda bir karşılık bulur mu? Yani mevcut Türkiye Solu senin dediğin gibi, ‘ben kimim’ sorusunu kendisi için kurucuya dönüştürebilir mi?

H. Acun: Ben bu meseleyi bir karşılık bulup, bulmama beklentisi üzerinden konuşmuyorum. Başında da söyledim, hareket halinde olan Kürt devrimci dinamiklerini anlamak istiyorsak, onu bir hakikat olarak meydana getiren ve kendini yeniden, yeniden üreten ve yaratan süreçlerine giriş yapmamız gerekir. Benim Rojava’da beş yıllık deneyimim, Kürt devrimci dinamiğine her bakımdan bir deneyim olarak bakmakla ve anlamaya çalışmakla geçti. Onun kendini tamamlayamadığı, boşlukta bıraktığı zaman zaman soruna dönüştüğü yönlerinden, maharetlerine, savaşçı insan yaratmakla, devrimci yaratmanın aynı cümle içinde zikredilmeyeceğini öğrenmekle geçti. Dahası bir kimlik krizinden, varoluş krizinden meydana gelen ve politik, ideolojik formlar alan insan kaynağının mayalanma süreçlerini ve evrimini anlamaya çalıştım. Ben Kürt Devrimci Hareketine de Rojava’ya da bir okul olarak baktım. Kendi tarihime dahil ettim, o dünyanın içinde kendime her daim ‘ben kimim’ sorusunu sordum. O soruyu sorduğumda, o tarihin ve deneyimlenmekte olanın ben olduğumu gördüm. Oradan dünya ile aramdaki mesafeyi anlamaya çalıştım.

Bu zikrettiğim benim tekil meselem değil. Devrimci özneyi durmaksızın inşa etme meselesi. Kaldı ki kendini sorunsallaştırma yalnızca Kürt devrimci deneyimiyle açıklanabilir bir mesele değil. Devrimcilik olmakta olan her olay ve durum karşısında kendini soruna dönüştürmektir. Bir sorunsallaşma güzergahına sahip değilsen, örgüt, parti, kişi her neyse böyle bir dünyaya sahip değilsen, zaten devrimci öznelere sahip değilsindir. Türkiye’de son yıllarda meslekten siyasetçi öznesiyle, devrimci özne birbirine karıştırılır oldu. İki farklı niteliğe ve inşa saiklerine sahip bu olma biçimlerini birbirinden ayırmak gerekir. Hayat devrimciye hazır cevaplarla malul sorular sormaz; sen olsan ne yaparsın, hangi donanımlara sahipsin, hangi deneyimleri hayata taşıma maharetine sahipsin sorusunu sorar. Bunu duymak, devrimci özne ile meslekten siyasetçi öznesini birbirinden ayırır. Elbette bu söylediğim hayatın sorusuna cevap olmak üzere öznelleşme süreçleri için kendisini sorunsallaştırma yetilerine sahip olanlar için geçerli. Çünkü kendini sorunsallaştırma diyalektik bir süreç işletmedir. Arayıştır. Yöntem geliştirmedir. Yetmez; inşa edecek güçleri hayatın ve olayların içinden bulup çıkartmak ve onu bilincine vardırmaktır. Değiştirme eyleminde bulunmaktır. Yetmez, kendi sınırlarını keşfetmektir. Yetmez, her baktığın, dokunduğun, giydiğin, kullandığın, tükettiğin nesnelerle aranda bir dil kurmaktır, onlara bir görme biçimi geliştirmektir. Günün sonunda tekrar kendine çıkmaktır; ben kimim?

– Burada biraz duralım. Kürt devrimci dinamikleriyle, Türkiye Solu arasında eşitsiz bir mesafe var. Bu eşitsiz mesafenin olduğunu herkes kabul eder. Ancak bu durum onu eleştiriden azade eder mi? Sen sanki Kürt devrimci dinamiğini eleştiriden azade, yalnızca bir içselleştirme konusu olarak anlatıyorsun gibi.

H.Acun: Bakın bunu şöyle konuşursak hem bir hakikati açığa çıkarmış oluruz, hem de eleştirinin kuruculuğunu anlamış oluruz; insan kusursuz bir tarih icat etmedi. Kusursuz hareket biçimleri icat etmedi. Kusursuz devlet icat etmedi. Kusursuz sınıflar icat etmedi. Kusursuz partiler ve örgütler icat etmedi. Kusursuz teknoloji icat etmedi. Kusursuz proletarya icat etmedi. Ezcümle kusursuz insan icat etmedi. Bizim tarihimiz, durmaksızın hareket halinde olan insan türünün tarihidir. Bu tarih dediğimiz olay, kusurlu olandan, kusursuz olana varma arayışlarının zaman birikintisidir. Dahası deneyimler dünyasının birikintisidir. Biz neden her şeyi estetik dünyasına katarak, anlamlar dünyası kurmaya çalışırız. Neden güzele, ilahi olana, kusursuz olana varma arzusunu her şeyin önüne koşarız. Neden insana ulaşılması gereken bir erk tarif ederiz. Çünkü kusurluyuz ve eksiğiz. Ayrıca bu gerçekten böyle mi, yoksa insanın sosyal, fikri ve duygusal evriminin bir hilesi ve ketenperesi mi, bundan da kendi adıma emin değilim. Bakın kusur diye kavramsallaştırdığımız aynı zamanda normlaştırdığımız yargılarımızla, faydacılık arasında bir ilişki var. Bu aynı zamanda ihtiyaç, beklenti ve o ihtiyaca, beklentiye uygun bir karşılığın meydana gelip gelmemesiyle ilgilidir. Bu zikrettiğim tekil olarak dizilişlerle sınırlı değildir. Bazen bunlar siyasal, dinsel, ideolojik olarak dile gelen soyut “mükemmel”le kıyaslamalarla varılan sonuçları da içerir. Bu mesele politik alanda da böyledir. İdeolojinin “mükemmeli”, hareket halinde olana değer biçer. Eleştiri dediğimiz bu anlamda soyut ideolojik  “mükemmel” ile kendini durmaksızın inşa etmekte olan politik hareket biçiminin konuşturulması olarak işletildiğinde, eleştiri bir anlama biçimi olmaktan çıkar, karşıtlığın bulunup çıkartılması işlevine dönüşür. Bu gerçek hayatta her iki biçimiyle böyle işler. Eleştirinin idealizmi yalnızca onun soyut “mükemmel” önermesinden gelmez, o soyut olanın, hakiki olana eşdeğer olarak konumlandırılmasından da gelir. Devrimci özne, eleştiri ilişkisi, “mükemmel”i olmayan bir ilişkidir. Kurucu ilişkidir. Çünkü eleştirel anlama biçimleri, ya da eleştirinin öznenin inşa süreci olarak işlemesi estetiğin, dinin, ideolojinin hatta epistemolojinin değil; diyalektiğin bir sorunudur. Gelelim Kürt devrimci dinamiklerini eleştiri konusu yapma meselesine. Başında zikrettiğim üzere Kürt Devrimci Hareketi de bir insan icadıdır. Dünya devrimci mirasının bir parçasıdır. İnsanın eyleme halidir, insan ilişkilerinin faillik üzerine yeniden kurulmasıdır. Ama bir hareket biçimidir. Ve doğası gereği baştan sona deneyimlenmekle maluldür. Zaten o hareketi, o hareket yapan da onun deneyimlenebilir olmasıdır. Ancak ondaki eksiği görmekle, eksiği eleştiri konusu yapmak aynı şey değil. Buna asla izin verilmemeli. En azından felsefi anlamda izin verilmemeli. Eksiklik eleştirisi, aşma girişimini zorunlu kılar. Yani onu eleştiri nesnesi kıldığınız anda, onu aşan bir deneyimin şeceresini ortaya koymakla mükellefsinizdir. Yani olan bir deneyime, olması gereken bir deneyimi öncül olarak göstermek zorundasınız. Bu iki deneyim birbirini görmek zorundadır, konuşmak zorundadır. Daha somuta gelelim; elbette Kürt Devrimci Hareketini eleştirmeliyiz, bunu kendimizi sorunsallaştırmak için yapmalıyız; ondaki olamamışlığı, kendimizdeki olamamışlığı görmek için eleştirmeliyiz. Ondaki olamamışlığı kendimiz için bir soruna dönüştürmek için eleştirmeliyiz. Orada kendimizi anlamalıyız. O eleştiri, öznenin yeniden, yeniden kuruluşuna mahal verdiği için eleştirmeliyiz. İdeolojinin afaki “mükemmel” skalasına vurarak değil. Soyut ideolojik önerme ile deneyimlenmiş ve sonuçlar üretmiş bir hareket halini eleştiri konusu yapmak, sol müminlerin ve ahmakların işi. Devrimcinin işi değil.

– Konuşmanın başında Kürt Özgürlük Hareketi konusunda politikanın kavramlarını kullanmayacağım demiştin. Röportaj buraya kadar böyle geldi. Farklı bir görme biçimi kurarak okuyucuyu düşünmeye itebilecek yöntem geliştirdin. Peki, Rojava’da ne oluyor? Rojava diye anılan olaylar silsilesi başında beklenilen ile gelinen yer arasında nerede duruyor ve hangi biçimler almış durumda. Sen Rojava pratiklerini oldukça derinlemesine deneyimlemiş devrimci olarak hangi sonuçlara varıyorsun?

H. Acun: Benim hangi sonuçlara vardığımın bir kıymet-i harbiyesi var mı? Ya da şu ya da bu sol çevrenin hangi sonuçlara vardığının bir kıymet-i harbiyesi var mı? Olduğunu sanmam. Tarihin hangi sonuçlara vardığı ya da varacağı asıl olan. Rojava on yıl evvel devrimci bir kriz olarak meydana gelmiştir. Bir kriz süreci olarak da bugünlere gelmiştir. Coğrafi olarak küçük ama ödenen bedeller ve yarattığı uluslararası etki nedeniyle kendini fersahlarca aşan bir kriz. Her bakımdan Ortadoğu coğrafyasına ilksel bir deneyim. Bu topraklarda insan hayatlarında asla olmamış kavramların, hakikate dönüştüğü bir deneyim. Rojava’yı anlamak için, Rojava’dan ne beklendiği ortaya konmak zorunda. Başında söyleyeyim; yüzyıl evvel Bolşevikler toplumsal ve inşa anlamında neleri deneyimlemişlerse, nelere toslamışlarsa onlara tosladı Rojava. Rojava her demokratik devrim gibi ikili karaktere sahip. Bunu başında ifade etmekte fayda var. Üretici güçlerin gelişmemişliği çok yıkıcı bir sorun. Mesela hırsızlığın legal ve meşru olması gibi toplumun önceki hayatlarından gelen kültürel normlar, yani insanlar arası ilişkilerinin, devletle insanlar arası ilişkilerin çalmaya dayalı ilişki olması. Üretimin ve çalışmanın gündelik hayatın dışına olması, emek süreçlerinin toplum hayatının kurucusu olmaması ve BAAS rejiminin aşiret ilişkilerinin organizasyonu olarak toplumsal hayatı şekillendirmiş olması gibi sayılabilecek pek çok gerçeklik Rojava Devriminin başından beri yüzleşmek zorunda kaldığı ve aşmak için helak olduğu konuların başında geliyor. Elbette bir toplumda kamusal alanın gelişkin olmaması, örgütlenme geleneğinin olmaması dahası ve yıkıcı olanı toplumun kendi fukaralığı ile barışık olması kolay aşılabilir sorunlar değil. Devrim sürecinde yerel Kürtlerin uyanık kesimlerinin de bizimle kurmaya çalıştığı ilişki, çıkar ve “iktidardan” faydalanma ilişkisi biçiminde yürüdü. Dönemin zenginleri olmak isteyen uyanık Kürtler, Devrimi kendilerinin fırsatına çevirmek için ilişki kurdular. Arap bölgeleri büyük aşiretlerin kontrolünde olan alanlar ve Doları bu aşiretlerin önüne atanlar bu aşiretleri istediği biçimde kullanabiliyor. Deyr Zor, Raqqa, Şeddade bölgeleri Arap aşiret ilişkileri tarafından kontrol ediliyor. Bunlara karşı oldukça önemli ve devrimci adımlar atıldı. Demokratik kurumlar oluşturuldu, İktidar, mümkün olduğunca dağıtılarak, halk iradesinin ortaya çıkartılmasının önü açıldı. Mahkemeler hakeza, belediyeler hakeza, kent, köy, kasaba, mezra komünleri hakeza. Muazzam miktarda topraklar, yoksul köylülere dağıtıldı. Bunlar, bu topraklarda bir zamanlar hayali bile mümkün olmayan hakikate dönüştü. Ancak her iktidarın kendi içinde insana dayalı taşıdığı zaaf, Rojava için de bir sorun olarak şekillendi. Şunu gördük ki, devrimi yapan kadro ile devrimi inşa edecek kadro aynı kadro değil. Devrimin inşasının beklentileriyle, savaşın beklentileri aynı değil. İşte Rojava bir imkansızlık olarak bu kadroya tosladı. Devrimci inşa nitelikleri bakımından daha gelişkin insan malzemesini gerekli kılıyor. Eline bir cıvata versen sıkamayacak kadro, yönetici vasfından -onu da kast ilişkilerine dönüştürüyor- başka hiçbir yaratıcı yetilere sahip değil. Devrimin inşası üretici gücün geliştirilmesine yazgılı. Devrim bir toplum hayatının üretim saikleri içinde yeniden düzenlenmesidir ve bunun temeli nitelikli insandır. Her bakımdan nitelikli insan. İşte burada değişmek ve gelişmek zorunda olan üretime karşılık gelebilecek donanımlara sahip kadroya duyulan ihtiyaç, devrimin temel sorunlarından biri olarak işliyor. Gerisi bilinen ve tarihten gelen tekrardır; iktidar kastı, bürokrasi, kendi egolarını gerçekleştirme, ayrıcalıklı olmanın keyfini yaşamak ve çürüme gibi bildik tekrar. 

Rojava Devrimi bence kadınların hayatına daha çok dokunmuş ve sonuçlarını daha çok orada dışa vurmuş bir devrimdir. Bunun altını çizmekte fayda var.

Rojava için temel açmazlardan biri de kooperatifçilik girişimlerimizin, demokratik bir ekonomi inşa etme girişimimizin başarısızlığıdır. Bu konu bence oldukça önemli. Kooperatifçiliğin İsrail, Alman, Fransız kapitalist kooperatifçiliğinin izleklerini sürme üzerine şekillenmiş olması, daha başında Rojava’da devrimci direnç noktalarının yıkıma uğraması için yeterliydi. Kooperatifçilik konusunda oldukça çetin tartışmalar, zıtlaşmalar, restleşmeler yaşadık. Rojava yönetiminin her düzeyine çökmüş liberal ekibin kooperatifçiliği anonim şirketler biçiminde toplum hayatına sokma girişimiyle, kooperatifçilik, başlamadan bitti ve devrim, toplum hayatına sirayet edebilecek en önemli olanaktan mahrum kaldı.

Ekonominin geneli başından beri savaş tüccarlarının kontrolü altındaydı. Bu savaş tüccarları bizim dönemimizle birlikte daha da fazla semirdi. Yeni orta sınıf meydana geldi. Bakın devrimden önce Qamişlo kentinde kırk, elli civarında özel araç var, devrimi izleyen yıllarda neredeyse her evde bir araç var. Araç dediysem jeep var. Bütün bunlar Rojava ekonomi yönetiminin izlediği politikaların sonuçları. Sağlık alanında önemli adımlar atmış olmamıza rağmen henüz bir Koruyucu Halk Sağlığı sistemi kurabilmiş değiliz. Bunları kurup kurmama maddi olanaklarla ilgili değil, halkçı politikalara sahip olup olmama ile ilgili. Rojava için şunu söyleyebilirim; Devrimin son beş yıldır yaşadığı ve giderek derinleşen yabancılaşma; kifayetsizlik, niteliksizlik üretimini de derinleştiriyor. Ve bu durum, Rojava’yı Kürt devrimci hareketi için ağır bir yüke dönüştürüyor. 

– Çok önemli şeyler söylüyorsun. Rojava üzerine genel geçer ideolojik yakıştırmaların dışında, somuta dair çarpıcı şeyler söylüyorsun. Rojava bir zaman sonra başarısızlık hanesine yazılabilir mi?

Başarısızlık, itibarlı ve direnerek mümkünlü bir sonsa, bu tarihe zafer olarak geçer. Tarih hiçbir devrimci harekete mutlak kazanma bahşetmez ve vaat etmez. Onu tırnaklarınla söke söke alırsın ya da alamazsın. Ama bunların böyle olması ardında muazzam bir deneyim meydana getirmeksizin gerçekleşmez. Rojava’yı bir deneyim olarak mümkün kılan şey, tam da onu tarihe sokan şeydir; altüst oluşlar.

Merak edilen konuya gelelim isterseniz. PYD’nin ENKS dahil Kürt partileriyle yaptığı görüşmeler ve bu görüşmelerin alması muhtemel biçimleri ve sonuçları. Bu görüşmeler, ABD’nin dayatmasıyla başlatılmış görüşmeler. ABD Rojava’da iradeyi parçalayarak ve diğer güçlere yayarak Kürt devrimci dinamiğini akamete uğratmak istiyor. Yani Rojava’da kendi kontrolünde Başur’a benzer bir özerk yapı oluşturmak istiyor. Aynı politikayı Deyr Zor, Raqqa gibi bölgelerde Arap aşiretlerle yapmak istiyor. Ancak ABD bu konuda yalnız değil. Rusya, İsrail, Fransa ve Türkiye ile anlaşarak bunu yapıyor. Önümüzdeki günlerde Rojava konusunda Türkiye’de keskin virajlar oluşursa şaşmamalı. Anlayabildiğim kadarıyla, ABD barışına Türkiye ayak diriyor. Pazarlığı büyütmek ve Rojava’da biçimlenecek durumdan nemalanmak ve haraç almak istiyor. Zaten ENKS Türk devleti ve Barzani’yi temsilen pazarlıklara ve görüşmelere katılıyor, onların isteklerine uygun biçimde güç alanlarına konmak istiyor. Görüşmelerin gerçek minvali bu. Ancak Kürt devrimci iradesi de bunlara karşı devrimin çıkarlarını korumak için oldukça fazla çaba harcıyor. Gelişmelere uygun manevralar yapıyor, ENKS’nin girişimlerinin çoğunu oldukça zeki yöntemlerle boşa düşürüyor. Yani Rojava’yı ve devrimci iradeyi sürdürülebilir kılmak için çabalıyor. Bunun sınırları nereye kadar? Cevabı; Rojava’nın varoluş sınırları kadardır. Bu bakımdan sürecin nereye varacağına dair ön yargılı yaygaralar koparmak yerine, sakin ve iradenin kendi mümkünlük sınırlarına varmasını beklemek gerek. Şunu söyleyerek bu bölümü bitirelim. Madem merak ediliyor. Rojava akamete uğrayabilir mi? Uğrayabilir! Hatta Kürt Devrimci Güçleri bütün topraklarda akamete uğrayabilir. Ancak bilinmesi gereken şey, o devindirici güçlerin muazzam deneyimleri ve o deneyimlerin muhteşem doğurganlığıdır. Kendini yeniden üretebilme, kendi küllerinden yeniden doğabilme yetileridir. Dahası var ki, Kürt Devrimci Hareketinin öngörülemezliğidir. Yani kimse merak etmesin ne dağların ne de Rojava’nın şarkısı bitmez.

(Devam edecek…)